Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

224 syf.
10/10 puan verdi
Hepimiz Gogol'un Paltosundan Çıktık!
Nihayet Dostoyevski’yi bu denli etkileyen büyük yazar Gogol ile tanıştığım o büyük gün geldi. Bu etkilenme öyle boyutlara varmıştır ki Dostoyevski’nin eserleri benzerliklerden ötürü ağır eleştirilere maruz kalır. Aksakov “Bütün Rusya Gogol’ü tanır, yapıtlarını hemen hemen ezbere bilir. Böyleyken Dostoyevski, Gogol’ün tümcelerini olduğu gibi aktarıyor ve kendine mal ediyor. Büyük sanatçının, hayranlığa değer giysilerinden parçalar aşırıp kendisine bir takım yaptırıyor ve kamu karşısına yiğitçe çıkıyor.” Diye yazar eleştirisinde. Akıcı bir üslupla yazılmanın yanında, yazarın ince zekasının ürünü olan mizahıyla ve Mazlum Beyhan çevirisiyle taçlandırılmış eser altı öyküden oluşur: *** Neva Bulvarı: Yazar “Petersburg için her şeydir.” Diye bahsettiği Neva Bulvarı’ndaki her kesimden insanları tasviri ile başlar öyküsüne. Bulvarda fark edilmeden öylece akıp giden bir kalabalığı anlatır Gogol. Ve o kalabalıktaki ürkek, çekingen ressam Piskarev’in peşine takılır anlatıcı. Piskarev ise insan selinin arasında gördüğü bir güzel esmerin peşine takılmış bilinmezliğe doğru yol alıyordur kalp çarpıntısıyla. Hayalle gerçeğin birbirine karıştığı bir öyküdür. Tam akışa kapıldığımız bir anda düşten uyanırken buluruz kendimizi. Ki yazar da gerçekliğin düşlerle ters düşmesinden yakınır. “Ah, ne kadar iğrençti şu gerçeklik denen şey! Düşlere neden hiç uymuyordu sanki?” (Sf. 22) Bizim “Hayaller ve hayatlar” dediğimiz şeyin ta kendisi değil midir bu? Hayal kurarken bile bazen gerçekliğin farkındalığını yaşayıp tokadını yeriz ve ruhumuza kara leke gibi bir iç sıkıntısı bulaşır. Hayal kurmak güzeldir ama gerçeklerle ters düştüğüne şahit olunca insan kapana kısılmış kedi gibi korkulu ve endişeli oluyor. Ne yapacağını bilmez bir halde kalakalıyor. Hayallerimizle aramızdaki en büyük belki de tek engel gerçekler değil midir? Peki bu gerçekliği aşıp hayallere kavuşmak ne kadar mümkündür? Çabayla mı olur, inançla mı? Yoksa bazı hayaller kırılmaya yahut çamurlu bir su birikintisine düşüp orada yok olmaya mahkûm mudur? “Tanrım bu nasıl hayat böyle! Düşlerle gerçeklik hep çatışma içinde!” (Sf. 25) Öykünün bir diğer karakteri ise Teğmen Pirogov’dur. Piskarev’den ayrılarak bir sarışının peşine takılan teğmen… “Acaba arzuladığımız bir şeye hiç kavuştuğumuz olmuş mudur... Kavuşmak için var gücümüzü harcadığımız bir şeyi elde etmişliğimiz? Galiba bunun tam tersi oluyor hayatta.” (Sf. 42) *** Burun: “… bu yaratığın saygı duyduğu hiçbir değer yoktu.” (55) Gerçeküstü bir öyküdür “Burun”. Aynı zamanda yazarın güçlü mizah anlayışıyla renklenmiş, sürükleyici bir öykü… Bambaşka bir dünyanın kapılarından süzülürken yüzü güler okuyucunun. Peki nedir bizi bu denli güldürebilen öykünün konusu? Nedir burun meselesi? Alıngan bir adam olan 8. Dereceden memur Kovalev, sabah uyandığında burnu yerinde yoktur. Evet, yanlış duymadınız, “burnu yerinde yoktur” dedim. Ne yazık ki burun olacak bu yaratık alıp başını gitmiş ve adamcağızı büyük bir sıkıntıya düşürmüştür. Bencilliktir bu yaptığı! Sorumsuzluktur! Had bilmezliktir! İnsan “Burunsun sen! Kendine gel!” diye bağırmak ister. Kovalev kızmakta ne kadar da haklıdır. Siz olsanız ne yapardınız? Burnunuz size haber verme ihtiyacı bile hissetmeden alıp başını gitse ne hissederdiniz? Kızmaz mıydınız? Bence öfkeden deliye dönerdiniz. Bir insan burunsuz yaşayabilir mi hiç? Dostoyevski de zamanında belki de fazlasıyla etkisinde kaldığı Gogol’a ve esin kaynağı olan eserine selam göndermek amacıyla “Öteki” de, “Burun buruna gelmek, burnunun ucunu görmemek, her işe burnunu sokmak, burnunun ucunu göstermek” gibi deyimlerin bolca kullanmıştır. Ne yazık ki maruz kaldığı ağır eleştiriler neticesinde ikinci baskısını düzeltirken burunla ilgili kısımların birçoğunu çıkarmak zorunda kalır. Yine “Burun” adlı yapıtın ikinci bölümünün başlangıç cümleleriyle Öteki’nin başlangıç cümleleri de bu esine birer örnektir. İki eser arasındaki benzerlikler büyük tepki çekmiş ve Dostoyevski’yi başarısızlığa uğratmıştır. *** Portre: Portre, bana Edgar Allan Poe’nun dehşet öykülerini anımsattığı için doğum tarihlerini merak ettim ve sonuç tekti: 1809! İki yazar da aynı yıl doğmuştu. Ardından aklıma Puşkin’in “Tabutçu” öyküsü geldi. Ve doğum tarihi 1799 idi. Yazarın akıcı üslubuyla, olay örgüsüyle, anlatım biçimiyle ve konusuyla çok etkileyici bir öyküydü. Genç bir ressamın sihirli elleriyle savurduğu bir fırçadan dökülüyordu kelimeler sanki. Bir tablonun çizgileriyle, belki de o meşhur portredeki capcanlı bakan gözlerle, usta yazarın kelimeleri öyle bir harmanlanmıştı ki bambaşka bir dünyanın kapıları açılıyordu önümüzde. Okuyucu belki de bu ressamın fırçasından düşen bir yaprak gibi oradan oraya savruluyor, bazen ressama düşünecek zaman tanımayacak kadar acelesi olan insanların koşturmacası arasında kayboluyordu. Onun coşkusunu, onun acılarını kendi yüreğimde hissetmek… Bir başarının öyküsüdür bu: Ressam Çartkov’un değil, yazar Gogol’un başarısının! Bir yazar kalemiyle okuyucunun yüreğinin kapılarını aralayabiliyor ve ruhuna dokunabiliyorsa övgülere ve göklere çıkarılmaya da layıktır! Sanatın tüm ruhuyla, yazarın kelimelerine sindiği ve “Ben varım, buradayım!” diye bağırdığı bir öykü bu. Rüya içinde rüya vardır bu öyküde. En çok da yazarın hayal gücüne hayran kaldım. Okurken gerilim yaratan, kalp atışlarını hızlandıran dehşet öykülerini seviyorum. “Hak ederek değil, hırsızlama elde edilmiş ün, sahibine mutluluk vermez, onu ancak hak edenlerin, ona layık olanların yüreğini heyecanla, sevinçle titretir.” (Sf. 113) “Gençliğinin en güzel yıllarını acımasızca boğup yok etmiş, yaratıcılık ateşini kendi elleriyle söndürmüştü.” (Sf. 116) “Yetenek, Tanrı'nın insanoğluna en büyük armağanıdır: Onu koru, yok etme. Gördüğün her şeyi araştır, öğren, fırçana boyun eğmeleri için çalış; ama öte yandan her şeyin iç anlamını da kavra, yaratıcının her şeyde var olan yüce gizini...” (Sf. 139) “Küçük, değersiz şey yoktur doğada. Gerçek yaratıcı ressam, küçük şeylerden de büyük yapıtlar çıkarabilir ortaya.” (Sf. 139) “Sen birine kötülük edeceğine, bırak sana kötülük etsinler! Ruhunun temizliğini koru! Yetenek sahibi insan, ruhça herkesten daha temiz olmalıdır.” (Sf. 140) *** Palto: Palto… Bu öyküyle ilgili söylenebilecek çok şey var lakin ben birazını söylemekle yetineceğim. Ama her şeyden önce şuraya minik bir Dostoyevski bilgisi sıkıştıracağım izninizle. Nekrasov, Dostoyevski’nin ilk eseri olan ve Palto’dan esinlenerek yazdığı “İnsancıklar”ı okur ve çok etkilenir. Ertesi gün soluğu dönemin ünlü eleştirmeni Belinski’nin yanında alır ve “Yeni bir Gogol doğdu.” Diyerek eseri eline tutuşturur. Belinski çok etkilenir ve Dostoyevski’yi göklere çıkarır. İlk eserinde başarıyı yakalayan yazarı, sonrasında bir başarısızlık dizisi bekliyordur. Ta ki mahkumiyetinden sonraki asıl ününe kavuşturan o büyük eserlerine kadar! Neyse biz gelelim asıl konumuza: Kimsenin saygı göstermediği, sürekli olarak kalem memuru olduğu dairedeki arkadaşlarının alaylarına maruz kalan kendi halinde bir adamcağızdır Akaki Akakiyeviç Başmaçkin. Eskiyip inceldiğinden omuzlarını üşüten bir paltosu vardır ki onun omuzları, bizim yüreğimiz sızlar. Gogol her ne kadar mizah yeteneğini konuştursa da ne boğazımdaki düğüme ne gözyaşlarıma çare olamadı. Ne diyebilirim ki? İnsanoğlu acımasızdır! Bir dramla bile dalga geçip, eğlence konusu yapabilecek kadar acımasız. Bizim güldüğümüz ama bir başkasının gözünde yaş, yüreğinde sızı olan neler yaşandı kim bilir yer yüzünde? Kiminin acısı, kiminin eğlencesi işte! Hayat böyle bir şey belki de! *** Bir Delinin Anı Defteri: Adından da anlaşılacağı üzere bir delinin anı defteridir bu. Köpeklerin konuştuğu ve hatta mektuplaştığı yetmezmiş gibi bir de bu mektupları okuyan bir delinin defteri. Mizahıyla kahkahalar attıran güzel bir öykü. İnsan keşke deliler yazsa biz okusak derken bulabiliyor kendini. Hoş hangimiz deli değiliz ki? Belki de biz, günümüz insanı deliliğin zirvelerini zorluyoruz da farkında değiliz? O değil de bende bir anı defterim olsun istiyorum. Ne mi yazardım? Madem sordunuz hemen paylaşayım sizlerle de. “Bugün bir yavru kedi teşrif etti bahçemize. Hani şu her gün mama verdiğimiz kedinin yavrusu. Biraz iple oynatmak istedi canım. Lakin annesi bir şeyler söyleyip durdu. Annesi konuştukça o kaçtı. O kadar dedim “Korkutma çocuğu!” diye ama dinletemedim. Kim bilir hakkımda neler anlatıyordu? Belki de dedikodu, sandığımız gibi biz insanlara özgü değildir? Kim bilir? Sonra ne mi oldu? Baktım tuvaletini yapıyor, bıraktım bende peşini. Bunun anneannesi de böyleydi. Korkar, tıslardı. Pençe gösterirdi bide. Aynısını bu da yapıyor şimdi. Nesilden nesile korku aktarıyorlar. Nasıl kıracağım bu zinciri bilmiyorum.” Hayır, öyle bakmayın lütfen. Kesinlikle deli değilim! Olsam, söylerdim. Sizden mi saklayacağım? Aşk olsun! *** Fayton: Süvari alayının gelişiyle birlikte B. kasabası hareketlenir. Bölgenin en önemli aristokratlarından Pifagor Pifagoroviç Çertokutskiy, eskiden gezici bir süvari alayının en gözde subaylarından biridir. Generalin yemeğine gösterişli bir arabayla giderek ilgiyi üzerine çeker. Sonunda kahkaha attıran bir mini öyküdür “Fayton”. Dostoyevski biyografisini okurken içime sinsi sinsi bir merak dalgası yayılmıştı: çok hatta en sevdiğim yazarı bu denli etkileyen Gogol’un eserlerine dair bir merak. Doğal olarak incelememe de biraz Dostoyevski serpiştirdim. Belki bu incelememi okuyan birinin içine sinsi sinsi bir merak dalgası yayılır: Dostoyevski ve eserlerine dair bir merak. Kim bilir? İşin özü, bütün kalbimle okumanızı tavsiye edebileceğim bir eser ve yazar. Açıkçası bu eseri okuduktan sonra Dostoyevski’nin “Gogol” sevgisini daha iyi anlayabiliyorum. Ne demişti usta yazar? “Hepimiz Gogol’un paltosundan çıktık.”
Bir Delinin Anı Defteri - Palto - Burun - Petersburg Öyküleri ve Fayton
Bir Delinin Anı Defteri - Palto - Burun - Petersburg Öyküleri ve FaytonNikolay Gogol · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 201955,8bin okunma
·
137 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.