Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Alaya almak/alınmak ,hakaret dili kullanmak üzerine...
Uzun bir yazı ama faide almak sonuçta varsa bir okumak gerek.. İslâm, kardeşlik bağlarını korumak için alay etmeyi kesinlikle yasaklamıştır. Allah'a ve ahiret gününe inanan bir müminin, insanları alaya alması, eğlence ve nükte konusu yapması caiz değildir. Karşı taraf yapsa dahi İslam dini güzellik dinidir. Eğer amacımız davet metotlarını uygulamak ise nefsimizin isteklerini İslamiyet'in içine koymamamız gerek. İslam dini her türlü kötülük ve incitmeye karşıdır. Çünkü İslam insanı insan etmeye gayret ediyor. Hakiki insaniyet mertebesine ulaştırır. Bu nedenle İslam, insanı her türlü güzelliğe ulaştıracak emirleri verdiği gibi, her türlü rezillikten ve çirkinlikten uzaklaştıracak fiilleri de yasaklamıştır. Bir mü'min, hidayetten başka bir şey dilemez, dilyemez. Değil bir Müslümana lanet etmek, bir müşrike bile Peygamber Efendimiz (aleyhisselam) ciddi bir sebep yokken lanet etmemiş, sövmemiştir. Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a: "Ey Allah'ın Resulü! Müşriklere beddua etsen, onları lânetlesen!" denilmişti. Allah Resulü şu cevabı verdi: "Ben rahmet olarak gönderildim, lanetleyici olarak değil!" [Müslim, Birr 87, (2597)] Yani bugün şeriat diyoruz,o-bu-şu dil uzatıyor diyoruz ama peygamber efendimizin İslamı güzelliklerini ortaya çıkarıp güzel ahlakla muamele ettiği zamanda biz,bize edilen hakarete hakaret ile karşılık veriyoruz. Oysa gayei maksadımız İslam ise bazı şeyleri nefsimize yedirip İslam için anlatıp durmalıyız. “Biri sana dil uzatır ve sende olmayan bir kusurla seni ayıplarsa, sen onu sahip olduğu kusurla dahi ayıplama. Onu, günahı kendine, sevabı sana olduğu halde terk et. Kimseye asla sövme.” (Câmiü’s-Sağîr, 1/66) “Allah’ın mü’min kulu kızdığında zulmetmez. Sevdiği kişi için günaha girmez. Kendisine emanet edilen şeyi zayi etmez. Haset etmez. Başkasının şerefini lekelemez. Etrafına sövüp saymaz. Şahidi bulunmasa da üzerindeki hakkı itiraf eder. Başkasına kötü lâkap takmaz.” (Câmiü’s-Sağîr, 2/1375) Halkın tahrikleri ile şeytanın telkinleri ne acıdır ki, bu noktada birleşmektedir. Asla, asla, asla kulak vermemeliyiz. Bizim yapmamız gerek bu. Bilmem duymuş veya okumuş musunuz hazreti Ali'nin başından geçen bir havadisi. Şöyle anlatayım size,umarım daha açıklayıcı olur. Hazret-i Ali, Allah yolunda bir gazâ esnâsında karşısına çıkan amansız, güçlü bir düşmanı alt ederek yere düşürmüştü. Tam son darbeyi indirecekken, ölümle burun buruna kalmış olan rakibi, o an can havliyle Hazret-i Ali’nin yüzüne tükürdü. Bu iğrenç davranış karşısında Hazret-i Ali o düşmanını bıraktı. Ölümün pençesinden kurtulan düşman, rakibinin gösterdiği bu merhamet ve af karşısında dehşete kapıldı. Hazret-i Ali’ye kendince bir mânâ veremediği bu davranışın sebebini sordu. Aralarında geçen konuşmayı Mevlânâ Hazretleri gönül diliyle şöyle anlatır: “O kişi dedi ki: –Yâ Ali! Üzerime keskin kılıcını çekmiştin! Tam öldürecektin ki, bundan vazgeçip canımı bağışladın! Neden böyle yaptın? Ne gördün ki, o beni yere seren kudretli öfken sükûnet buldu? Ey cenk meydanlarının yenilmez kahramanı! Lutfedip hâlinden bir parça anlat! Bu nice ahvâldir? Yâ Ali! Şimdi anladım ki bu Hakk’ın sırlarındandır. Zîrâ kılıçsız adam öldürmek, ancak Rabbin kârıdır. Bu sırrı bana anlat! Rakibinin bu sözleri üzerine Hazret-i Ali şöyle buyurdu: –Ey kişi! Bilesin ki ben, kılıcımı Hakk’ın rızâsı için kullanmaktayım. Çünkü ben, Hakk’ın kuluyum, nefsimin, hevâ ve hevesimin değil... Ben nefsimi tanıdım. Senin tükürüğüne mağlûb olmak bana giran geldi. Nefsimin şerrinden korktuğum için kılıcımı kınına soktum. Bunun için Allâh’ın rızâsından gayrı her şeyden yüz çevirdim. Ben, mücevherlerle süslenmiş bir kılıç gibi tevhîd incileriyle doluyum. Bu sebeple muhârebede insanları öldürmekten ziyâde onların dirilmeleri için gayret sarf ederim. Bunun içindir ki, şu gazâda seninle dövüşürken tükürmen dolayısıyla nefsânî bir hâl zuhûr edince, kılıcı kınına koymayı münâsip gördüm. Tâ ki, Allah için seven ve Allah için buğzeden bahtiyarlardan olayım. Nefs ve şehvetinin esiri olana gelince, o, köleden ve esirden daha beter bir durumdadır. Çünkü köle, efendisinin bir sözüyle âzâd olur ve hürriyetine kavuşur, ancak nefs ve şehvetin kulu olan, yaşadığı geçici lezzetlerle sarhoş olarak acı bir felâketin ebedî hüsrânında uyanır. İşte bunun için ben nefsime tâbî olmayıp seni öldürmekten vazgeçtim. Ey kişi! Bende Hakk’ın sıfatlarından gayrı sıfat yoktur. Eğer sen de bu hidâyet devletine erişmek istiyorsan beri gel ve bana yaklaş! Beri gel; Allah, fazl u rahmeti ile seni de âzâd eylesin! Zîrâ O’nun rahmeti, gazabını geçmiştir. Bu sözlerden sonra hidâyet nûruyla müşerref olan bahtiyar adama Hazret-i Ali, şöyle hitâb eyledi: “İşte şimdi tehlikeden kurtuldun. Nefsini tanıdın. Şimdi hidâyet nûru sâyesinde ender bir mücevher hâline geldin.” “Ey ilâhî nurla şereflenen kişi! Artık sen bensin, ben de senim. Yâni sen de bir Ali’sin. Hâl böyleyken ben Ali’yi nasıl bağrıma basmam?” Ya nasıl ibret verici bir hikaye.. Bunlar önce kendi nefsime sonra mümin/mümine kardeşlerim için yazdığım bir kaç kelamdır. İslam'ı anlatacağım derken kendi nefsinize uyup insanları İslam'dan soğutturmayın.. Eğer gerçekten maksadınız İslam'ı anlatmak ise yolunuzda önünüze çıkan her engele eyvAllah demelisiniz... Vesselamm.. 🌿
·
96 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.