İntihar eden 16 yaşında bir genç kadın. Goethe’den alıntılar yapan 41 yaşında bir rehinci. Ve hüznün hikayesi. 20 günde yazılmış, 2 yıllık bir hikayeyi 2 saatte anlatan bir eser. Sinemada tek planda çekilmiş bir sahne gibi adeta. Oturup okumaya başlayıp bitirinceye kadar gözlerinizi kırpmamanız gereken bir eser aynı zamanda. Sadece anlatılanları okurken bile, ruh halinden ruh haline girmek göreviniz. Dostoyevski bu uzun öyküsünü, övgüyle bahsettiği hugo’nun bir idam mahkumunun son günü kitabından -fyodor’a göre başyapıt- etkilenerek yazmış. Önce o kitabı okuyanlar ve özellikle sevenler bu kitaptan çok daha büyük bir zevk alacaktır. Neredeyse tamamı düşüncelerden oluşan bu eserde kahramanlar o kadar sessizler ki sadece çok zorunlu durumlarda konuşma ihtiyacı hissediyorlar. Bu kısmı da beni özellikle etkiledi. Sonunu bilmenize rağmen size keyif veren eserler yüksek değerdedir. Çünkü önemli olan o sona varıp varmamanız değil o sona nasıl vardığınızdır. Güzel olan şey; sizi o sona götüren akışın kendisidir. İçinde goethe’nin faust’u ve victoria hugo’nun bir idam mahkumunun son günü’ne atıflar var. İkisini de evvelinde okumuş biri olarak bu atıfları havada kapmanın yarattığı okuyucu hazzı tarifsiz. Şu bilgiyide vereyim, fransızlar tarafından filme aktarılmış. (film: une femme douce)
“Sizin yasalarınızdan bana ne artık? Sizin gelenekleriniz, görenekleriniz, yaşamınız, devletiniz, inancınız benim ne işime yarar ki? bırakın yargıçlarınız beni yargılasın, beni mahkemenin, halka açık mahkemenin önüne çıkarsınlar, hiçbir şeyi kabul etmediğimi söyleyeceğim. Size itaat etmemi sağlayacak gücünüz nereden geliyor? Neden kör talih gelip benim için en değerli varlığı buldu? Sizin yasalarınızın artık bana ne faydası var? umurumda değil. Ben gidiyorum!”
İyi okumalar (: