Gönderi

Konya III
Şerafettin Camii'ne ilerliyor adımlarım. Tadilatta bu cami, içeride bir şey göremeyeceğimi bildiğim için girmiyorum. Hemen karşısında küçük bir kargir bina. Üzerinde talik yazıyla Ali Efendi Dar'ul Kurrası yazıyor. Zihnimde Köprülü Dar'ül Hadis binası geliyor hemen. Divan Yolu'ndaki bu küçük yapı bugün cami olarak kullanılıyor. Şehirler arasındaki benzerlikleri keşfettikçe insan keyifleniyor. İplikçi Camii'ne geçmeliyim ivedi. Geldiğim günün gecesi karanlıklar içinde görüp de içimde kıpırtılara sebep olan koyu renkli bir masal gölgesiydi bu cami. Şimdi gün ışığında yeni bir keşfin heyecanını yaşıyorum. Menakıb'il Ârifîn'de "Seyyid Selâhaddin bir gün Konya’ya geldi, Ebülfazl Mescidi’nde cuma namazında bulundu. O gün Mevlânâ hazretleri vaaz ediyordu.” şeklinde bir ifade geçiyor; kulak kesildim. Tahiyyet'ul mescid namazı kılarken cami duvarlarının kuş seslerinden inşa edildiği hissine kapılmıştım, şimdi beyaz badana ile örtülen duvarlarda ve tonozlarda Mevlânâ'nın sesini işitmeye çalışıyorum. Kaynaklarda Selçuklu döneminde bu caminin mihrabında firûze, mor ve lacivert Rumî motiflerin varlığından bahsediliyor. Baş döndürücü sonsuzluk girdâbına düşüyor insan hayal edince... Motor seslerini susturun... geçmiş bir baharın dallarında öten kuşları duyun, rüzgarların kanatlarını, bulutların hicretini...ne kadar sessizliğe ihtiyacı var insanın hayal ederken...ve yalnızlığa... Şimdi bağdaş kurmuş, ara sıra kafamı telefondan kaldırıyorum. Ufak pencerelerden müsade edildiği ölçüde içeri giren yağmur sonrası loş ışığın duvarlardaki suni badanadan nasıl çekindiğine bakıyorum, beyaz hiç bu kadar ucuz olmamıştır sanırım. Bu duvarların gerçek yüzünde (badanasız çıplak haliyle) hakiki bir bahar güneşinin içeride nasıl akisler yarattığını hayal ediyorum. Sanki caminin mimarı da bunu hayal ederek taşların çıplaklığında firûze, mor ve lacivert renklerle mâverâya açılan bir mihrabı insanın hem hayaline, hem de ruhuna bir eşik olarak tasarlamış. (Sadreddin Konevî Camiinin mihrabını gördükten sonra bir kez daha anladım bu hususu. Resmini de koyuyorum) Şadırvan büyülü kelime! Suyun en kristalize halini sunar bize bu mekânlar. Ses ve görüntü, doku ve örüntü, ışık ve gölge... Yine aklım İstanbul'a gidiyor... günbatımındaki acele hengâmında Valide-i Cedît Camiinde ışıkların ardına gizlenen iç şadırvanı hatırlıyorum... İç avluya açılan kapıdan girerken önce şadırvanı görmek zorunda oluşum, maddeden çok manaya yakın duran bu yapının ruhuma abdest aldırıp onu teskin etme çabası sanki. Şadırvan su sesinden bir perde aynı zamanda. Dünya ile ukbayı birbirinden ayıran bir bıçak. Daha önce yazmıştım sükût kelimesi Arapça'da bıçak anlamına gelen "sikkîn" kelimesi ile aynı kökten gelir ve "sikkîn" Sırr-ı Yusuf'ta kadınların elindedir. Hayalen: Yusuf mescidine girmek için kadınlar onu görünce kendi kanları ile abdest almak zorundadır ve ellerini kestikleri o yumuşak döşekler birer şadırvan hükmündedir. Hatırlayın kadınlar ellerini kestiklerinin farkında değillerdi Yusuf'u gördüklerinde. Bir şadırvan öyle hazırlamalı kişiyi namaza. 1. Görsel: İplikçi Camii mihrabı 2. Görsel: badanalı ve badanasız iç mekan kesiti 3. Görsel: Sadreddin Konevî Camii mihrabı. Sanırım İplikçi Caminin de orijinal mihrabı bu usulde idi.
··
169 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.