Gönderi

168 syf.
·
Not rated
“Ölüm” geldiğinde sen gitmiş olacaksın!
Ölüm asla tek başına bir olgu olmadı. Doğanın bir rasyonalitesi içinde olması yanında ölüm geride kalanlar için daima bir muamma olmuştur. Anlamlar yükleriz; hayatı çıkarırız içinden, cezalar biçeriz ölüm üzerinden, insan cesetlerine elimizi koyup politika yaparız, bazı ölümleri kutsar bazılarına “kayıp” gözüyle bakarız, savaş meydanında rakamdır ölümler, yaşadıklarımızın sağlaması gibi de bakarız çoğu zaman. Oysa Dünyayı depolanacak bir envanter, imgelerle ele geçirilebilecek bir parça, simgesel düzenin anlamlarıyla doldurulacak bir boşluk, bir artı ürün üretim merkezi, hizaya sokulacak bir yapıt olarak görmek yerine, ölümün sınırında buluşanların oluşturduğu, hiçbir yere sığmayan, sığamayan hiçbir anlamla, dolmayan, anlamlara karşı bağışık olanların oluşturduğu bir cemaat: gerçek olanın tutkusuyla yananların cemaati, ölüm cemaati, kalmayıp, geçip giden, yanıt oluşturmaktan imtina ettiği için eserin izini bile silebilen bir cemaat olarak görmek gerekir. O zaman “ölmeden önce ölmenin” anlamını çözeriz belkide. Dünyaya geldiğimiz doğru ve öleceğimizde bir gerçek arada yaşananların hemen tamamı kurgudur oysa. Bir akışın kesilmesidir varlığımız. Araya yeni bir akışın girmesidir. Dünya bizimle anlamlıdır bizim için. Doğduğumyz anda bir dünyaya fırlatılırız ve aslında iki ölüm arasıdır yaşam. Anne karnında ölüp dünyada yeniden başlarız yaşamaya ve her anne bir ölüm doğurur ister istemez. “Yaşadığı sürece her sabah ilk karşılaştığı kişi aynada kendisi olacak, her sabah kendini bir imge olarak örgütlemekle güne başlayacaktır. Anneye ya da babaya hoş görünmekle, imgesine göre mevzilenmekle başlayan, her sabah görünüşüyle yeni baştan arzulanmayı arzulayan bir imgeselliktir bu. Kimlik politikalarının ve kendini kendinin ürünü olarak konumlandırmaların suçlu başlangıcı…” Kimliklenmeye başlamak belki de kendi özgürlüğümüz ve akışımıza vurduğumuz en büyük darbedir. Çünkü tüm bedeni ve ruhumuzu kimlik uğruna, kimlik içinde, kimlik için bedellendirmiş oluruz. Etrafımızı saran kurgunun en iyi bildiği şey bir iktidar ya da Thomas Hobbes’un ifadesiyle bir “Leviathan” yaratmaktır. İktidar ölümü sahiplenir insanları yaşarken kategorize ettiği yetmezmiş gibi ölümleri, ölüleri ve hatta cesetleri bile kategorize eder ki kendi devamlılığı daim olsun. Antigone’yi ölüm karşısında çaresiz düşüren kardeşi kardeşe düşman eden iktidar hep aynı iktidardır. Mülkiyetle başlayan iktidarlanma süreci bizi iktidarın sahip olmakla aynı şey olduğu noktaya getirir. Oysa “Hiçbir kusur, mülkiyetçilik kadar kötü değildir ve bu mülke, en başta kişinin kendi başı ve kimliği dahildir.” Bir imgelem dünyasıdır yaşadığımız ve bu imgelem bizi rasyonaliteden dışarı atar. “İmge her zaman ikiye bölünmektir. Kimlik ve özdeşlik her zaman farklılığın sonucudur; yapıt politikalarının baş sözcüğü ayniyet, hep farktan türemektedir. “Ben” her zaman her yerde bir başkasıdır.” Ezcümle öldürmek en gizli mesleğidir Büyük Öteki’nin. Ölüm ise bir iktidar için; belleksizleştirmenin, yeniden kurmanın, tüm atıkları temizleyip hijyenik hale getirmenin en “masum” en “kesin” yoludur. Ölüme nasıl baktığımız bizim dünyaya hayata nasıl baktığımızla doğrudan ilişkilidir ve ölüm varsa zulümde vardır. “Ölüme de kendi ürettiği simgesel yaptlarla-devlet, vatan, parti, camii, kışla, üniversite, belefiye, inşaat- yöndeşir biçimde sanayi malzemesi gibi üretilen, depolanan, envanteri çıkarılan, sayıya indirgenen bir araçsallık olarak yaklaştığı sürece, şefkatin de ahlakın da bu düzende yeri olmayacağı açıktır.”
Ölüm Terbiyesi
Ölüm TerbiyesiZeynep Sayın · Metis Yayınları · 201895 okunma
·
408 views
Romanokur...E... okurunun profil resmi
OkuryazaR
OkuryazaR
Her defasinda hayranlıkla okuyorum incelemelerinizi..Emeğinize,elinize,yüreğinize sağlık🙏💐
OkuryazaR okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim kitap güzel ve her satırda bir sorgulama vardı benim için. Hakkını vermişsem ne mutlu.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.