Gönderi

520 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
JACK LONDON’IN ROMANA BÜRÜNMÜŞ HALİ:
Martin Eden
Martin Eden
Yarı-otobiyografik roman türünde bir başyapıt.
Martin Eden
Martin Eden
KİMDİR? Basit ifadesiyle; Kaba saba bir denizcinin sevdiği kıza duyduğu aşkı için giriştiği rafine bir yazarlığa uzanan bir yontulma hikayesi. Ancak bu basit ifade yeterli kalmayacaktır. Lakin kaba-saba konuşan/davranan sınıfına has bir karakter olsa da Martin Eden, kendi sınıfının insanları arasında karizmatik yapıya sahip, sevilen dikkat çeken bir karakter, eylemler zinciri içerisindeki gerçek bir aksiyon adamıdır. Özü itibari ile üstün yaratılışlı, türünün insanlarının ortalamasından bir adım önde gözükmektedir. Sürünün peşine takılmak/herkesin yaptığı şeyleri yapmak yerine ideal insan olmanın peşinden gider. Onun yolu, kalabalıkların takip ettiği yol değil, kendi yoldur. Yol ayrımından kendini onlardan ayırmıştır. Bu özelliğini mücadeleci tarzı, kendine olan özgüveni, başarma ve sürekli yeni bilgiler öğrenme arzusuna borçludur. Lakin içine girmeye çalıştığı Aristokrat Sınıfı her ne kadar kendi sınıflarına ait bir birey olarak M.Eden’ı görmese de Aristokratların dahi içten içe dikkatini çekmeyi başarmıştır. Şeytan tüyü veya doğal karizma denilen şey de ayrıca Martin’de bolca mevcuttur.
Martin Eden
Martin Eden
KARAKTERİ NEYİ ANLATIR? Hayata meydan okumak, kaderine boyun eğmemek, sınıfsal hiyerarşiye başkaldırı ve sarsılmaz bir irade göstererek bir insanın, kendi kendisinin inşa eden - kendi inşaatını kendi başına yapan -bir inşaatçıya nasıl dönüştüğünü aşama aşama okuyacaksınız… Kendi Kendini İnşa Eden Bir Adam Portresi:
Martin Eden
Martin Eden
… Bu, sadece bir roman değil açıkça bir ‘’Hayata Meydan Okuma’’dır… BU ESERİ OKUMAYA BAŞLAMADAN ÖNCE NE YAPILMALIDIR? a. Yaşadığı dönemin özellikleri (sosyo-ekonomik durum, döneme etki eden düşünsel akımlar) b. Ünlü düşünür
Herbert Spencer
Herbert Spencer
ve o dönemin fikir insanları c. Martin Eden karakterine ilham veren yazarın – yani,
Jack London
Jack London
’ın hayatı Bunları bilmeden yapılan bir okuma, parçaları eksik bir puzzle tablo gibi göze görünecek, oldukça sırıtacak ve yavan kalacaktır. O halde madde madde açıklayalım: a. Dönemin Özellikleri: 1909 yılında kaleme alınan ünlü roman, dönemin Amerika’sında geçen, Burjuva sınıfı ve alt tabaka arasındaki yaşanan sosyal farlılıkları anlatır. Bu zemin üzerinden kendini aşma mücadelesi, fikirleri/değerleri sorgulaması ve hayatın anlamını kavraması anlatılır. b. Martin Eden (Jack London) deki
Herbert Spencer
Herbert Spencer
Etkisi:
Martin Eden
Martin Eden
’ı, aç bir kurt gibi bilgiyi aramasına, yana yakıla aydınlanma telaşına sebep olan kişi, dönemin ünlü düşünürü, Herbert Spencer’dır. Herbert Spencer’ın M.Eden (yani Jack London) üzerinde çok büyük bir etkisi vardır ki zaten kitapta bu ismi bol bol duyacaksınız. Hatta M.Eden, Aristokrat sınıfı önünde yaptığı münakaşaları okuyunca neredeyse ‘’Bir insan, öz babasını bu kadar savunmaz.’’ diyeceksiniz. M.Eden, Ona minnet duymaktadır. Çünkü H.Spencer, döneme damgasını vuran fikirleriyle uyuyan devi sopasıyla dürtmüş, dev uyandırmıştır. Lakin M.Eden, kendisine duyduğu bu derin minneti her ortamda Ona iade edecektir. M.Eden’daki aydınlanma hali birkaç satırlık şu cümlesinde görülebilir; ‘’Şu çimler, artık onların neden çim olduğunu, güneşin, yağmurun ve toprağın gizli kimyalarıyla onları bu hale nasıl getirdiğini bildiğim için daha güzel geliyor. Kuvvetin ve maddenin karşılıklı oyununu ve müthiş mücadelesini görünce çimler üzerinde destan yazabilirmişim gibi geliyor.’’ (Fizik kanunları üzerinden bir varoluşçuluk esintisi adeta)
Herbert Spencer
Herbert Spencer
KİMDİR? 1820 -1903 yılları arasında yaşayan Victoria Dönemi’nin ünlü İngiliz sosyoloğu, filozofu, düşünürüdür. Dönemine damgasını vurmuş ve geniş kitleleri derinden etkilemiştir. Akademik eğitim almamıştır. Alaylıdır. Bu özelliğiyle M.Eden (J.London) ın kendisi ile özdeşleştirerek Ona ilham vermiş olması da muhtemeldir. *Agnostizm’in güçlü savunucularındandır. Bu özelliği, ‘’Bilinmeyenler dışında Tanrı yoktur,
Herbert Spencer
Herbert Spencer
da onun peygamberidir.’’ yakıştırmasına sebep olacaktır. *Agnostizm: İlahi veya doğaüstü varlıkların bilinemediğini, bilimsel olarak ispatlanamadığı ve gözlemlenemediğini, bu yüzden bilinemez olduğunu savunan felsefi fikir akımıdır.
Herbert Spencer
Herbert Spencer
’ın,
Charles Darwin
Charles Darwin
’in meşhur evrim teorisinden oldukça etkilendiği söylense de aslında Darwin’den önce bu fikirlerin temelini ‘’The Principles of Psychology (Psikolojinin İlkeleri)’’ adlı kitabıyla attığı bilinir. Bu kitaptan yaklaşık 7 sene sonra C.Darwin’in ‘’Türlerin Kökeni (1859)’’ kitabı çıkacaktır. Bugün evrim kuramını açıklarken kullanılan birçok terimi de ilk kez kullanan kişi,
Herbert Spencer
Herbert Spencer
olmuştur. H.Spencer, Evrim’in herşey için geçerli olduğunu savunmuş - " Survival of the fittest (En iyinin hayatta kalması)" ifadesini Darwin’den önce telafuz etmiştir. Kast edilen, yalnızca biyoloji bilimi değil sosyo-ekonomik yapıya da uygulanmasıdır*(Sosyal-Darwinizm). ‘’İlk Prensipler’’ kitabında bu yönde bilgileri derlemiştir. *Sosyal Darwinizm: bireysel organizmalar arasındaki rekabetin çevreye en uygun olanın idame etmesi yoluyla biyolojik evrimsel değişikliğe neden olması gibi; bireyler, gruplar veya uluslar arasındaki rekabetin de insan topluluklarında sosyal evrime neden olduğu kuramıdır.
Martin Eden
Martin Eden
, kendi doğal yetenekleri, zekası ile
Herbert Spencer
Herbert Spencer
ve muadili filozoflardan edindiği bilgileri, kendi hayat tecrübesiyle (denizcilik, serserilik, çamaşırhane günleri…vs) harmanlayarak bir sentez ortaya koyar. Artık hayat algısı değişmiş, yeni bir hal almıştır. Hatta hızını alamayıp daha da ileri gitmiş ve özellikle Aristokrat Sınıfı ile giriştiği münakaşalarda doğal seleksiyonla evrimleşen evrensel boyutlu düşünce gücünü bu sınıftaki insanlara karşı kullanmaya başlayarak onlara karşı üstün gelmeye başlamıştır. Bu yönüyle neredeyse *‘’Doğal Seçilim’’ (Natural Selection) in timsali olmuştur. * Doğal seçilim; belirli bir türde dış çevreye uyum konusunda daha elverişli özelliklere sahip organizmaların, bu elverişli özelliklere sahip olmayan diğer bireylere göre yaşama ve üreme şanslarının daha yüksek olması ve bunun sonucu olarak genlerini yeni kuşaklara aktarabilmeleri yoluyla işleyen evrimsel mekanizma.
Martin Eden
Martin Eden
, kitleler önünde bunu şu şekilde açıklar: ‘’Varoluş mücadelesinde, güçlüler ve güçlülerin soyu hayatını sürdürme meyli gösterirken, zayıflar ve zayıflardan türeyen nesillerse ezilip yok olma eğilimindedir. Bunun sonucunda güçlüler ve güçlülerin soyu yaşamaya devam ederken, bu mücadele geçerli olduğu müddetçe yeni gelen her neslin gücü de artar. Gelişim budur. Ama siz köleler – kabul ediyorum, köle olmak kolay değil – siz köleler gelişim yasasının hükümsüz kaldığı, zayıfların ve güçsüzlerin yok olmadığı, bütün güçsüzlerin her gün yiyip içtiği ve aynı güçlüler gibi evlenip yeni kuşaklar ürettiği bir toplum hayal edersiniz. Peki bundan nasıl sonuç çıkar? Gelecek kuşakların güçleri artmaz, hayatları değer kazanmaz. Tersine kaybeder. Sizin o köle felsefenizin can düşmanı işte budur. Sizin köle toplumunuzun, köleler için köleler tarafından ve köleler vasıtasıyla zayıflatılması ve paramparça olması kaçınılmazdır, çünkü onu oluşturan hayat zayıflamakta ve parçalanmaktadır. Dikkat edin, biyolojiden bahsediyorum, duygusal ahlaktan değil. Hiçbir köle devleti sonsuza kadar yaşayamaz ve…’’. İşte, bu tam bir “
Jack London
Jack London
Manifestosu”dur. Tam da burada
Friedrich Nietzsche
Friedrich Nietzsche
’nin Üst-İnsan (Übermensch) kavramı devreye giriyor gibi gözüküyor. Bu durumda şu soru akla gelir; JACK LONDON, NIETZSCHE’DEN ETKİLENMİŞ MİDİR?
Friedrich Nietzsche
Friedrich Nietzsche
’nin Üst-İnsan kavramının,
Adolf Hitler
Adolf Hitler
’in Aryan Irk yaratma politikasına dahi - istemeden de olsa - ilham vermiş olması,
Martin Eden
Martin Eden
karakterinin de bu kavramdan nasibini almış olduğu kanaatini akıllara düşürecektir. M.Eden aslında Sosyalizme karşı bireyci bir karakter yaratmış olsa da Onun bireyciliği, Üst-İnsan fikrine karşıdır. J.London, eleştirmenlerle yaptığı mülakatta bu kısmın yanlış anlaşıldığını belirtmiştir. Kendi kurtuluşu için çalışan Martin Eden’ın, gözleri açılır, içine dahil olmak istediği burjuva toplumunun iç yüzünü anlar. Spoiler vermek istemediğimden dolayı bu cümleyi burada kesiyorum. Eserin sonunu okuyanlar, bu kavrama ters seyreden olayı okuduğunda daha net anlayacaktır. EVRİM TEORİSİ: 1890’lı yılların ortalarında ilkel çağlara ait insan fosili buluntuları dönemin bilim camiasını heyecanlandırmış ve
Charles Darwin
Charles Darwin
’in Evrim teorisi daha yüksek perdeden konuşulur hale gelmişti. Bu buluşlar, dönemin edebiyat dehası Jack London’u da keza etkileyecektir. Kendisi de bu etkiyi kabul edecek şöyle yazacaktır: ‘’Evrim çalışıyorum da ondan heralde. Aslında doğrusunu söylemek gerekirse, bu bakış açısını daha yeni kazandım.’’ Kitabında geçen Evrim’e ait bazı izler; ‘’Yaratılıştan bu yana geçen binlerce yılda insanoğlunun yukarı doğru tırmanışında nice acılarla elde ettiği bütün kazanımlar yitip gitmişti.’’ *Let the ape and tiger die. (
Alfred Tennyson
Alfred Tennyson
– In Memoriam Şiirinden) *İçindeki ilkel hayvanları çıkar içinden. İlkelliği bırak uygarlaş manasındadır. SİSTEM ELEŞTİRİSİ VE MARTIN EDEN’iN BİREYSELCİLİĞİ Burjuva hayatıyla ilk tanışma sonrası hal-hareketlerindeki acemi tavırları dikkat çekmiştir. Kendi sınıfının insanları ile olan iletişiminde gayet hareketleri makul ve tansiyonu normalken, içine girdiği bu yeni dünya kimyasını zorlamaktadır. J.London’ın eserdeki iç ve dış betimlemeleri takdire şayan cinsten. Satırları okurken acemi tavırlar hal ve hareketler direkt olarak gözünüzde canlanıyor. Bu tasvirle başlıyor aslında sistem eleştirisi; *Bireyselcilik ve *Sosyalizm bu eserde en çok tartışılan konular. Basit bir ifadeyle; *Bireyselcilik, en iyi yöneten devlet en az yönetendir; *Sosyalizm ise sosyal ve ekonomik çıkarların devlet tekelinde olduğu bir yönetimdir. Kendi kendine yetebilen, kendi kendini yönetebilen güçlü bireyler çoğunlukta olursa devletin otoritesine ihtiyaç da azalır. Kaba tabirle; devlet, kendi kendini gütmeyi bilmeyenleri güder. Kendi kendini güdebilen bireyler olursa devlet de o bireylerden oluşan toplumu gütme gereği duymamış olur. Yani, Martin Eden demek istiyor ki; Siz kendinizi geliştiren, kendi kendini inşa eden güçlü bireyler olursanız güdülmeniz gerek kalmaz. Hiçbir köle devleti, sonsuza kadar yaşayamaz. Bireyler, güçlü oldukça devletin de yükü omuzlarından kalkar. Güçlü bireylerin çoğunluğu, devleti de ihya eder. Güçlü bireylerden oluşan toplumlara sahip bir devlet de ‘’Güçlü Devlet’’tir. Ben ‘’M.Eden’in Bireyciliğinden’’nden bunu anladım. Yoruma açık bir konu. KENDİNİ GERÇEKLEŞTİRMEK/AŞMAK TUTKUSU: Aslen
Martin Eden
Martin Eden
, karizmatik lider özellikleri taşımaktadır. Şeytan tüyüne sahip, etki alanı geniş bireydir. Hiç de pasif tutuk bir karakterde değildir. Ancak hayat, onu bu kendi dünyasının fanusundan çıkarmış başka bir dünyanın fanusunun içine koymuştur. O, artık eski ana yurdundan çok uzakta bir yabancı gibidir. Yeni bir ortam, ''Bilinmezlik''tir. Bilinmezlik, sürekli kaygı/endişeyi doğurur. Korku duygusunu pompalar. ''Belirsizlik'' ve ''Bilinmezlik'', her canlının kimyasını bozar (alışma safhası bitene kadar). Bu başlarda olumsuz bir durum gibi gözükse de yeni bir ortamın enerjisi, sıfırdan bir mekanı/o mekanın insanlarını habitatını tanımak; hücreleri yeniler, düşünce hızlanır, taze fikirler akla akın etmeye başlar. Artık insan beyni yepyeni taze fikirlerle baraj kapakları açılmış su tribünleri gibi çağlayarak dolmaya başlar. Gelişim için kalp atışları atmaya başlar. Başarılı insanlar, sadece okumuş eğitimli insanlardan değil hayal güçleri ve zekalarını doğru kullanıp sonuca varabilenlerden oluşur. Asıl okul, hayattır. Bu okulda başarılı olmanın ilk yolu, ''merak etmek''tir. Merak, sürekli heyecan duymayı ve bıkmadan arama, ulaşma dürtüsünü tetikler. Hayal gücü, tüm bu dürtüleri aynı ortamda tutan evin çatısı gibidir. Bu çatı altında zafere giden araçların üyeleri, canlı ve sıcak kalır. Nihayetine erdiren ise ''Zekâ'' ve ''Karakter''dir. Karizma ise güçlü karakterin tılsımıdır. Martin Eden, aynı
Jack London
Jack London
gibi (ki zaten kendisidir) günde 5 saat uyur 19 saat çalışır. Böyle insanlar için hedefe odaklanmak, motive olmak ve sürekli çabalamak, karakterlerinin rutin birer parçasıdır. Kendisi bu halet-i ruhiyeyi şu şekillerde tanımlayacaktı; ‘’Çalıştıkça henüz keşfedilmemiş bilgi alanlarını görüyordu; günlerin sadece yirmi dört saat olması, artık onun müzmin bir şikâyet konusu haline gelmiştir.’’ “Buralara nereden geldiğimi biliyorum, gidecek daha çok yolumun olduğunu da biliyorum ve gerekirse dizlerimin üstünde sürünerek de olsa oraya gideceğim” (sy.148) ‘’Bir insanın ömrününün uzmanlaşmaya yetmeyeceği kadar çok konu var. Benim genel bilgiyi edinmem lazım. Uzmanların görüşüne ihtiyaç duyduğum zaman onların kitaplarına bakarım.’’ Hayallerini kaybedince hayatta tutunacak başka bir dalı olmadığını farkeden ve kendisini derinliğe salıveren saplantılı, hırslı, marazi duygusallık içerisinde kıvranan, potansiyeli çok yüksek bir roman kahramanı, Martin Eden. ''Hayattaki amacın para, şöhret ya da bir sıfat edinebilmek olmamalı. Her seferinde senin var olma amacının anlamını pekiştiren bir çabada olursan, yaşamın içinde olduğunu, evrenin bir parçası olduğunu hissedersin.'' ‘’Başka bir dünyanın gerçek ve mümkün olduğunu görmüştü ve bundan böyle yeni acılar çekecek, canını yakacak büyük gözlemlerle yanıp tutuşacak sahip olamayacağı şeylere iştahlanıp kavuşamayınca umutsuzluğa düşecekti.’’ Sy 51 ‘’Görgü kuralları kitaplarını bırakmıştı ve doğru davranışları görmek için artık gözleme başvuruyordu.’’ * * * M.EDEN (JACK LONDON) İÇİN ‘’KİTAPLARIN ANLAMI’’ NEDİR? Kitapları öven cümleleri iç ısıtıcı cinsten. Sanki kendi öz evladıymış gibi kitapları başını okşayan cümleler kurmuş. Kitapların dönüştürücü gücüne istinaden kitaplara duyduğu sevgiyi, minnetle ifade etmiş. ‘’…Kitaplar onu dört bir yandan sıkıştırıyor, eziyordu sanki. İnsanın bilgi birikiminin bu kadar büyük bir hacme ulaşabileceği hiç aklına gelmemişti. Korktu. Beyni bu kadar bilgiyi alabilir miydi? Ama sonra bunu becerememiş olan bir sürü insan olduğu aklına gelince tutkulu, büyük bir yemin etti fısıltıyla, onların yaptığını kendisinin de başaracağına ant içti.’’ OAKLAND KÜTÜPHANESİ, JACK LONDON’IN (M.EDEN) HAYATINDA NASIL BİR ROL OYNADI? Jack London, çocuk yaşta kütüphaneyi keşfeder. Kütüphaneci ise dönemin ünlü şairlerden Ina Coolbirth’ün onun için seçtiği kitaplarla başlar. Denize açılır tekrar gelir bu sefer kütüphaneci koltuğunda oturan kişi yeğeni Fred Bamford’dır. Seçtiği kitaplar ile Onun düşüncelerinin ana çatısının oluşmasına katkı sağlar. Ruth karakterine, ilham veren J.London’ın gerçek hayattaki arkadaşı, Mabble Applegarth, J.London’ın eksik olduğu dil bilgisi konularına el atar tıpkı Ruth’un M.Eden’a yaptığı gibi. Sanki organize çalışan bir takım oyuncuları gibi Applegarth’ın kütüphane yard. yeğeni Fred Jacobs, fizik kimya; Onun nişanlısı Bess Maddern da matematik branşlarına el atıp Jack’e omuz verirler. Doğru zamanda doğru insanlara karşılaşabilmek… Kaderi zorlamak… Böyle bir şey sanırım…Sebatla azim gösteren ve niyetini belli edenleri, hayatın bir gün bir yerde doğru insanlarla mutlaka buluşturmak gibi bir huyu var… Oakland Kütüphanesi, geleceğin bir edebiyat dehasının potansiyelini ortaya çıkaran bir yerdir. Kütüphanenin şefkatli elleri, dünya çapında bir usta yazar doğurmuştur. DİP NOT: Unutmadan söyleyelim; San Francisco Oakland’da Jack London Caddesi bulunuyor. Oakland Kütüphanesi, geleceğin bir edebiyat dehasının potansiyelini ortaya çıkaran bir yerdir. Kütüphanenin şefkatli elleri, dünya çapında bir usta yazar doğurmuştur. * Unutmadan söyleyelim; San Francisco Oakland’da Jack London Caddesi bulunuyor. AYDINLANMANIN İLK İŞARETLERİ – FELSEFECİLERİN SOHBETLERİ: Felsefecilerle yapılan derin sohbetler ile olan bölüm, kitapta çok orijinal bir içerik olmuş. Halk tebasında salaş ortamlarda yapılan sohbetler çok değerli. Arada güzel bir detay olarak eklenmiş kitaba. M.Eden, zaten asıl aydınlanmasını bu aydın insanların habitatının içine girince gerçekleştiriyor. Ortam onu motive ediyor. M.Eden anlıyor ki; kişilerin geldiği zümreye göre değil, karakterine, kendini geliştirme idealine, sorgulamaya adamış olmasına göre bir değerinin olduğunu görüyor. Aydınlanma yaşıyor. Bu kısımlar çok değerli. Okurken anlayacaksınız. M.Eden’ın aydınlanması aslında başkalarından istifade ettiklerini kendi içinde analiz etmesi ve ortaya bir sentez çıkarması esasına dayanıyor. Haklı olarak her insanın her şeye yetişmesi için 24 saatin yetmeyeceğini O da biliyor, cümlelerinde ifade ediyor: ‘’Binlerce araştırmacının bulgularından genel sonuçlara varıyor. Bütün o çalışmaları kendi yapmaya kalksaydı binlerce hayat yaşaması gerekirdi. Keza Darwin…. O da önce çiçekçilerin, sığır yetiştiricilerinin öğrenmiş olduğu şeylerden faydalandı.’’ Aşağıdaki satırlar ise Onun aydınlanmasını gayet yerinde tasvir eden cümlelerdir; ‘’Martin’in zihni, ilgili karşıtlık veya benzerliğin, hemen gözünün önüne gelen görüntülerle kendini ortaya koymasını sağlardı. Tamamen kendiliğinden, otomatik biçimde olurdu bu; zihninde beliren görüntüler yaşadığı anın ayrılmaz refakatçisiydi….. Bu görüntüler geçmişin faliyetlerinden ve hissiyatından, dün ve geçen hafta gördüğü şeylerden, yaşadığı olaylardan ve okuduğu kitaplardan çıkmış, uyur halde veya uyanık vaziyette, ebediyen Martin’in zihninde bekleşen çok sayıda hayallerdi.’’ BU KİTABIN TÜRÜ AYNI ZAMANDA BİR KİŞİSEL GELİŞİM KİTABI DA OLABİLİR Mİ? Başkalarının biçmiş olduğu kariyer planları, yol göstericiliği değil de kendi içgörülerinizle kendi farkındalığınızı kazanarak elde ettiğiniz uğrunda mücadele edeceğiniz idealin peşinden ısrarla gitmeniz gerektiğiniz anlatan bir eser. Özellikle, ergenlik döneminde kendini tanımak ve erken dönemde kazanılan farkındalık ilerleyen yıllarda tüm hayatınızı (sosyal,ekonomik,psikolojik…vs) etkileyeceği için hatta direkt belirleyici olacağı için böyle dönemlerde bu kitabı oku(t)mak çok önem taşıyor. Ergenlik dönemindeki genç popülasyonun belki Herbert Spencer, Nietzsche felsefesini tam olarak bilmesi beklenmeyebilir elbette ancak bir ön çalışma yapıldıktan sonra esere başlanabilir. YÜZYILIN MARAZI: KONFORMİZM HASTALIĞI Zamanında konfor alanlarını daraltabilmek ve keyfini erteleyebilmek, başarının takdir ettiği, ödüllendirdiği şık hareketlerdendir. Güvenli limanı terk etmeyenler, limanda çürümeye mahkumdurlar. Yeni yerler yeni ufukları keşfetmeden yok olup giderler. Bu aslında bir karakter meselesidir. Kimisi yolda olmaktan heyecan duyar, sabit bir yere demirlemek, asla ona göre değildir. Yol alırken önüne çıkan dalgalar, fırtınalar ona acı sıkıntı değil onlara aşacak gücünü test edecek bir ortam ve sonunda da tecrübe güç verir. Bu iki profilde de belirleyici olan ‘’Karakter’’dir. Martin Eden, tam da böyle bir karakterdir. Konfor ve rahatlıktan doğan atalete eğilimli olan insanlar, bu duyguları hissetmekten ömür boyu mahrum kalırlar. Ruth gibi gemisini Aristokrasi’nin güvenli limanlara demirleyen, sıcak ve durgun sularda yüzen bir konforlu hayatın esiri olan karakterdekilerin bu yüce duyguları anlaması asla mümkün olmayacaktır. O halde sıra geldi Ruth karaterini analiz etmeye… RUTH KARAKTERİ ANALİZİ: Ruth karakterine, ilham veren J.London’ın gerçek hayattaki arkadaşı, Mabble Applegarth’tır. Applegarth, J.London’ın eksik olduğu dil bilgisi konularına el atar tıpkı Ruth’un M.Eden’a yaptığı gibi. Ruth’a duyduğu aşk, M.Eden’ın hayatının odak noktasıdır. Bu noktadan hareketle kendini gerçekleştirmek ve aşmak duygusu ile çabalar didinir. Ruth’ta entelektüel bir hayat içinde hayal bile etmediği sıcacık harika bir güzellik bulur, Ruth karşında yaşanmaya değer, kazanmak için savaşmaya mücadele etmeye değer hatta ölmeye bile… Dünyada böyle kadınların da var olduğuna ilk kez inanır. Bu, Martin için yepyeni ilk defa tadılan/deneyimlenen bir duygudur. Ruth cephesinde ise; hayat, ciddiyetten denetimden ve kısıtlamalardan ibaret olmayanı, kaygısızca yaşanacak, altı üstüne getirilecek bir anlam kazanmıştı. Aile ekseninden çıkamamış sert kabuğunu kırmaya çalışan güzel bir kadın. Aşkın ilk kıvılcımları, sanki ilk defa tattığı bir yemek kadar hoş gelmişti Ruth’a. Hiç kirlenmemiş dokunulmamış en ilkel, en taze en temiz bir duygu ile tanışıyordu: Aşk Bu yeni duygu, her ikisi için de ‘’Ruhani birleşme’’’, ‘’Ölümsüzlük’’, ‘’Sonsuzluk’’ kavramlarına varıyordu. Özgür bir ruh yoldaşlığı… Ruth karakteri, en başlarda çekici gelse de kitabın sonlarına doğru itici bir nitelik taşımaya başlar ve okuyucuyu karakterden soğutur. Lakin Ruth, saf tertemiz aşk duygusunu terkedip tekrar özüne dönmüş yani Aristokrat dogmalarına ruhunu teslim etmiştir. Daha sonra bir yargıç ile girilen sert münakaşa sonunda rüzgâr tersten esecek, Martin ile aralarında ‘’Hakikatin şerefi’’ ve ‘’Aristokrasi’nin Onuru’’ konuları havada çarpışacak, ipler gerilecek ve sonunda kopacaktı. MARTIN: ’Hakkındaki hakikati yüzüne söyleyerek mi?’’ RUTH: ‘’Hakikat olup olmaması umurumda değil,’’ diye ısrar etti. Ruth. ‘’Terbiye nezaket denilen bir şey vardır ve senin de kimsenin onurunu kırmak gibi bir hakkın yok.’’ MARTİN EDEN’IN ‘’AŞKIN YÜCE FELSEFESİ’’ NEDİR? Aşk kavramı ile ilgili görüşlerini yansıtan en vurgulu cümle olarak kitapta şiirden bir dize göze çarpıyor: ''Tanrının çılgın aşığı, bir buseye feda eder hayatını''… ''Bu dize zihnini kurcalayıp duruyordu. Bu dizenin ne kadar güzel bir şey olduğunu düşündü ve gerçekliğine hayran oldu; Ruth'a bakarken de onun bir öpücüğü ile seve seve ölebileceğini anladı. Kendini Tanrı'nın çılgın aşığı hissetti; hiçbir şövalyelik rütbesi ona, bundan daha fazla gurur veremezdi. Sonunda yaşamın anlamını veya ne için doğduğunu anlamıştı.'' Sanırım bu, yeterince açıklıyor. Kitaptan alıntılarla ‘’Aşkın Yüce Felsefesi’’ ne göz atalım; ‘’Aşka tapıyordu. Akıl vadisinin ötesindeki dağların zirveleriydi aşkın memleketi. Varoluşun yüce hali, yaşamın zirvesiydi ve çok ender bulunurdu. Sevdiği bilimsel filozoflar ekolü sayesinde aşkın biyolojik önemini öğrenmiş ve aynı rafine bilimsel akıl yürütme süreci sayesinde insan organizmasının en yüksek amacını aşkla elde ettiği, aşkın asla sorgulanmadan hayatın en büyük mükafatı olarak kabul edilmesi gerektiği sonucuna varmıştı.’’ ‘’Şu çimler, artık onların neden çim olduğunu, güneşin, yağmurun ve toprağın gizli kimyalarıyla onları bu hale nasıl getirdiğini bildiğim için daha güzel geliyor…. Kuvvetin ve maddenin karşılıklı oyununu ve müthiş mücadelesini görünce çimler üzerinde destan yazabilirmişim gibi geliyor.’’ ‘’Tanrı’nın çılgın aşığının’’, hayatını ‘’bir buseye’’ feda edebileceğini düşünmekten büyük zevk alıyordu. Aşk – Akıl Denklemini ise şöyle açıklıyordu: ‘’Aşkın akılla alakası yoktu. İnsanın aşık olduğu kadının mantıklı düşünüp düşünmemesi önemli değildi. Aşk, aklın üzerindeydi.’’ AİDİYET SORUNSALI: M.Eden, kendini ne kendi sınıfına ne de aristokrat sınıfa ait hissediyor. Aşkın rüzgarını arkasına alarak bir ideal peşinde hep yukarıya tırmanma hali içinde. Çok kısa ve net. Başka bir şey aramanın gereği yok. İlla ki bir aidiyet aranıyorsa olsa olsa ‘’kendi kendine aittir’’ denilebilir. Karşımızda orijinal bir karakter var. Bu detay unutulmamalıdır. ‘’Yenisini bulamadığı gibi artık eski cennetinin de yerinde yeller esiyordu.’’ Sy.475 Bazı kavramlar hakkında ön bilgi edinmek, eserin okunma safhasında faydalı olacaktır: a. Bireycilik b. Varoluşçuluk c. Agnostizm d. Üst-İnsan Kavramı (Nietzche) ÇEVİRMEN FAKTÖRÜ: Döneme damgasını vurmuş düşünürlerin, yazarların, sanatçıların, felsefecilerin taşıdığı ekolleri savundukları kavramları ve neleri etkiledikleri/etkilendiklerini bildikten sonra eser, asıl keyfi veriyor. Bu hususta çevirmen faktörü devreye giriyor ve işinizi oldukça kolaylaştırıyor. Çevirmen
Levent Cinemre
Levent Cinemre
tam bir Jack London uzmanı. Kitabın arka sayfasındaki açıklamalar, olayların akışını kavramayı kolaylaştırıyor, zenginleştirilmiş bir okuma deneyimi sunuyor. Şu ana kadar hayatımda okuduğum en temiz en pürüzsüz çeviriydi. Levent Cinemre çevirilerini gördüğünüzde gözünüz kapalı alabilirsiniz. KOMBİN EDİLECEK KİTAP TAVSİYESİ: Oblomov karakteri ile tamamen tezat içindedir.
Oblomov
Oblomov
ve
Martin Eden
Martin Eden
'i arka arkaya okumak güzel bir lezzet verebilir. :) SON: Kitabın sonuna dair bir şey yazmayacağım. Yazarsam kitabı okumayanlar için spoiler vermiş olurum. En manalı kısmı ve kitabın lezzeti, kitabın sonunda. Okuyanlar biliyor. 1-) 20 yaşın biraz altı ve biraz üstü gençler; özellikle sizin okumanız gerekiyor. 2-) Varoluşçuluğu, Martin Eden’ın durumu üzerinden sorgulayın. 3-) Güçlüklerle baş edebilme kapasitenizin sınırları hakkında ne kadar bilginiz var? 4-) Martin Eden’ı okurken kendinizi terazinin diğer ucuna koyup tarttınız mı? 5-) Martin Eden’ı okurken kendinizi her zamanki normal halinizden en azından bir tık daha güçlü hissettiğiniz bir silüetinizin hayalinizde belirdiği oldu mu? Yani, tamamen ya da kısmen kendinizi Martin ile özdeşleştirdiğiniz anlar oldu mu? 6-) Martin Eden’ı okurken konfor alanınızı daralttığınıza hayali sahneler/kendi görüntüleriniz kafanızda canlandı mı? 7-) Martin Eden’ı okurken herkesin yaptığı aynı ya da benzer işlerden farklı başka bir şey ben yapabilir miyim diye kendinize sordunuz mu? Yani, herkesin gittiği yoldan ayrılıp farklılaşma hissiyatı belirdi kafanızda? 8-) Martin Eden’ı okuduktan sonra içinizde oluşan duygu öncekilerden farklı bir duygu olacaktır. Adını elbette koyamayacaksınız olsanız bile sizde de böyle bir farklı his oluştu mu? 9-) Martin Eden okuduktan sonra kafanızda ısrarla peşinden koşacağınız bir ideal/amaç için kafa yordunuz mu? (büyük ihtimalle bulamamış olsanız bile…) 10-) Bu kitabın diğer kitaplardan farkını idrak ettiniz mi? Dönüştürücü gücünü hissettiniz mi? Kitabın kapağını kapattıktan sonra normal hayata bağlanmaktan güçlük yaşayabilirsiniz. Kitabın kapağını kapatınca derin bir soluk verin ve yerinizden güçlü bir şekilde kalkın.
Jack London
Jack London
Martin Eden
Martin Eden
Martin Eden
Martin EdenJack London · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202391.3k okunma
··1 quotes·
2,388 views
Ayuzawa Kaichou okurunun profil resmi
"Başarılı insanlar, sadece okumuş eğitimli insanlardan değil hayal güçleri ve zekalarını doğru kullanıp sonuca varabilenlerden oluşur. Asıl okul, hayattır. Bu okulda başarılı olmanın ilk yolu, ''merak etmek''tir. " incelemendeki en etkileyen yer oldu. "Merak" küçücük bir kelime bir tutkuyla birleşince neler çıkıyor ortaya... Ayrıca "Kaderi zorlamak" kısmında nacizane fikrim bir konu, kavram, düşünce neyle ilgilenmeye başlıyorsan ALGIMIZ zaten onu karşımıza çıkartıyor. O yüzden şunu istedim olmadı, bunu hedefledim yok hayat şartları vs gibi sözler sadece banane geliyor. O an anlatıLan kadar istenmemiştir. Bana roman kurgu dışı kitapları nasıl keşfetiğim soruluyor mesela, çünkü o konularla ilgiliyim. Birini okuyorum başka öneri keşfediyorum, bir yazar diğerinin yolunu açıyor... Aynı şekilde bir okur diğerinin. Seni incelemelerini keşfedebildiğim için kendimi şanslı tarafa koyuyorum açıkçası 🙌🏻🙌🏻
Engin Mavi okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim güzel düşüncelerin için
Ayuzawa Kaichou
Ayuzawa Kaichou
Her bir edebiyatçı ya da filozof, kendinden sonra gelenler için onlara bir kapı açmış.
Miguel de Cervantes
Miguel de Cervantes
, edebiyatta ilk modern romanıyla bir kapı açarken;
René Descartes
René Descartes
“Düşünüyorum o halde varım!” diyerek buyrun bu kapıdan içeri girin demiş, kendinden sonrakilere nazikçe yol göstermiştir; Sonrasında ise
René Descartes
René Descartes
ın açtığı bu büyük kapıdan Dünya felsefe tarihine yön veren, kalıcı izler bırakan nice büyük filozoflar geçecekler ve ona her daim minnet duyacaklardır. Günümüzde bizim içinse bu boşluğu https://1000kitap.com/bidunyakitapgrubu dolduruyor, okuma heyecanı taşıyan insanları ortak paydada buluşturuyor ve
Martin Eden
Martin Eden
romanındaki o klasikleşen cümlenin içini tamamen dolduruyor: "Seni kitap okuyan insanlara tanıştıracağım. Hayat, ancak böyle insanlarla bir araya geliyorsan yaşamaya değer." Her birimiz birbirimizden aldığımız ışıkla aydınlanıyoruz. Bu bir süreç. İyi ki varsınız. Teşekkürler
Ayuzawa Kaichou
Ayuzawa Kaichou
🙏🏻 Coğrafya kader midir? diye meşhur bir soru vardır ya hani; Coğrafya’dan kasıt; sadece mekansal şartlar değil, her türlü içinde bulunulan mevcut olumsuz şartlardır. Eğer ki bir insan gerçekten yürekten isterse ve yorulunca değil de bitirince bırakırsa, coğrafya yani şartların kaderin değildir. Martin Eden roman karakteri, aslında tam olarak her birimizin yüzüne tokat gibi çarpmıştır bunu romanda. Bahaneler, her zaman bulunur; konfor alanını terk edebilmek, kabuğunu kırabilmektir, en büyük başarı. Güvenli limanı terk etmeyenler, o limanda çürümeye mahkumdurlar.
Esra Doğan okurunun profil resmi
İnceleme sayesinde kitabı okurken derin şekilde düşünmediğim pek çok şeyi düşündüm. Gerçekten kitabı adeta karşınıza alıp tüm olabilecek anlamlarını tek tek çıkarmış gibisiniz. Emeğinize , zihninize sağlık . Okuduğum en iyi incelemelerden.
Engin Mavi okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim 🙏🏻 Sizin incelemelerinizi dikkatle takip ediyorum. Nokta atışı tespit yapıp çekirdek düşünceyi oldukça güzel işliyorsunuz. Elinize sağlık 🙏🏻
1 next answer
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.