Gönderi

kabil ve habil
Dünyanın "katılaşması" olgusunun, İnsanî ve sosyal dü­ zende, şu ana kadar sözünü etmediğimiz daha başka sonuçlan da vardır, şöyle ki: Bu olgu, her şeyin sayıldığı, dökümünün ya­ pıldığı, kayda geçirildiği ve belli bir düzene sokulduğu bir du­ rum doğurmaktadır; bu ise, aslında "mekanikleşme"nin bir başka türüdür. Çağımızda örneğin nüfus sayımı tutkusu gibi (ki bu istatistiklere atfedilen önemle doğrudan bağlantılı bir durumdur)80aynca, genel bir tarzda, hayatın hemen hemen bü­ tün alanlannda idari müdahalelerin sürekli olarak artması gi­ bi, belirti kabilinden (symptomatiques) olaylara ve tipik örnek­ lere hemen hemen her yerde rastlamak mümkündür. Doğal olarak bu müdahalelerin, bireyler arasında mümkün olduğu kadar tam bir tekbiçimlilik ve benzerlik sağlama gibi bir sonu­ cu olmalıdır; çünkü bütün modern idarelerin, bireylere kendi aralannda birbirine tamamen benzeyen basit sayısal üniteler gibi davranması yani, varsayım olarak, sanki "ideal" tekbiçim­ lilik ve benzerlik daha önce gerçekleştirilmiş gibi davranması ve böylece bütün insanlan, eğer deyim yerindeyse, aynı "ortala­ ma" ölçüye uymaya zorlaması adetâ bir "prensip" haline gel­ miştir. Öte yandan, (gittikçe aşınlaşan bu düzenleme sonuçta paradoksal bir şekil almaktadır; şöyle ki: Modern sanayinin icatlan sayesinde, en uzak ülkeler arasında bile sağlanan ula­ şım ve iletişimin) gittikçe artan bir hız kazanması ve kolaylaş­ ması bir övünç ve gurur kaynağı olurken, aynı zamanda bu ile­ tişim ve ulaşımın serbestçe yapılması konusunda mümkün olan tüm engeller de ortaya konulmaktadır; öyle ki, çoğu za­ man bir ülkeden diğerine geçmek imkânsız olmaktadır; aynca hiçbir mekanik taşıma aracının bulunmadığı zamanlara göre bugün bu işler çok daha zor olmaktadır. Burada da gene "katı- laşma"nm özel bir görünümü göze çarpmaktadır: Değişik şart­ lar içinde varlıklarını bugüne kadar sürdüren göçebe toplum- lara, böyle bir dünyada artık yer yoktur, çünkü göçebeler gide­ rek önlerinde artık boş bir alan bulamamaktadırlar; nitekim her çareye başvurarak onlan yerleşik hayata geçirmeye uğra­ şılmaktadır81. Öyle ki bu bakımdan da "tekerleğin dönmesinin duracağı" an pek fazla uzak gibi gözükmemektedir. Üstelik, bu yerleşik hayatta, "sabitleşme"nin (fixation) adetâ son kertesi olan kentler oldukça büyük bir önem kazanmakta ve gittikçe herşeyi kendi içine çekip emmeye çalışmaktadırlar82, işte böy- lece, çevrimin sonuna doğru, Kâbil gerçekten kardeşi Hâbil'i öl­ dürme işini tamamlamaktadır. Gerçekten de, Kitâb-ı Mukaddes'teki bu sembolizmde, Kâbil herşeyden önce bir ziraatçı olarak, Hâbil ise bir çoban ola­ rak sunulmaktadır; dolayısıyle bunlar, şu andaki insanlığın asıllanndan itibaren ya da en azından insanlık içinde ilk farklı­ laşma meydana geldiği andan itibaren mevcut olan iki halk ti­ pidir: Kendilerini toprak kültürüne bağlamış olan yerleşik in­ sanlar ve kendilerini hayvan yetiştirmeye adamış olan göçebe­ ler83. Üstüne basa basa belirtelim ki, bu iki tip insanın temel ve asıl uğraşılan bunlardır; geriye kalan öteki tüm uğraşılar sade­ ce rastlantı olarak bunlardan doğmuştur ya da sonradan ilave edilmiştir. Aynca modern etnologların çoğunlukla yaptıkları, örneğin avcı ya da balıkçı toplumlardan söz etmek demek, ya rastlantısal (accidentel) olanı temel ya da öz sanmak ya da sa­ dece kurala aykmlık (anomalie) ve yozlaşmışlık durumlarına başvurmak demektir. Nitekim benzeri durumlara bazı vahşî (toplumlarda) rastlanabilmektedir. Biraz değişik tarzda da ol­ sa, modem Batı'nın esas olarak tüccar ve sanayici olan toplum- lan da anormallikte onlardan pek geri sayılmazlar84. Bu iki ka­ tegoriden her birinin doğal olarak biri diğerinden farklı olan kendisine özgü geleneksel bir yasası vardı ve bu yasa kendi ha­ yat anlayışına ve kendi uğraştığı işlerin mahiyetine adapte ol­ muştu. Aradaki bu fark ise, özellikle kurban ayinlerinde kendi­ ni açıkça gösteriyordu; işte, Kitâb-ı Mukaddes'te geçen hikaye­ de, Tann'ya kurban olarak Kâbil'in bitkiler sunması, Hâbil'in ise hayvan kurban etmesi olayının özel olarak zikredilmesi bundan kaynaklanmaktadır85. Burada özellikle Kitâb-ı Mu­ kaddesteki bir sembolizme başvurduğumuza göre, bu bağlam­ da, hazır yeri gelmişken hemen belirtelim ki, Îbranîce Tevrat da tam anlamıyla göçebe toplumlann yasası tipine bağlanmak­ tadır: Kâbil ve Habil hikayesinin temsil ediliş, anlatılış tarzı da buradan gelmektedir, ki yerleşik toplumlann bakış açısından farklı bir şekilde ve daha başka bir yoruma elverişli gibi gözü­ kebilir; fakat, bu iki görüş açısına da uyan yönler kuşkusuz bu kıssanın derin anlamı içinde mevcuttur. Kısacası, burada sem­ bollerin çift anlamının kullanımı göze çarpmaktadır, ki biz bu­ na "katılaşma" konusunda kısmen değinmiştik. Çünkü bu me­ sele, ileride daha iyi görüleceği gibi, Hâbil'in Kâbil tarafından, öldürülmesi sembolizmiyle çok yakından ilgilidir. Bazı sanat­ lara ve mesleklere atfedilen İlahî kınamalar da İbranî geleneği­ nin özel karakterinden ileri gelmektedir; nitekim bu meslekler ve sanatlar bütünüyle yerleşik toplumlara ve özellikle sabit yerleşim merkezleri inşaasıyla ilgili olan her şeye uygun düş­ mektedir. En azından bu durum fiilen ta İsrailliler göçebeliği bırakmcaya kadar kesinlikle böyle devam etmiştir, en azından birçok asır devam etmiştir, yani Davud'un ve Süleyman'ın za- manlanna kadar bu böyle devam edegelmiştir; ve biz biliyoruz ki, Kudüs Tapınağını inşa etmek için, yabancı işçiler çağırmak gerekmiştir86.
·
50 görüntüleme
Yavuz Tellioğlu okurunun profil resmi
Fakat Kitâb-ı Mukaddes'teki sembolizme dönecek olur­ sak, hayvan kurban etmek Hâbil için zararlı olmuş, ona uğur­ suzluk getirmişti.93; Kâbil'in bitki kurbanı ise Tann tarafından kabul edilmemiştir.94 Kurbanı kabul edilip, duası kabul olan ölüyor; hayatta kalıp yaşayan ise lanetleniyor. Böylece her iki tarafın dengesi de bozulmuş oluyordu; pekiyi, bozulan bu den­ ge, her biri bir diğerinin ürününden payını alması gibi değiş to- kuşlar dışında, yeniden nasıl sağlanabilir ki? İşte ancak böyle­ ce hareket, zaman ve mekânı birleştirmekte ve adetâ onlann birleşmelerinin bir bileşkesi (résultante) olmaktadır ve yukarı­ da az önce söz konusu ettiğimiz iki karşıt eğilimi onlarda bağ­ daştırmaktadır.95Bizzat hareket bir dengesizlikler dizisinden başka bir şey değildir, fakat bu dengesizliklerin toplamı, zuhûr ya da "oluş", yani bizzat mümkin (contingente) varoluş yasasıy­ la bağdaşan nisbî dengeyi oluşturmaktadır. Zaman ve mekâ­ nın şartlarına boyun eğmiş varlıklar arasında yapılan her de­ ğiş tokuş sonuçta bir harekettir ya da daha ziyade ters ve karşı­ lıklı iki hareketin birleşmesidir; bu iki hareket birbiriyle uyu­ şur ve biri diğerini dengeler; burada denge, bizzat bu dengele­ me olayının olmasıyla doğrudan doğruya gerçekleşir.96 Bu de­ ğiş tokuşlann doğurduğu münavebeli (alternatif) hareket şu üç alanda; manevî (spirituel) (ya da saf entellektüel), psişik ve maddî (corporel) alanlarda meydana gelebilir ve şu "üç âlemle"; ilkelerin, sembollerin ve kurbanların değiş tokuşuyla uyum arz eder. İşte, yeryüzü insanlığının gerçek geleneksel tarihi içindeki üçlü temel böyledir: Antlaşmaların (pactes), ittifakla­ rın (alliances) ve kutsamaların (bénédictions) sırrı, yani esa­ sında dünyamızda hareket halinde olan "manevî etkilerin" (influences spirituelles) bizzat dağılımı buna dayanmaktadır. Fakat bu son değerlendirmeler üzerinde burada daha fazla du­ ramayız; çünkü bunlar, bugün her bakımdan çok uzaklaşmış olduğumuz normal bir durumla ilgilidirler; ayrıca, modern dünya bu haliyle, o durumun tam bir inkârından başka bir şey değildir ..
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.