Gönderi

Ölümünü izleyen günlerde Sakallı Celâl’le ilgili olarak yayımlanan yazılar günlük gazetelerle sınırlı kalmamış, haftalık dergilerde sayfalarını onun hâtırasına cömertçe açmıştı. Bunlardan ikisi yıllanmış mizah dergisi Akbaba ile 27 Mayıs 1960 devriminin getirdiği özgürlük ortamında yayın hayatına atılan Yön idi. Ozan ve yazar Yusuf Ziya Ortaç, başarıyla yayımladığı haftalık mizah dergisi Akbaba’nın 20 Haziran 1962 tarihli sayısında şunları yazıyordu: Sakallı Celâl’in cenazesine gidemedim. İnsan, kendi tabutunun arkasından yürüyebilir mi.? Onu tanıdığım zaman benim yaşım yirminin bir iki yıl üstündeydi. Onunki otuzun bir iki yıl altında. Benim bıyığım yoktu, onun sakalı vardı: Güzel, uzun, altın kıvılcımlı, kumral ışıklı bir sakal.! Celâl’in sakalsız yüzünü bilen yoktur. Sakallı mı doğmuştu acaba.? İlk tanışıklığımız İzmit’te başlamıştır: Ben edebiyat hocasıydım, o Fransızca.. Mektepte sevdiğim, sevebildiğim iki kişi vardı: öğretmen kadrosunda Celâl, öğrenci kadrosunda Remzi Oğuz Arık (Düşünce ve siyaset adamı, arkeolog Profesör, 1899-1954). Birincisini geçen hafta toprağa verdik. İkincisi, bir uçak kazasında, kafa ve gönül çapında yükseklerden düştü.. Celâl ile dostluğumuz, aralıksız, küskünlüksüz, tam yarım yüzyıllıktır. İçimde sık sık özlemini duyduğum acı çeşnideki tek insandı.. Fransızca öğretmeni Sakallı Celâl, lise müdürü Sakallı Celâl, gitti, Denizyolları’nın bir gemisinde ateşçi oldu.. Gitti, bir incir kooperatifinde işçi oldu.. Gitti.. Hayır, hiçbir yerde rahat yoktu ona; artakalan maaşını dört çocuklu yarı aç arkadaşına verince, çalıştığı işte bilgisini artıracak kitap getirtip okuyunca damgayı vurdular: komünist.! Ama Celâl, Fikret’in çelik kılıcı yapısında adamdı: ‘’Kıran da olsa kırıl sen, fakat bükülme sakın.!’’ Dediği adam.. Onu hiçbir şey bükemezdi; açlığın dayanılmaz gücü bile.! En zeki, en ışıklı Türkçe’yi Ahmet Haşim’le konuşurlarken dinlerdim; ne güzel, ne acı, ne insafsız hicvederlerdi birbirlerini.. Kızdığı zaman ise mitolojinin ilâhları gazaba gelmiş sanırdınız. Yobaz kafa karşısında Celâl sahiden ‘’celâllenirdi’’.. Yusuf Ziya Ortaç, Sakallı Celâl’in son günlerindeki beden ve umut yorgunluğunu yazısının sonundaki birkaç satırlar ne güzel özetliyordu: Bir gün bu ‘’dev adam’’a Bâb-ı Âli yokuşunda rastladım. Hıçkırığa benzer bir gülüşle, ‘’Biliyor musun Ziya’’ dedi, ‘’eskiden bu yokuşu çıkarken şimdi inerkenki kadar yorulmazdım..’’ Tutumumuzu ve gidişimizi hiç ama hiç beğenmiyordu. Kırgındı, kötümserdi ama gene de gülebiliyordu. Sanırım, ağlamaktan utandığı için. Soyadı ‘’Yalnız’’dı Celâl’in. Ölümünden sonra ben de yalnızım. Her zamankinden daha yalnız.. (Sayfa: 31-32) *
Orhan Karaveli
Orhan Karaveli
Yusuf Ziya Ortaç
Yusuf Ziya Ortaç
Sakallı Celal
Sakallı Celal
·
43 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.