Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

KİLİSENİN TANRI'NIN ÖNÜNDEKİ İŞİ VE SORUMLULUĞU
Efesliler 6:10-12 ayetlerini okuduğumuz zaman kilisenin işinin ve sorumluluğunun ruhsal savaş olduğunu anlarız. "Son olarak Rab'de, O'nun üstün gücüyle güçlenin. İblis'in hilelerine karşı durabilmek için Tanrı'nın sağladığı bütün silahları kuşanın. Çünkü savaşımız insanlara karşı değil, yönetimlere, hükümranlıklara, bu karanlık dünyanın güçlerine, kötülüğün göksel yerlerdeki ruhsal ordularına karşıdır." (Efesliler 6:10-12) Bu savaştaki hasımlar etten ve kandan değildir, onlar havada yaşayan ruhsal varlıklardır. Efesliler 6:13-15. ayetlerini okuyalım: "Bu nedenle, kötü günde dayanabilmek, gerekli her şeyi yaptıktan sonra yerinizde durabilmek için Tanrı'nın bütün silahlarını kuşanın. Böylece, belinizi gerçekle kuşatmış, göğsünüze doğruluk zırhını takmış ve ayaklarınıza esenlik Müjdesi'ni yayma hazırlığını giymiş olarak yerinizde durun." Burada bize saldırmamız değil, yerimizde durmamız bildiriliyor. Bu ruhsal savaş bir saldırı değil, bir savunmadır. Çünkü Rab İsa zaten savaşmış ve zafer kazanmıştır. Kilisenin dünyadaki işi yalnızca Rab'bin zaferini sürdürmektir. Rab bu savaşı önceden kazanmıştır, kilise ise bu zaferi sürdürmekle sorumludur. Kilisenin işi, iblisi yenmek değil, Rab tarafından yenilmiş olan iblise karşı direnmektir. Kilisenin işi güçlü adamı bağlamak değildir. Çünkü güçlü adam zaten bağlanmıştır. Kilisenin görevi onun serbest kalmasına izin vermemektir. Saldırmaya gerek yoktur, yalnızca denetim altında tutmak yeterli olacaktır. Ruhsal savaşın başlama noktası, Mesih'in zaferini temel alarak dimdik ayakta durmaktır. O'nun zaten galip geldiğini anlamaktır. Bu savaşta önemli olan Şeytan'la başa çıkmak değil, Rab'be güvenmektir. Zaferi kazanacağımızı ümit etmemize gerek yoktur. Çünkü zafer zaten kazanılmıştır. İblis hiçbir şey yapamaz. Kilisenin işi ve sorumluluğu ruhsal savaştır. Bu savaş Tanrı'nın yetkisi ile Şeytan'ın gücünün çatışmasıdır. Şimdi de kilise ile Tanrı'nın Egemenliği'nin arasındaki ilişkiyi ele alacağız. Bazıları Tanrı'nın Egemenliği'nin yalnızca ödüllerden ibaret olduğunu sanır. Bu Tanrı'nın Egemenliği'ni hakir gören bir düşüncedir. Rab İsa Tanrı'nın Egemenliği'ni bir keresinde şöyle açıklamıştır: "Ama ben cinleri Tanrı'nın Ruhu'yla kovuyorsam, Tanrı'nın Egemenliği üzerinize gelmiş demektir." (Matta 12:28) Tanrı'nın Egemenliği nedir? Şeytan'ın gücünün Tanrı'nın gücü tarafından çökertilmesidir. İblis'in belli bir yerde kalacak hali kalmadığı zaman oraya Tanrı'nın Egemenliği gelmiştir. İblis nereden dışarı atılırsa, düşmanın işi Tanrı'nın gücü tarafından nerede yerinden edilirse, Tanrı'nın Egemenliği de oradadır. Vahiy 12:9-10'da şöyle yazılıdır: "Büyük ejderha –İblis ya da Şeytan denen, bütün dünyayı saptıran o eski yılan– melekleriyle birlikte yeryüzüne atıldı. Bundan sonra gökte yüksek bir sesin şöyle dediğini duydum: “Tanrımız'ın kurtarışı, gücü, egemenliği Ve Mesihi'nin yetkisi şimdi gerçekleşti. Çünkü kardeşlerimizin suçlayıcısı, Onları Tanrımız'ın önünde gece gündüz suçlayan Aşağı atıldı."" 10. ayetteki "çünkü" sözcüğüne dikkat edelim. Tanrı'nın Egemenliği gelebilir, "çünkü" Şeytan aşağı atılmıştır. Şeytan yerini kaybetmiştir ve artık orada barınamaz. O anda gökte yüksek bir sesin şöyle dediği duyulur, "Tanrımız'ın kurtarışı, gücü, egemenliği ve Mesihi'nin yetkisi şimdi gerçekleşti." Tanrı'nın Egemenliği o zaman oraya geldiğinden Şeytan o zaman orada yerinden edilir. Şeytan, Tanrı'nın Egemenliği'nin olduğu yerde duramaz. O halde Kutsal Yazılar'a göre Tanrı'nın Egemenliği'nin esas anlamı Şeytan'nın yok edilmesiyle ilgilidir. Ferisiler, Tanrı'nın Egemenliği'nin ne zaman geleceğini sorduğunda Rab İsa şöyle yanıtlamıştır: "Tanrı'nın Egemenliği göze görünür bir şekilde gelmez. İnsanlar da, 'İşte burada' ya da, 'İşte şurada' demeyecekler. Çünkü Tanrı'nın Egemenliği aranızdadır." (Luka 17:21) Rab İsa "Tanrı'nın Egemenliği aranızdadır" sözleriyle ne demek istiyor? O, "Ben buradayım" diyor. Tanrı'nın Egemenliği'nin Ferisiler'in arasında olamayacağını elbette biliyoruz. Tanrı'nın Egemenliği o gün oradaydı. Çünkü Rab İsa onların arasındaydı. Rab İsa onların arasındayken Şeytan orada duramazdı. Rab İsa şöyle bildirdi: "Artık sizinle uzun uzun konuşmayacağım. Çünkü bu dünyanın egemeni[Şeytan] geliyor. Onun benim üzerimde hiçbir yetkisi yoktur." (Yuhanna 14:30) Rab İsa neredeyse, Şeytan oradan kaçmak zorundadır. Luka 4. bölümde kötü bir ruhun tutsağı olan adam anlatılır. Kötü ruh Rab İsa'yı görünce nasıl bir tepki verdi? Rab, onu kovmak için henüz bir şey söylemeden, kötü ruh, "“Ey Nasıralı İsa, bırak bizi! Bizden ne istiyorsun?” diye bağırdı. “Bizi mahvetmeye mi geldin?" (Luka 4:34) Rab'bin olduğu yerde kötü ruhlar barınamaz. Rab İsa'nın varlığı Tanrı'nın Egemenliği'ni temsil eder. O, Tanrı'nın Egemenliği'dir. Rab İsa neredeyse Tanrı'nın Egemenliği de oradadır. Bunun bizimle ilgisi nedir? Vahiy 1:5-6'da şöyle yazılıdır: "Yücelik ve güç sonsuzlara dek, bizi seven, kanıyla bizi günahlarımızdan özgür kılmış ve bizi bir krallık haline getirip Babası Tanrı'nın hizmetinde kâhinler yapmış olan Mesih'in olsun!" 6. ayetteki "krallık" ifadesine dikkatinizi çekerim. Bu da bize Tanrı'nın Egemenliği'nin yalnızca Rab İsa'nın değil, kilisenin bulunduğu yerde de var olduğunu gösterir. Sadece Rab İsa, Tanrı'nın Egemenliği'ni temsil etmez, kilise de Tanrı'nın Egemenliği'ni temsil eder. Burada önemli olan şey gelecekte alınacak bir ödül ya da egemenlikte bir mevkii ya da bunların ne kadar büyük ya da küçük, ne kadar yüksek ya da alçak olacağı değildir. Hayati konu Tanrı'nın kendi Egemenliği'ni kilisenin temsil etmesini istemesidir. Kilisenin dünyadaki işi Tanrı'nın Egemenliği'ni getirmektir. Kiliseni bütün işleri Tanrı'nın Egemenliği ilkesine göre yönetilir. İnsanların kurtuluşa yönlendirilmesi de, kötü ruhların kovulması da, kısaca bütün işler bu ilkeye bağlıdır. Her şey Tanrı'nın Egemenliği ilkesine bağlı olmalıdır. İnsanları niçin kurtuluşa yönlendirmeliyiz? Bunu sırf insan kurtuluşa muhtaç diye değil, Tanrı'nın Egemenliği için de yaparız. Hizmet ettiğimiz zaman bu ilkeye daima bağlı kalmalıyız ve Şeytan'ın gücünü yok etmek için Tanrı'nın Egemenliği'ni kullanmalıyız. Rab şöyle dua etmemizi ister: "Göklerdeki Babamız, Adın kutsal kılınsın. Egemenliğin gelsin. Gökte olduğu gibi, yeryüzünde de Senin istediğin olsun." (Matta 6:9-10) Tanrı'nın Egemenliği'nin gelişi kendinden gerçekleşiyor olsaydı, Rab bize bu şekilde dua etmeyi öğretmezdi. Rab böyle dua etmemizi söyleyerek bunun kilisenin işi olduğunu gösterir. Kilise elbette Müjde'yi duyurmalıdır ama daha fazla Tanrı'nın Egemenliği'nin gelmesi için dua etmelidir. Bazıları dua edilse de edilmese de Egemenliğin kendiliğinden geleceğini sanır. Ancak eğer Tanrı'yı tanıyorsak, asla böyle bir şey söyleyemeyiz. Tanrı'nın çalışma ilkesi kendi halkının harekete geçmesini beklemektir. Bunun ardından O harekete geçecektir. Tanrı, İbrahim'e İsrail halkının kendilerine eziyet eden ulustan kurtulacağını bildirdi. Bu bildirimi ancak dört yüz otuz yıl sonra gerçekleşti. İsrail halkı Tanrı'ya yakardıklarında, Tanrı onların yakarışlarını duydu ve kurtarmak için geldi. Yakarsak da yakarmasak da işlerin kendiliğinden olacağını asla sanmayalım. Tanrı, insanın kendisiyle işbirliği yapmasını ister. Tanrı'nın halkı harekete geçtiği zaman Tanrı'da harekete geçecektir. Tanrı'nın halkı Mısırdan ayrılmaları gerektiğini anladığı zaman (halkın tümü bunu anlamasa da bazıları anlamıştı) Tanrı'ya yakardılar. Tanrı bunun üzerine onları kurtarmak için harekete geçti. Rab İsa'nın doğumu bile Tanrı'nın halkından bazılarının O'nunla işbirliği yapmasının sonucunda gerçekleşti. Yeruşalim'de İsrail'in avutulmasını özlemle bekleyen insanlar vardı. Rab bu yüzden doğdu. Tanrı'nın amacı kendi Egemenliği'nin gelmesi olsa bile, bu konuda O'nun üzerine düşen yeterli değildir. Tanrı kilisenin kendisiyle birlikte çalışmasını ister. Kilise dua aracılığıyla Tanrı'nın Egemenliği'nin gücünün tüm dünyada açığa çıkmasını sağlamalıdır. Rab geri döndüğü zaman dünyanın krallığı Rab'bin ve Mesihi'nin Egemenliği olacaktır. "Yedinci melek borazanını çaldı. Gökte yüksek sesler duyuldu: “Dünyanın egemenliği Rabbimiz'in ve Mesihi'nin oldu. O sonsuzlara dek egemenlik sürecek.”" (Vahiy 11:5) Kilisenin işi Tanrı için durmak ve Şeytan'a meydan vermemek olduğuna göre bu işi başarmak için ne tür bir yaşam sürdürmeliyiz? Günahlarımızı ve adaletsizliğimizi halletmeliyiz, Tanrı'ya olan adanmışlığımız tam olmalıdır, benliğe göre yaşam tamamen öldürülmelidir ve eski yaradılışımız terk edilmelidir. Ruhsal savaşta beden gücünün hiçbir faydası yoktur. "Ben" Şeytan'a direnemez. "Ben" tamamen yok olmalıdır! "Ben" yok olduğunda Rab İsa gelecektir. "Ben"in olduğu her yerde başarısızlık vardır. Rab İsa geldiği zaman ise zafer vardır. Şeytan yalnızca tek bir kişiyi yani Rab İsa'yı tanır. Biz Şeytan'a karşı koyamayız. Şeytan'ın ateşli okları etimizi delebilir ama Tanrı'ya hamdolsun ki zafer kazanmış olan Mesih'i giyinebiliriz. Mesih'in geri döneceğine inanırız ama yerimizde durup hiçbir şey yapmadan bekleyerek O'nun geleceğini düşünürsek çok yanılırız. Hayır! Kilisenin tamamlaması gereken bir işi vardır. Mesih'in Bedeni olarak hep birlikte Tanrı'yla çalışmayı öğrenmek zorundayız. Kurtulmanın yeterli olduğunu asla düşünmeyelim. Kurtuluş tek başına yeterli değildir. Tanrı'nın gereksinimiyle ilgilenmeliyiz. İnsanın düşünün iki sonucu oldu: Birinci sonuç insanın ahlaki sorumluluğu idi, diğeri ise Şeytan'ın yeryüzünde yetkiyi ele geçirmesiydi. Bir yandan insan kayba uğradı, öte yandan Tanrı da kayba uğradı. Kefaret insanın ahlaki sorumluluğuna ve uğradığı kayba ilişkin sorunu çözer ama Tanrı'nın uğradığı kayıp kefaretle giderilemez, bu kayıp yalnızca Egemenlikle giderilebilir. İnsanın ahlaki sorumluluğu çarmıh aracılığıyla halledilmiştir. Şeytan'ın yetkisi ise Tanrı'nın Egemenliği tarafından yok edilecektir. Kefaretin hedefinde insan vardır, Tanrı'nın Egemenliği'nin hedefi ise Şeytan'ın üstesinden gelmektir. Kefaret, insanın kaybettiğini geri kazandırdı; Egemenlik ise Şeytan'ın kazandığını mahvedecektir. Şeytan'ın yetkisini yok etme sorumluluğu başlangıçta insana verilmişti ama insan düştüğü için bu yetkiyi Şeytan'a bıraktı, hatta onun kölesi oldu. Şeytan güçlü adam oldu, insansa onun talan ettiği mal oldu. “Bir kimse güçlü adamın evine girip malını nasıl çalabilir? Ancak onu bağladıktan sonra evini soyabilir." (Matta 12:29) Bu durum Tanrı'nın Egemenliği tarafından düzeltilmeyi beklemektedir. Eğer Egemenlik olmazsa, insanın düşüşüyle Şeytan'ın işi çökertilemez. Yeni bir gökle yeni bir yeryüzü kefaretin tamamlanmasının hemen ardından ortaya çıkmadı. Çünkü Şeytan'ın yarattığı sorun henüz giderilmemişti. Yeni gökle yeni bir yeryüzünün ortaya çıkmadan önce Egemenlik'in gelmesi gerekir. Vahiy 11:15'te şöyle yazılıdır: "“Dünyanın egemenliği Rabbimiz'in ve Mesihi'nin oldu. O sonsuzlara dek egemenlik sürecek.”" Egemenlik gelir gelmez, sonsuzluk da getirilir. Tanrı'nın Egemenliği ve sonsuzluk birbiriyle bağlantılıdır. Tanrı'nın Egemenliği'nin yeni bir gökle yeni bir yeryüzünün girişi olduğunu söyleyebiliriz. Vahiy 21. ve 22. bölümlerde yeni bir gökle yeni bir yeryüzünün Egemenlik'in ardından görüneceği anlatılır. Yeşaya 65. bölümde ise Egemenlik yeni bir gökle yeni bir yeryüzü olarak tasvir edilir. Bu da peygamber Yeşaya'nın, Egemenlik'i yeni bir gökle yeni bir yeryüzünün girişi olarak gördüğü anlamına gelir. Dolayısıyla, Egemenlik başladığı zaman yeni bir gökle yeni bir yeryüzü de başlayacaktır. Tanrı gözlerimizi açsın ki her şeyin merkezinde olduğumuzu sanmayalım. Niçin kurtarıldık? Cehenemme gitmemek için mi? Hayır, merkezi önem taşıyan bu değildir. O zaman İsa Mesih bizi niçin kurtarmak istedi? Bu soruyu biri insanın, diğeri Tanrı'nın bakış açısıyla olmak üzere iki şekilde yanıtlayabiliriz. Bir şeye iki farklı açıdan bakıldığı zaman o şey farklı bir ışık altında görülür. Konuyu yalnızca insanın bakış açısıyla değerlendirmemeliyiz, Tanrı'nın bakış açısıyla da görmeliyiz. Aslında insanın kaybının giderilmesi Tanrı'nın kaybının giderilmesi için gerçekleşmiştir. Tanrı'nın kaybı Egemenlik aracılığıyla yerine konulmalıdır. Tanrı günümüzde Rab İsa'nın zaferini paylaşmamızı sağlamıştır. Bu zaferin görüldüğü her yerde, Şeytan kaçmak zorunda kalmıştır. Yapmamız gereken sarsılmaz bir duruş sergilemektir. Çünkü Rab İsa zafer kazanmıştır. Rab İsa sağladığı kefaretle iblisin yetki alanını yok etmiştir. Şeytan'ın hakimiyeti kefaret aracılığıyla sona erdirilmiştir. Kefaret Şeytan'ın yetkisinin elinden alınma cezasıydı. Bu cezanın infaz edilme sorumluluğu ise kilisenindir. Tanrı kilisenin bu görevini layıkıyla yerine getirdiğini gördüğü zaman Egemenlik gelecek ve bunu yeni bir gökle yeni bir yeryüzü, Vahiy kısmındaki yeni bir gök ve yeni bir yeryüzüne öncülük edecektir. Günümüzde kefaret ve Egemenlik arasındaki yolun ortasındayız. Geriye baktığımızda kefareti görüyoruz; ileriye baktığımızda ise Egemenlik'i görüyoruz. Sorumluluğumuz iki yönlüdür. Bir yandan insanları kurtuluşa yönlendirmemiz, öte yandan Egemenlik için sarsılmaz bir duruş sergilememiz gerekir. Rab tarafından kiliseye verilmiş olan bu sorumluluğu ve görevi layıkıyla anlamamızı diliyorum. Tanrı'nın Egemenliği'nin ne olduğunu tekrar gözden geçirelim. Tanrı'nın Egemenliği, Tanrı'nın kendi yetkisini kullandığı alandır. Aramızda böyle bir Egemenlik'in olması gerekir. Tanrı yetkisini göklerde kullandığı gibi, aramızda da kullanmalıdır. Tanrı yetkisi, gücü ve yüceliği aramızda tam anlamıyla görülmelidir. Bunun için hem Efesliler 5. bölümde belirtildiği gibi Tanrı'nın isteğine uygun bir yaşam sürdürmeliyiz, hem de Efesliler 6. bölümde bize açıklanmış olan sorumluluğumuzu üstlenmeliyiz. O takdirde yalnızca görkemli, kutsal ve lekesiz bir kilise olmakla kalmaz, Tanrı'nın Egemenliği'nin gelmesi için O'nunla işbirliği yapan ve Şeytan'ın zarar uğramasına neden olanlar oluruz.
Sayfa 64 - AKARSU YAYINLARIKitabı okudu
·
242 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.