Gönderi

Ne demek?" diye sordu Cemil Bey. Başını iki elinin arasına almıştı. "Şu demek: Ben bunu ayartamıyorum. İçinde bir şey yok demek. Boş eve hırsız girer mi? Hırsız ne yapar? Olanı çalar, kişinin putlaştırdıklarını çalar. Şeytan diyor ki ben bu eve girdim, evde hiçbir şey yok. Şimdi Allah ne yaptı?" "Ruhundan üfledi." "Aferin sana, bildin. Ruhundan üfledi. O an'a kadar kap bomboştur. Bir oluşum var ama kap boş. Bugün için bir ustanın önünde oturan talebe gibi görebiliriz bunu. Önce inşa edileceksin. Emanet verilecek. Ondan sonra esmaya muhatap olacaksın." "Üfledi. 'Hu,' ile üfledi. Esma gibi olmamız lazım. Artık menkıbesi başladı insanoğlunun. Âdem esmayı öğrendi ve dedi ki..." Bir an durdu meçhul adam, sonra Cemil Bey'e bakarak konuşmaya devam etti. "Hadi söyle. Bak, sınav var orada. Hadi söyle." Cemil Bey susuyordu. Gökyüzünde bir şimşek daha çaktı. Ardından büyük bir gürültü koptu. Cemil Bey'in suskunluğunun üzerine meçhul adam konuşmasını sürdürdü. "İşte muhataptaki menkıbenin gelişimi böyle başlıyor. Yani kişinin yolculuğu önce bir ustanın önüne gelip toprak gibi dingin, durgun ama üzerinde çeri çöpü, taşı olmayan, her şeyi temizlenmiş, üstüne atılacak tohumu kabul edebilecek bir kıvama geçtiğinde çiftçi çıkıp tohumu atıyor. Ve sen bunu yaşadığın vakit artık muhatapsın. Bak, bunu görüyor musun? Yaratılış'ı!" “bilenden bilmeyene, bilmeyenin bilen olmasına ve bilenin yine bilmeyene naklidir bu.""Rahlenin üzerinde niye oturuyor?" "Rahle neydi? Kuran'ı koyduğumuz sehpa. Aslında orda okuyacağın sensin. Sendeki dünyayı ve aklı okuyacaksın. Akıl ol, aklını okuyacaksın. 'Kadın,' akıl, senin kadın olan tarafındır. Dünya tarafındır. "Peki, yerdeki açılmış kitaplar?" "Bu kitaplar bu yolda beni buraya kadar getirdi. Ama artık vazi- feleri bitti manasındadır. Bu yüzden Mevlana, Şems-i Tebrizi ile karşılaştığında Şems-i Tebrizî ona 'Bu kitapları niye okuyorsun?" diyerek hepsini havuza atmıştı ya, işte o. Artık kendine dön. Teferruatlar üzerindesin. Artık kendine dönme zamanın. At bu kitapları manasındadır.""Yerdeki kitaplardan biri Kur'an değil mi?" "Bak bakalım, okuyabiliyor musun?" Cemil Bey masasının üzerinden büyüteci alıp tabloya yaklaştı. Büyüteci gözüne yaklaştırıp kitapların üzerinde dolaşmaya başladı. "Tezhibinden, şeklinden, besmeleyi hafif görmenden ötürü buna Kur'an diyemezsin. Sağ tarafındaki Zend-i Avesta yani Zerdüşt dininin kitabı, diğeri Budizm kitabı Sakiya Muni. Şimdi anladın mı? O yanmak üzere bir kandildi, ateş yoktu." Cemil Bey gözünden büyüteci çekti, meçhul adama dönüp sordu: "Peki, neden mihrapta?" "E, merkez nokta orası. Rabbe neyle gideceksin sen? Kendi içindeki kendi aklınla. Yani benliğini bulacaksın. Bir ben var benden içeri. Yolculuk sana başlayacaksa sen kendi içindeki yapını göreceksin. Çünkü o, senin aşaman. O aşamaya gelip gördükten sonra o yolda gideceksin." "Yani sıçrama tahtası gibi?" "Sıçrama tahtası sensin. İşte Muhyiddin Arabi hazretlerinin söyle- diği söz: 'Ben Allah'a kadınımla varırım,' yani roketin itiş kuvveti." "Peki, bu sözü söylediği dönemde anlaşıldı mı?" Cemil Bey hâlâ ayakta duruyordu. "Anlaşılsaydı 'Sizin iman ettiğiniz Allah ayaklarımın altında, dediği vakit o altının ne olduğunu anlayıp gerçekten Muhyiddin Arabi'nin ne olduğunu bilirlerdi. Anlayamadılar. Anlayamazlar, zira bilgi sarladır. Sen de bu söylediklerimin detayını tam olarak anlayama- yacaksın. Hallac-o Mansur'u anladılar mı? Akıl onu anlayabilecek çağda ise ancak anlaşılır. Bu yüzden seninle karşılaşmamız tesadüf değil. Alacağın yerde bilgi havuzu açılmıştır. Gerisi bahanedir. "Peki, bu kırmızı elbiseli kaplumbağa terbiyecisi?" "Onun adı Kaplumbağalı Adam'dır." Biraz önce bu minvalde yaptıkları konuşmadan ders almış olacak ki üstelemedi Cemil Bey. Başıyla onayladı. "Aşk artık yükseldi, aşka geldi, güneşe. Yani tasavvuf yolunda, insan olma yolunda ilerliyor. Yani eşyanın hakikatini öğrenmeye başladı." "Ney peki?" "İnsan ruhuna üflemeyi anlatır. Neydeki delik sayısı insandaki delik sayısı ile aynıdır." "Kaplumbağalar?" "Dünyanın en zor eğitilebilen varlıklarıdır. Ama bir özelliği vardır, evinin içinde yaşar. Gönlü temsil eder." "Yani insanı." "Bildin. Yani insanı. Ama çok zor bir eğitimdir. Mesela kaplum- bağaya ip atlamayı öğretemezsin. Bir insanı da tutkularından çok zor ayırırsın. İnsan der, karımı çok seviyorum. Karın senin değil ki, benim, der Allah. Her şey Allah'ın değil mi?" "İki şeyi gösterir. Bir ben keşküldeyim, hâlâ fakirim ve dışarıdan besleniyorum. İkincisini söylemeyeceğim." "Sırtındaki tas?" Sustular. Suskunluğu Cemil Bey'in sorusu bozdu. "Peki, bu neyi anlatır?" Yine Osman Hamdi Bey'in Kuran Okuyan Adam tablosunu so- ruyordu. "Bu aslında Osman Hamdi Bey'in kendini resmettiği bir tablodur. Halıya dikkat et bak, bir parça kaymış. Yani uzun zamandır Kur'an okuyor anlayacağın. Demek istiyor ki rahleye geldim artık. Rahlede Kur'an okuyorum, Kuran'ın içindeki sırlara vakıf olmaya başladım. Çünkü bak elbisem sarı, diyor." "Yani?" "Sabırlı ol, anlatacağım. Artık eşyanın hakikatini çözüyorum. Anla- tılanları ve gerçeği görmeye başladım. Bak, bu yüzden çehresinde tebessüm var. Bak, orada vazo var. Ömer Hayyam'ın kabını görü- yorsun artık, değil mi? Vazo burada oldu çömlek. Peki, çömleğin içinde neden çiçek yok? Diyor ki, sen benim için çömleksin, ben sana mesajı verdim. Demek ki ressam bir şey anlatıyor. Ressam kitap yazmamış, resim yapmış. Allah da resim yapmış, bakmış anlamıyorlar, anlatanı göndermiş. Sonra demiş, kitap gönderelim, insanlar okusunlar." "Anlamış mı insan?" diye sordu Cemil Bey. "Anlayamamış. Ama 'Dilediğimi dilediğime veririm,' derken de seçmiş. Hepsinin anlamasını istememiş ki. Isteseydi herkes peygamber olurdu. Kaç milyar insandan bir tane değil mi?”"Tabii ki benim parçam, benim zıttım diye gözükmez, benim em- rimdedir. O olmazsa itme ve tepki olmaz. Ona da ihtiyaç var. Çünkü âlemin ortaya çıkışı için itmeye ihtiyaç vardı. Saptırıcı olmazsa çıkmaz dışarıya. Ona ihtiyaç var. O yüzden resmederken yüzün bir tarafi melek bir tarafı şeytan olarak görülür. Celalinden cemaline, Senden Sana sığınırım. Anladın mı şimdi?"Gitmek gerek yani?" “Gitmeye gerek yok, o seni bulur. Seçtiyse bulur.” "Peki, senin varlığının sebebi ne şu an?""O sana anlatmamı istediği için. Türevini türetmek için. O devam- dur, sen ise yoksun. Ortaya çıkış için sadece bir vücutsun. Ama sen sendekini keşfedersen sen O'sun. Ama O sen değilsin şu anda.” "Aslında gitmek ile varmak aynı anda mı?" "Gitmek diye bir şey yok ki. Sen sende olana gitmezsin ki. Sen sende olanı sadece bilirsin. Bilinmek, bildirmek. Bildirmek için sana elçisini gönderir. Sen zaten benim için seçilmişsin Cemil. Ben sadece unuttuğun için sendeki seni tekrar sana hatırlatmaya çalışıyorum. Ruhlar âleminde biliyordun da bu bedene girince niye unuttun. Soyut kavramların somutun içinde yokluğa düşmesinin sebebi ne? Seni sana hatırlatmak için ne yapmamız lazım? Ruhlar Alemindeyken hepimiz yan yanaydık, çok güzel. Ne dedi? 'Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" 'Belâ.' Bedene girdik, neden unuttuk birbirimizi? Peygamberler bir uyarıcıdır; tebliğci 'Gidin tebliğ edin, onlar beni unuttu,' der Allah. Yani bir âlem düşün ki o soyut âlemdeki varlığını bilen, somut âleme geldiğinde kendini unutan oldu. Sana seni hatırlatmak için uyarıcı gönderdi." “Sen bensin, ben de senim.”
Sayfa 192Kitabı okudu
·
183 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.