Gönderi

20 Kasım 1966, BEN EZELÎ BİR MAĞLUBUM
Mektuplarını üzülerek okudum. Sen ki son liman, son ümit, son dost, ilk ve son sevgilisin. Sen ki yıldızım, sen ki annem, sen ki çocuğumsun. Acılarımla hırçınlaştığına üzüldüm. Istıraplarım çok mu çirkin, çok mu çocukça? Onları senden de mi gizleyeceğim? Sahneye maskeyle çıkmak! Ben aktör değilim. Sesinin tonunda minnacık bir soğuyuş hissettiğim anda yokum. Acılarımın kaynağı sensin, evet ama hayatımın kaynağı da sensin, senin için ve seninle yaşıyorum. Sen uçuruma yuvarlanırken tutunulan dal, sen vaha, sen bütün hayal kırıklıklarımın dudaklarında ümitleşdiği kadın. Haklısın, insan yaralarıyla çıkmamalı ortaya. Sevgi bir oyun, ama benim oyunla ilgim yok. Söylemiştim, hayatta hep bröton savaşçıları gibi çıplak dövüştüm, yaralandım, yaralandım, yaralandım. Bir ömür ki yalnız on beş gün dilber, yalnız on beş gün yarasız. Ben ezelî bir mağdurum, coğrafî kader, siyasî kader, biyolojik kader. Başka bir ülkede doğmalıydım, başka bir ülkede veya başka bir çağda, en iyisi hiç doğmamalıydım. Anlaşılmadım, anlaşılmadım, anlaşılmadım. Hayatım bir bozgunlar silsilesi. Hiçbir kavgam zaferle taçlanmadı. Ben ezelî bir mağlubum. Ama tarihi yaratan bu mağluplar, bir ülkeyi onlar ebedileştirir. Sen, tek mükâfatım benim. Realite o kadar çirkin ve ben o kadar yaralıyım ki! Önümde iki yol var: biri sana giden yol, öteki ölüme. Elli yıl sonra belki de masallaşacağım. Hint’in bir sayfasını kaleme almak 20. asırda pek az faninin başarabileceği bir mucize, benim bir sayfam bir insana ebediyetin veya Akademinin kapısını açar. Çağdaşlarıma bakınca Lilliput’lar ülkesindeki Güliver gibi kendimi tanrılaşmış hissediyorum. Duymayan, düşünmeyen bir alay robot, duymayan düşünmeyen ve düşündürmeyen. Saint-Simon dosyada bekliyor, böyle bir kitap bir millet için değil, bir devir için şeref. Batı’yı Fetheden Hint dosyada bekliyor. Fildişi Kule dosyada bekliyor, Quinz-Vingts Geceleri dosyada bekliyor. Neyi? İsrafil’in Sur’unu mu? Yazdıklarım okunmadı, Hind’i sen bile okumadın, kimin için yazacağım? Ne yazacağım? Bir başka dil konuşuyorum. Deliyim veya dahiyim. Derslere henüz başlamadım, çünkü başlamamı istemiyorlar. Kürsü profesörü Londra’da, vekili Cahit Tanyol. Oda arıyoruz diyorlar, dinlen diyorlar, keyfine bak diyorlar. Herkesi rahatsız ediyorum. O kadar yalnızım ki! Başka bir seyyareden gelmiş gibiyim ve nesli münkariz olmuş Tufan öncesi bir ucube.. İşte seni de üzüyorum, seni de utandırıyorum... Acılarımın kaynağı sensin. Yani: sensizlik. Bütün bu dengesizlik, tattırdığın saadetle yokluğun arasındaki tezattan doğuyor. Sonra, öleyim diyorsun. Bir daha böyle söz istemem. Ölmek ancak beraber. Sevgilim, Lamiam, canım benim, bir tanem. Yakında zafer haberleri ile dolacak mektuplarım. Biraz naz, biraz şairlik, biraz sarhoşluk ve hasret. Beni hoşgör. Herkül kadar kuvvetli, Eyüp kadar sabırlıyım. Ve her dağı devirecek bir Ferhat gücü var içimde. Bana bak. Sen daima neşeli ol. Mademki ikimiz bir bütünüz. Sen güzelsin, ben çirkinim. Sen akıllısın, ben çılgın. Sen neşesin, ben... Hezeyanlarımı hasrete ver. Ama fırtına geçti, tipi dindi. Seninim. Koruyucun, baban, dostun, sevgilin, şuurun, vicdanın, iraden, sultanın, efendin ve kölen. Yalnız senin olduğum, yalnız sen olduğum, yalnız senin için yaşadığım unutulmasın. Okşayarak."
Sayfa 88 - İletişim Yayınları
··
168 görüntüleme
Jân Agir okurunun profil resmi
8 yıldır arayla açıp okuyorum, hâlâ aynı duyguları hissediyorum. Zaman karşı direnç dedikleri şey bu olsa gerek...
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.