Gönderi

''..zamanımızdan 31 binyıl kadar gerilere gidiyordu..''
Yukarı Paleolitik ''sanat'' yorumları: * ''Mağara sanatı'' buluntularının, en güzellerinin en son yapılanlar olacağı (evrimci bakışla) düşünülmüştü. Bu görüşün ışığında, bu görüşü destekleyen tarihlemeler yapılmıştı. Resimle buna göre kronolojik bir sıraya sokulmuştu. Buna uygun yorumlar geliştirilmişti. Derken, 1994'te bulunan bir mağaranın resimleri, o zaman dek geliştirilen yorumları altüst etti. Güney Fransa'nın Ardeche Geçiti'nde bulunan bu mağaraya bulucusunun adı verildi: Chauvet Mağarası. Chauvet'te [Şove okunur] gravür olarak kazınmış, kırmızı toprak boyası ile boyanmış ya da odun kömürü ile çizilmiş 300'den fazla resim durmaktaydı. Gösterilen hayvanların arasında gergedan, panter, aslan, yaban mandası (buffalo) ve geyik vardı. Ki bu hayvanlardan bazıları öteki Avrupa mağaralarındakiler arasında görülmeyen türlerdi. Bazıları ise o yörenin yerlisi değildi. Bu, oldukça yadırganacak bir durumdu. Daha şaşırtıcısı, bazılarının çiziliş tarihleri (resimlerden alınıp çözümlenen boya örneklerine göre) zamanımızdan 31 binyıl kadar gerilere gidiyordu. Uzmanlarına göre bunlar ''yalnızca en güzel değil, bilinen en eski resimler'' idi. En yenisi 13 binyıl önce yapılmıştı. Bu durum, ünlü sanat eleştirmeni John Berger'i, Paleolitik sanatın kaba biçimlerinden incelmiş biçimlerine doğru geliştiği görüşünden kuşkulanmaya götürdü. Onu ''sanat kaba biçimleriyle başlamadı.. İlk resimlerin ve gravürlerin gözleri, elleri sonra çizileceklerinki kadar inceydi. Sanatta da başında incelik vardı'' görüşüne getirdi.'' (Sayfa: 185) * Koşut evrim yasası: * ''Eski Dünya ile Yeni Dünya toplulukları, aynı kültür noktasındayken Yeni Dünya'ya göçle birbirlerinden kopmuşlardı. Bundan sonra bağlantılarının (İS onbeşinci yüzyılda) yeniden kurulmasına dek, birbirlerinden en az 15-20 binyıllık yalıtlanmışlık süresi yaşandı. Bu süre içinde her iki dünyada görülen gelişmelerden kültürel evrim adına çıkarılabilecek sonuçlar bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi, ortak anaatalardan gelen aynı organik ve kültürel evrim düzeylerinde bulunan insan ırklarının ve topluluklarının, benzer koşullarda, benzer sorunlara (coğrafyaları farklı bile olsa) benzer çözümler üretebilmeleridir.(..) Benzer sorunlara, benzer kültürel birikimlerinin sınırları içinde (her zaman aynı çözümler değilse de) benzer çözümler bulabilmişlerdir. Aynı çözümler üretememelerinin nedeni (belki) çevrelerinin aynı olmayıp benzer olmasıdır. Bunun sonucu olarak, benzer kültürel evrim evrelerinden geçmeleridir. Bu gerçeğin en güzel örneği ''konuşma'' olsa gerek. Konuşma dili, her iki dünyada, benzeri (organik evrim (?) ve) kültürel birikimler sonrasında, birbirinden bağımsız olarak gelişmiştir. Bu gerçek aynı zamanda, insanların Yeni Dünya'ya geçmeden önceki tarihlerde bir konuşma diline sahip olmadıklarını göstermektedir. Yeni Dünya topluluklarının dillerinden hiçbiri Eski Dünya dillerinin hiçbirine benzememektedir.'' (Sayfa: 194-195) * Avcılık ve toplayıcılık evresi: * ''Yeni Dünya'da da, bitkilerin evcilleştirilmesi yolunda (Eski Dünya'dan iki üç binyıl sonra da olsa) ilk adımların atıldığı görülür. Bunun kanıtı; ''öğütme taşları'' (el değirmenleri) ile (bataklıklarda çürümeden zamanımıza kalabilmiş) ''dikeleç sopaları'' (İng. digging stick) denen araçların varlığıdır.'' (Sayfa: 197) * Analoji mantığı: * II. Kesim, 5. Bölüm Notları, II.5/120: * ''Antropolog F. Sagard, Kuzey Amerika Yerlileri'ne Fransa'da bulunan bir hayvan türünün (tavşanın) orada da bulunup bulunmadığını sorabilmek için, yakılan ateşin ışığından yararlanıp, duvara tavşanın başını ve uzun kulaklarını andıran gölgeler düşürmeye çalışır. Yerliler, ertesi gün (rastlantı ya bu) her zamankinden fala balık tutarlar. Bunun üzerine Sagard'dan her balığa çıkışlarının öncesinde ayı şeyi yapmasını isterler.'' (Sayfa: 222) * Simgeyi etkileyerek nesneyi etkileme umudu: * ''Örneğin çağımızın ilkellerinde (bazen uygarlıklarında.!) görüldüğü gibi, tarihsel ilkel topluluğun insanı da, gücü, kendisini yok etmeye yetmediği düşmanının (bezden ya da tahtadan yapılmış) bir simgesine iğne batırarak, çivi çakarak) onu yok edebileceğini umabilecektir. ''Düşmana diş geçiremeyen kuklasına şiş geçirir.''..'' (Sayfa: 204) * II. Kesim, 5. Bölüm Notları, II.5/128 * Bize mantıksız, tutarsız görünen bazı düşünceler, ilkel topluluğun insanının kafasını rahatsız etmemiş olsa gerek. Nasıl ki benzeri tutarsızlıklar uygar toplumun kitlelerini rahatsız etmeyebiliyorlarsa. Çünkü mantıksal tutarlılık, uygar toplumun (bile) eğilimlerinde soyut düşünme alışkanlığı kazandırılmış kesimlerinin tasasıdır. Çağımızın kitle toplumunun insanında (bile)mantıksal tutarlılık tasası geliştirilmemiş olabiliyor, köreltilmiş bulunabiliyor. Çünkü o, içinde yaşadığı somut durumlara göre düşünmektedir. Kendi kültürümüzden örneklendirirsek, çevresindeki insanlar kendisi gibi ''Türk'' olduklarını söylüyorlarsa ve ''Müslüman'' olduklarına inanıyorlarsa, hem İslamlığı hem Türkçülüğü savunmada bir tutarsızlık görmeyebilmektedirler. Bu yüzden ''Türk-İslam'' sentezi kitlelerde yankı bulabilip yandaş toplayabilmektedir. Türlük ile İslamlık, ırkçılık ile ümmetçilik arasındaki (kuramsal) zıtlığı, çelişkiyi göremeyebilmektedirler. (Sayfa: 223) * III. Kesim * İLKEL TOPLULUKTAN UYGAR TOPLUMA GEÇİŞ * 6. Bölüm * MEZOLİTİK KÜLTÜR * Soyutta ve Somutta Mezolitik Kültür: * ''Dördüncü Buzul Çağı'nın sona erişini izleyen binyılların oluşturduğu katmanlarda, önceki katmanlardakinden farklı araçlarla karşılaşılmaktadır. Bunlar çoğunlukla, öncekilere göre daha küçük, sonrakilere göre ise daha cilalanmış araçlardır. Öyle ki bu küçülme, önceleri insanlığın kültürel evriminde görülen bir gerilemenin belirtisi olarak görülmüştü. ''Minitaşlar'' (mikrolitler) denen bu araçların bir gerilemenin değil, ilerlemenin kanıtları oldukları sonra anlaşıldı. Çünkü bunların çoğu, tek başlarına araç değil, birleşik (kompozit) araçların parçalarıydı. Gerçekten minitaşlar, ok uçları, devşirme bıçağı dişleri gibi birkaç parçadan oluşan araçların, sapları çürüyünce geriye kalmış bölümleriydi. Dolayısıyla maddesel kültürde bir gerilemenin değil, olsa olsa bir ilerlemenin belirtileriydi.'' (Sayfa: 228) * İklim değişikliklerinin etkisi: * ''Dördüncü Buzul Çağı (Würm) sona erince çevresel koşullarda köklü değişiklikler doğdu. Avrasya'da buzulların çekildikleri yerlere ormanlar yerleşti. Otlaklar yok olunca buzul eteği bozkırlarının ve tundralarının iri memeli faunasının bir bölümü de yok oldu. Bir bölümü buzullarla birlikte kuzeye çekildi. Onlarla birlikte yöre homanasının geçim ve yaşayış biçiminde değişmelerin görülmesi kaçınılmaz bir sonuçtu. Kuzeye çekilen otçul sürülerini izleyen topluluklar, günümüze dek uzanan kültürlerin kurucuları oldular. Deniz avcısı İnuitlerin (Eskimoların) kara avcısı (Sibirya) Yakut Türkleri ve Tunguzlar ile yarı evcil yarı yabanıl rengeyiği sürüleri güdücüsü Laplar'ın anaatalarını oluşturdular. İklimdeki keskin değişmeye, Avrasya ormanlarının kuzeyinde böyle bir kültürel yanıt (tepki) gösterilmiştir. Orman kuşağının güneyinde kalan bölgede farklı bir iklim ve çevre oluştu. Buralardaki toplulukların tepkisi de farklı oldu. Büyük sürek avından küçük ava geçildi. Yay ile (iri kuş avcılığını da içeren) orman avcılığı ve balıkçılık ağırlıklı avcı ve toplayıcı kültürler geliştirildi. Daha güneyde, Ortadoğu'da ise, buzulların Karadeniz'in üzerine çekilmiş olması, erimelerinden beslenen suların ırmaklarca Karadeniz'de tükenmesine yol açtı. Bir zamanlar Anadolu'ya kadar inen buzulların çekildiği yerlerde ve daha güneyde (kuzeye) görece kurak ve çorak bir iklim ve çevre gelişti. Yoğun ve yüksek otlu tundralar, ormanlar yerine, kuraklık koşullarında yaşam çemberini bir yılda tamamlayıp, tohumunu (gelecek yıla filizlenmek üzere) toprağa atabilen bitki türlerinin (ötekiler zararına) açılım gösterdiği bozkırlar belirdi. Floradaki (bitki tür ve varlığındaki) bu değişikliklere koşut olarak, fauna (hayvan türlerinde ve sayılarında) da değişmeler gerçekleşti. İri memeliler yerine, kısa yabanıl otlarla beslenebilen (yabanıl koyun, yabanıl keçi, ceylan gibi) türlerin sürüleri ortalığı kapladı. Yörenin homonası, floradaki ve faunadaki bu değişikliklere kendini uyarladı. Önce (olasılıkla) küçük baş hayvan avcılığının ağır bastığı bir avcı ve toplayıcı yaşayış biçimine geçildi. Sonra, yabanıl tahılların daha güvenilir bir besin kaynağı oluşturduğu anlaşıldı. Bu anlaşılınca, toplayıcılığın ağır bastığı bir avcı ve toplayıcı yaşam başlatıldı. Böylece ileride (Neolitik'te) bitkilerin ve hayvanların evcilleştirilmesine varacak yola girilmiş oldu.'' (Sayfa: 228-229) * Minitaşlar ve birleşik araçlar: * ''..uygar toplum döneminde Sümerler'in (kendilerini göçebe barbar Samiler'den ayırt etmek için olmalı) ustura kadar keskin, jilet kadar küçük obsidyen yongası minitaşlarla tıraş olduklarını biliyoruz.'' (Sayfa: 230) * Yay ve torna: * ''Yayın bir kullanımı da ''barışçı teknoloji'' alanında oldu. Belki bir rastlantı sonucunda yay ve okla sert nesneleri, kırmadan ve el tornasından daha etkili delik açabildiği anlaşılmış olmalı. Bunun için, bildiğimiz okun çomağı bildiğimiz yayın kirişinin çevresinde bir iki kez dolanacak biçimde sarılıyordu. Sonra ok, bir (sol) elle dibine yerleştirilen ortası oyuk bir yarı küre biçimli nesneyle bastırılırken, yere yatay tutulan yay öteki elle, sağa sola hareket ettiriliyordu. Böylece ekseni değişmeden ve hızla dönebilen okla üzerinden bastırmanın da etkisiyle, ucundaki ince sivri taş ''uç''un döner hareketiyle istenen nesnede düzgün delikler açılabiliyordu. Bu buluş (parçaları hareketli birleşik araç anlamında) ''insanlığın ilk makinesi'' sayılabilecek önemdedir.'' (Sayfa: 230) * Yayın artıları eksileri: * ''..yay, doğada hiçbir zaman yan yana ve birleşmiş durumda bulunmayan iki (okun taş ucu ve yayın kirişi de düşünülecek olursa dört) nesneyi birleştiren ''yaratıcı düşünüş'' ürünü bir birleşik (''kompozit araç'') araç örneğidir. Gerçekten yay ile bir araç, doğa taklit edilerek değil, denebilir ki yoktan yaratılmıştır.'' (..) Öte yandan, yaya barışçı bir etik açısından bakılırsa, etkili bir av aracı olduğu kadar etkili bir savaş silahı olmaya aday durumu unutulmamalıdır. (..) Veceteryan etiği açısından ise, mertlik, tüfeğin icadından çok önce, yayın icadı ile bozulmuştur denebilir.'' (Sayfa: 231) * İnsanlığın ilk canlı aracı: köpeğin evcilleşmesi: * ''Evcil ve yabanıl kurtların fosillerinin ve kemiklerinin karşılaştırılması, kurdun (Yeni Dünya'da evrimleşip) Eski Dünya'da Mezolitik'te evcilleştiği sonucuna götürüyor. Bazı kurt ırklarının evcilleşerek, insanın ilk evcil hayvanı durumuna gelip, zamanla uysal köpeğe dönüştüğü biliniyor. Burada yaygın iki yanlışa da değinilmeli. Evcilleşen, köpek değil, evcilleşmiş ırklarına ''köpek'' (Canis familiaris) denecek olan ''kurt'' (Canis lupus) türüdür. Ayrıca kurt evcilleştirilmemiş, kendi evcilleşmiştir.'' (Sayfa: 233) * III. Kesim Notları, III.6/19: * ''Son Buzul Çağı'nda Anadolu'nun göbeğinde megafaunanın yaşadığının arkeolojik kanıtı olarak, Ankara'daki Tabiat Tarihi Müzesi'ndeki, bulunduğu yerden gidilerek ''Maraş fili'' denen fosili (ve ötekilerini) görmek için bir müze gezisi yeter.! (Bugün eğer bu müzenin yerinde yeller esmiyorsa.)'' (Sayfa: 310) * Natuflu kültür: * ''Natuf kültürlü köylerin, zamanımıza yuvarlak planlı temelleri kalmış kulübelerin köşelerinde ''tahıl çukurları'' ve ''ocaklar'' vardı. Mezra, köy çapında geniş barınak topluluklarının yakınlarında, oldukça geniş gömü yerlerinin varlığı ortaya çıkarıldı. Gömülerde, arkeologlarca ''gömü armağanı'' olarak adlandırılan kişisel süs eşyalarıyla da karşılaşıldı. Ayrıca armağanlar arasında nicelik ve nitelik farkları saptandı. Bunlar, özel sahipliğin (mülkiyetin) ve toplumsal sıradüzeninin (hiyerarşinin) başladığını gösteren ipuçları olarak yorumlandı. Ancak ne evlerin ne gömülerin kalıntıları arasında çömlek kırıklarıyla karşılaşıldı. Öte yandan, Paleolitiğin (avcı topluluklarının) hayvan yontucukları geleneği varlığını Natuflu kültürde de sürdürüyordu. Natuf kültürlü köyleri temsil eden (Filistin'deki) Eynan Mallaha yerinde, 4 m - 9 m arası değişen çaplarda iyi yapılmış evlerin bulunduğu bir temel kamp ortaya çıkarıldı. Böyle kamp yerleri, sayıları elliyi bulabilen evlerden kuruluyordu. Yanlarında geniş mezarlıklar bulunuyordu. Fırat kıyısındaki (Suriye içindeki) Mureybet (Mezolitik) köyü de Natuf kültürlü olup yuvarlak temelli küçük evlerden oluşuyordu.'' (Sayfa: 244) * 7. Bölüm * NEOLİTİK DEVRİM * Neolitik devrim kavramı: * ''Söz konusu geçiş, üretimle sınırlı kalmamıştı. Toprağa yerleşme, mülkiyet, toplumsal artı üretme gücü, nüfus artışı, katmanlaşma, hatta savaş gibi sonuçları da birliğinde getirmişti. Geçim biçiminde görülen bir yenilik, tüm bu sonuçlarıyla ''yaşayış biçimi'' üzerinde geniş çaplı ve derin değişikliklere yol açmıştı. Giderek, ileride ilkel topluluktan uygar topluma geçilmesini sağlayacak yolları döşemişti. Bu yüzden Neolitik, sıradan değil ''devrimci'' bir çağdı. Neolitik döneme görülen değişiklikler, kültürel evrimin sıradan ürünlerinden öte, bir ''devrim'' niteliğindeydi. Dolayısıla (Childe'a göre) ''Neolitik Devrim'' adını hak etmekteydi.'' (Sayfa: 247) * Üretime geçilmesinde kadının rolü: * ''Kadınların bitkiler hakkında sorun çözücü düşünüş olanakları, erkeklerinkini aşacaktır. Gerek rastlantı, gerek yordamlama ürünü çözümleri, kadın kültürü ile kuşaktan kuşağa geçirilecektir. Böyle bir kültürel temel onları bitkiler konusunda uyanık kılacaktır. Kadınların bitkiler dünyası üzerinde odaklaşan ilgileri (erkeklerin gözünden kaçan) bazı olguların gözlerinden kaçmamasını sağlayacaktır. Bunlardan biri, sulak yerlerde yabanıl tahılların daha iyi gelişmeleridir. Bir başkası, tahılların kamp yerlerindeki çöplüklere (kazayla) döküldüklerinde hızla filizlenmeleridir. Böyle dökülenlerin, doğal bölgelerindeki otlardan daha önce, daha iyi gelişmeleridir. (..) Onların kafalarında, yabanıl tahılları böyle yerlere taşıma düşüncesi çakabilecektir. Bitkilerle ilgili bütün bu deneyim, gözlem, bilgi birikimi sonunda kadınlar, devşirdikleri yabanıl tahılların bir bölümünü, sulak ve gübrelik yerlere serpiştirdiklerinde, insanlığı üretime geçiren ilk adımı atmış oldular.'' (Sayfa: 250) * Ön tarım: * ''Tahılların evcil türlerinin saptanması (DNA çözümlemelerinden önce) morfolojilerine (biçimlerine) göre yapılmaktaydı. Evcil türler (iri taneli başakların tohumluk olarak ayrılması göreneğinden dolayı) yabanıllardan genellikle daha iri olmalarına bakılarak ayırt ediliyordu. Böyle ''seçici üretme'', özellikle de sulama, genetik yapılarda (zamanla) mutasyona yol açacak, evcil türleri yaratacaktır.'' (Sayfa: 252) * Tahılların evcilleştirilmesi: * ''Taneleri inatçı kapçıklarından ayırmanın bir başka yolu bulunmuştur: demetleri ya da başkaları suya bastırmak. Bu, suyu emen tanelerin şişerek kapçıklarını çatlatıp kolayca ayrılmalarını sağlamıştır. Dahası, bu işlemin bir yan ürününün anaatalarımızın gözünden kaçmadığı anlaşılıyor. Su emen tanede, sıcaklık da yoğunsa, cücük (embriyon) canlanıp filizlenme (germinasyon) başlar. Bu sırada tanedeki karbonhidrat dönüşüp ''malt şekeri'' oluşur. Şekere ulaşan ya da bulaşan maya bakterileri, onu tüketirken alkol oluştururlar. İlk tarımcı topluluklar, biyokimyasal temelde bu olup bitenlerden bilgili değillerdi. Ama suya batırılan başaklar ya da taneler bekletildiğinde kendilerini ''bir hoş'' eden besinin oluştuğunu (herhalde) yordamlamayla kavradılar. Alkol ile böyle tanışmış olmalılar. Aslında bozuk ve zehirli bir besin olan alkol, insanlığın kanına, kimilerine göre kültürüne böyle girmiş olsa gerek.!'' (Sayfa: 253) * Küçük sulama tarımı: * ''..küçük sulama tarımı (insanlığın ilk uygar topluluklarının kurulmasında büyük rolü olduğunu göreceğimiz) büyük sulama tarımına esin kaynağı olmuştur. Ve bir görüşe göre, ''ekmeklik buğday'' ırkı, sulamanın yol açtığı mutasyonun ürünüdür.'' (Sayfa: 261) * Büyük sulama tarımı * Saban tarımı ile birlikte gelişecek olan büyük sulama tarımı (uygar toplum incelenirken görüleceği gibi) toplumun altyapısında ve üstyapısında devrimci değişikliklere yol açacaktır. Kısacası, insanlığın uygar topluma geçişinde (fetih yanı sıra) başrollerden birini oynayacaktır. Kanal açma, set kurma, baraj yapma gibi su denetleme bayındırlık işlerini başlatacaktır. Bu tür etkinlikler ise, yöneticiliğinde uzmanlaşmayı gerektirecektir. İşlerin yönetimi, bu işlerde çalışan büyük emekçi ordularının da yönetilmesini, yani insan yönetimini getirecektir. Toplumda yöneten-yönetilen siyasal farklılaşması iyice yerleşecektir. Kamu yöneticisi kadrolarının oluşması ve kamu yönetiminin kurumlaşmasıyla ''devlet'' ortaya çıkacaktır. Devletsiz topluluklardan devletli toplumlara geçilecektir. Büyük sulama tarımının sahiplik (mülkiyet) ve savaş gibi öteki alanlardaki etkileri üzerinde yeri geldikçe (ileride) durulacak. (Sayfa: 263-264) * Kölelik: * ''Toprağa yerleşmenin (uzak gelecekte görülecek) bir sonucu köleliğin nesnel koşullarını hazırlamasıdır. Söz konusu koşullardan biri, emeğin, emekçiyi beslemekten öte bir ''artı ürün'' üretebilecek verimlilik düzeyine ulaştırmasıdır. Ötekisi, emekçinin, uzmanlaştığı işi, emek döktüğü toprağı bırakıp kaçamayacak duruma gelmesidir.'' (Sayfa: 266-267) * Nüfus Artışı: * ''Toprağa yerleşmenin bir başka sonucu, kendisini nüfus artışında göstermiştir. Avcılık ve toplayıcılık sırasında, her türlü doğa gücünün saldırısına açık topluluklarda ölüm oranları yüksekti. Göçer topluluklarda, ister doğanın etkisiyle ister insanların istencinin sonucunda olsun, fazla mal kadar fazla çocuk da taşınacak yük oluyordu. Bu yüzden ikisi de sınırlı tutuluyordu. Toprağa yerleşmeyle çocuklar yük olmaktan çıkmıştır. Hatta ailelerin ve de topluluğun emek gücünü artıran olumlu etmen durumuna gelmiştir. Doğan her çocuk üretimde ve savunmada kolektif emeğe katkıda bulunacak yeni bir çift el olarak görülmeye başlanmıştır. Tarımsal ailelerde çok çocukluğun, hatta geniş aile geleneğinin temelinde yatan olgu budur.'' (Sayfa: 267) * Yurt: * ''..bir toprak parçasını tarıma açmak, sanıldığı gibi aynı yıl içinde ondan, dökülen emeğe değecek bir ürün alınabileceği anlamına gelmez. Onun iyi bir ürün verebilecek duruma getirilmesi (yabanotlarının kökünden kurutulması, iri taşlardan arındırılması, düzleştirilmesi, çitlenmesi gibi işler) yılları alabilir. Dolayısıyla çiftçi, karşılaştığı ilk zorlamada tarlalarından ayrılmak istemeyecektir. Büyük bir zorlanmada, yeni toprakları tarıma açmanın güçlüğünü, bu ara aç kalma tehlikesini düşünerek, toprağını bırakmamakta, onu korumakta direnecektir. Kısacası toprağı ''yurt'' edinecektir. İnsan ile toprak arasındaki bu ilişki devletli toplumların ''ülke'' ve ''vatan'' kavramlarının tohumunu oluşturacaktır. İnsan ile toprak arasındaki akılsal olduğu kadar duygusal olan bu bağ, zamanı gelince politikacılarca, ülke topraklarını savunma kadar genişletme amaçları için iyiye de, kötüye de kullanılabilecektir.'' (Sayfa: 269) * Kan bağından yer bağına geçiş: * ''Toprağa yerleşmenin ilk biçimi olan köy topluluklarında, genellikle aynı soydan geldikleri (aynı anaataların çocukları, torunları oldukları) için ''kan bağı'' duyguları ve değerleri sürer. Ancak onun yanı sıra ''yer bağı'' da insanları birbirine, kişiyi topluluğuna bağlayan yeni bir bağ olarak işe karışır. Bu ikili bağ, köylerde günümüze kadar sürmüştür. Göçebe çoban topluluklarında kan bağı pekişerek sürecek, babasoy çizgisi biçimini alacak, ''ata'' kavramı gelişecektir. Yer bağı ise gelişemeyecektir. Uygarlığa geçişte, kentlerde kan bağı önemini yitirmeye başlayacaktır. Yer bağı öne çıkacaktır. Eski Yunan'da ''polis'', günümüzde ''hemşerilik'' bağları bu olgunun göstergeleridir. Bir başka gösterge, göçer toplulukların üyelerine hangi soydan, hangi boydan, hangi aşiretten olduğu sorulurken, yerleşik toplulukların üyelerine daha çok ''nerelisin hemşerim.?'' sorusunun yöneltilmesidir. Günümüzde ''toplumsal kimlik'' denen konum ve bilinç, biraz da bu sorularla ve bu sorulara verilen yanıtlarla öğrenilmekte, öğretilmektedir.'' (Sayfa: 270-271) * NEOLİTİK ZANAATLAR * ''Bitkisel ve hayvansal besin üretimine geçiş, Neolitik köylerin ev ekonomisinde, bazı zanaatların geliştirilmesini gerektirmiştir. Köy topluluğu içinde gelişen ''Neolitik zanaatlar'' içinde ''ekmekçilik'' başta gelir. Çömlekçilik ve örücülük onu izlemiştir. Her üçü de kadınlarca başlatılıp yürütülmüş görünür.'' (Sayfa: 271) * Çömlekçilik ve yapıcılık: * ''Çömlekçilik zanaatının uzun ve ilginç bir gelişme öyküsü vardır. Ama bizi burada ilgilendiren onun (çağımız ilkel topluluklarından yapılan analojiye dayanarak) Neolitik'te bir ev zanaatı olarak kadınlarca bulunup yürütülmüş olmasıdır. Çömlekçilik ancak uygarlıkta, öteki birkaç ev zanaatı ile birlikte uzaman zanaatçıların işi durumuna gelip erkeklerin eline geçecektir.'' (Sayfa: 272) * Örme ve dokuma zanaatları: * ''Bitkilerin ve hayvanların Neolitik'te evcilleştirilmesi, örmeciliğe, keten, pamuk ve yün lifleriyle, yeni bir ivme kazandıracaktır. Örme, giderek ''örmenin makineleştirilmesi'' olan dokuma Neolitik ev zanaatları olarak görünür. İkisi de kadının tekelindedir. Örgü, insanın yaratıcılığının, kadınlar kanalıyla pratik ve estetik amaçları uzlaştırarak kendini sergilediği uçsuz bucaksız bir üretici etkinlik alanı olacaktır. Bir ev zanaatı olarak Neolitik'ten uygar topluma geçip zamanımıza dek süren engin bir kültürel birikim ve kültürel kalıt oluşturacaktır. Kadınların dokuma değilse de örme zanaatı üzerindeki tekelleri bugün de sürmektedir.'' (Sayfa: 272-273) * Ticaretin ve profesyonel zanaatların tohumları: * ''Neolitik zanaatlar, ev zanaatları olarak kaldıkları sürece topluluğun yapısında bir farklılaşma yaratmayacaktır. Topluluk üyeleri arası ilişkilerde eşitsizliğe yol açmayacaktır. Ama Neolitik zanaatların çoğu, uygar toplum döneminde erkeklerin eline geçince, durum değişecektir. Kasabalarda, kentlerde ortaya çıkan uzaman (profesyonel) erkek zanaatçılar, zanaatların tarımdan farklılaşması olgusunun yaratıcıları olacaklardır. Çiftçilerce üretilen artı ürün ile beslenen katmanlardan biri olarak toplumda tacirler ve zanaatçılar boy gösterecektir.'' (..) ''Örneğin tarımla ilgili araçların yapımında kullanılan çakmaktaşı, obsidyen trafiği, Van Gölü kıyısındaki Süphan volkanik bölgesinden obsidyen götürülüp, Filistin bölgesindeki kaliteli çakmaktaşının Jericho'dan getirildiği 2.000 kilometrelik bir ticaret yolu oluşmuştur.'' (Sayfa: 273) * Dayıcılık evresinde vergi: * ''..savaş gücü üstün bir göçebe çoban topluluk köyün yanına, hatta içine zorla yerleşebilecektir. Bir fetih eylemi ile birlikte böyle bir yerleşmeye ''fetih ve çöreklenme'' denmesini önermekteyim. Bunun sonucunda haraç alan ile veren aynı topraklar üzerinde yerleşik yaşam sürdürmeye başlarlarsa haracın niteliği değişir. Ona göğsümüzü gere gere ''vergi'' diyebiliriz. Çünkü onu alanlar, karşılığında, gerçek ya da göstermelik bazı görevler üstlenip bazı hizmetlerde bulunmaktan kaçınmayacak konuma girmişlerdir. Düzenli olarak vergi almaya başlayanların altın yumurtlayan tavuğu daha iyi korumakta çıkarları vardır. Bunda başarılı olamamaları, artık kendi sağlık ve varlıklarına da zarar verebilecektir. Yerleşip yönetici egemen katman durumuna gelmiş (eski göçebe) topluluk, kendini ora halkındanmış gibi görecektir. Böylece onlara (hem koruma hem de susturup pusturma anlamında) ''dayılık edecektir''. Egemen topluluğun bu erki daha sonra, kişisellikten uzaklaştırılıp kurumlaştırılarak ''devlet baba'' yaratılacaktır. Göçebe çoban ile yerleşik çiftçi oyununda son perde de oynanmıştır. Talan ile başlayan öykü, yağma, haraç evrelerinden geçip vergi aşamasına ulaşmıştır.'' (Sayfa: 182) * Fetih, çöreklenme, toplumsal artı aktarımı: * ''Aynı işi birkaç kez yineledikten sonra insan, o işi daha az çaba ile, daha kısa sürede, daha iyi sonuç alacak biçimde yapmasını öğrenir. Bu durumda, diyebiliriz ki emeğin verimliliği artmıştır. Çünkü ''emeğin verimliliği'' denen şey, aynı işi yapa yapa, bir süre sonra daha az enerji harcayarak yapmaktır. Ya da aynı enerji ile daha çok iş yapmak. Veya aynı işi, aynı enerji ile daha öncekinden daha kısa sürede yapmak. Emeğin verimi, emeğin bu doğasından dolayı, olduğu yerde saymaz, artar. Emeğin verimliliğinin (zamanla) artışından amaçlanan budur. İnsanlığın kültürel evriminin altında bu olgu yatmaktadır. Yoksa kültürel evrim, bazılarının sandığı ve sunduğu gibi arada bir çıkan yaratıcı bireylerin yapıtı değildir. (..) Gelişme, evrim, insanın yapısında, yani insanın emek etkinliğinde ortaya dökülen doğasında vardır. Dolayısıyla her bir insanda, her bir toplulukta, her toplumda gizilgüç olarak bulunmaktadır. Öyleyse kültürel evrimin, emeğin verimliliğinden dolayı, kaçınılmaz bir determinizm olduğu söylenebilir. Kimsenin isteğine, istencine bağlı, bağımlı değildir. İstense de istenmese de her insan, engellenmedikçe, kendini bu yönde ortaya dökecektir.'' (Sayfa: 285-286) * Neolitiğin Afrika'da yayılması: * ''Afrika'nın Neolitik bilgimize bir katkısı da, insanların hayvanları evcilleştirme girişimlerinin her örnekte başarıya ulaşmadığını göstermesidir. Dönemin Mısır ve Sudan kaya resimlerine bakılırsa, sırtlan, gazel, antilop, devekuşu, turna hatta zürafa evcilleştirme girişimleri sonuçsuz kalmıştır. Ama kedi, olasılıkla Güneybatı Afrika'da ya da Mısır'da (köpek gibi) erkeklere yardımcı olması amacının ürünüydü. Kimi yazarlara göre ise kedi, tahıl ambarlarını farelere karşı koruması için (Mısır'da) kadınlarca evcilleştirilmişti. Hangi nedenle ve hangi cins tarafından evcilleştirilmiş olursa olsun, Mısırlılar kedinin önemini kavramış olmalılar. Kediyi (uygar toplum döneminde) tanrılaştıracaklardır. Mumyalarını, yontularını, resimlerini (ötedünyada da kendilerine yardımcı olacağı umuduyla mı.?) mezarlarına koyacaklardır.'' (Sayfa: 293) * youtube.com/watch?v=rt_xdUO... *
Alâeddin Şenel
Alâeddin Şenel
Kemirgenlerden Sömürgenlere İnsanlık Tarihi
Kemirgenlerden Sömürgenlere İnsanlık Tarihi
·
426 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.