Gönderi

sosyal mesafe denilen, insanlar arası, saygı kaynaklı asgari boşluğa tecavüz etmek müthiş bir duyguydu! önce yüzüme bakmak istemez ve bakışlarını kaçırır ama sonra ağızımdan saçılan tükürükleri alınlarından ya da yanaklarından silmek isterlerdi, böylece bir an için de olsa parmaklarının arasından göz göze gelirdik. ve o an, ben onları görmezdim. hemen dibimde bir çift göz, bir burun, bir ağız ve benden en az yirmi yaş büyük bir insan olduğunu bilir ama farkına varmazdım. hiçbir şey gerçek gibi gelmiyordu, derken, bunu kastediyordum. gerçek olan bendim. sadece ben. tabii bütün bunlar, o yaşlarda pek de sağlıklı olmadığımın kanıtıydı. ama zaten yaptığım işte, akıl sağlığı aranan bir özellik değildi. beş duyumun ve kaslarım çalışıyor olması yeterliydi. lağım temizliyordum! ve madem işim buydu, o zaman lağımın tanrısı olmalıydım. oldum da… asla hatırlamak istemediğim, ancak unutmak için anlatmaktan başka çaremin olmadığı o kadar çok şey yaptım ki… üstelik bunları da başka şeyleri asla hatırlamamak için yaptım. ama bugünü, dünü unutmak için yaşamak, hiçbir halta yaramadı. aksine… unutulması gerekip de unutulamayanlar, katlana katlana çoğaldı. meğer önce yarını unutmak gerekiyormuş… her doğanın yeni bir güneş olacağına inanmak kadar unutmak… her güneşi ilk ve son kez gördüğüne emin olacak kadar unutmak. “bugünkü biraz daha geniş sanki!” ya da “dünkü güneş daha ovaldi, değil mi?” diyecek kadar unutmak… her günü ilk kez yaşıyormuş gibi hissedecek kadar unutmak gerekiyormuş… ve de bağırmak: “hangi dinde deja vu yok, ben ona inanacağım!” ve de susmak: “nerede diriliş yok, ben orada olacağım…”
·
23 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.