“Sünnet-i Seniyenin içinde en mühim olanları İslâmiyet alâmetleri olan şeaire taalluk eden sünnetlerdir.
Şeair, âdeta hukuk-ı umumiye (umumun hakkı) nev'inden cem'iyete (topluma) aid bir ubudiyettir.
Birisinin yapmasıyla o cem'iyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umum cemaat mes'ul olur. Bu nevi şeaire riya giremez ve ilân edilir. Nafile nev'inden (ezan gibi sünnet türünden) de olsa, şahsî farzlardan daha ehemmiyetlidir.”
Yine Bediüzzaman Hazretleri şöyle der: “İfrât ile tarîkat taassubu taşıyanların bir kısmı, âdâb ve evrâd-ı tarîkatı sünnet-i seniyeye tercîh etmekle sünnete muhâlefet edip, sünneti terk eder.
Fakat virdini bırakmaz. O suretle şeriat adaplarına bir lâkaydlık vaz‘iyeti gelir, tehlikeye düşer. Çok sözlerde isbat edildiği gibi ve İmâm-ı Gazâlî (ks) ve İmâm-ı Rabbânî (ks) gibi muhakikîn-i ehl-i tarîkat derler ki:
“Bir tek sünnet-i seniyeye uyma noktasında hâsıl olan makbûliyet, yüz husisi adap ve nafileden gelemez.
Bir farz bin sünnete tercih edildiği gibi, bir sünnet-i seniye dahi bin âdâb-ı tarikata müreccahtır tercih edilir.” demişler.
Üstadımızın dediği gibi; nasıl şahsa ait hukuk ile ve bir çeşit de Allah’ın hakkı sayılan topluma ait hukuk namında iki türlü hukuk vardır; öyle de: İslami meselelerin bir kısmı, şahısları alakadar eder onları bağlar. Bir kısmı da genel olarak bütün toplumu alakadar eder ki; onlar şeâir diye tabir edilen İslamiyet’in alametleridir. Bu şeâirde herkesin hissesi bulunduğundan bunlar bütün topluma aittir.
Herkesin rızası olmazsa onlara ilişmek, herkesin hukukuna tecavüzdür. O İslamî alametlerin en küçüğü, en cüz’îsi ve sünnet kabilinden bir meselesi dahi İslamiyet’in en büyük bir mes’elesi hükmünde kıymet ifade eder. Doğrudan doğruya bütün İslâm Âlemi’ni ilgilendirdiği gibi, Asr-ı Saadet’ten şimdiye kadar bütün eazım-ı İslâm’ın, İslâm büyüklerinin bağlandığı o nuranî zincirleri koparmaya, tahrip edip değiştirmeye çalışanlar ve onlara yardım edenler düşünsünler ki, ne kadar dehşetli bir hataya düşüyorlar. Ve zerre miktar şuurları varsa, titresinler…”