Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

120 syf.
·
Puan vermedi
·
15 saatte okudu
V. Woolf kendisinden talep edilen bir konuşma kapsamında nehir kıyısında düşünme aşamasında kadının yazabilme ortamının oluşabilmesi için onun kendine ait bir odası ve parasının olması zorunluluğunu savunmaktadır. Bu görüşünde haksız olduğunu söylemek çok da zor değil. Bu görüşü neden savunduğunun aşamalarını sunacağını, dudaklarından belki de pembe yalanlar dökülse bunların arasına harmanlanmış gerçeklerin daha baskın bir duruş sergileyip savını unutmamaları gerektiğinin direticisidir. V. Woolf kadınların yazım dünyasında neden olmadıklarının, neden içlerinden bir Shakespeare çıkamadığının izahatını en güzel şekilde ele almaktadır. Bilginin en büyük kaynağı bir alana, İngiltere gibi bir ülke de bile erişim sağlayamadığı bir ortamda, kütüphanelere girebilmek için bir refakatçi ya da dekan tarafınca gönderilen bir tavsiye mektubu olmadan giremediği ortamda içindeki cevheri nasıl başka türlü sergileyip de gözler önüne seremez. Bu onların en büyük duvarlarından yalnızca birisi. Erkekler cinsiyetleri sayesinde diledikleri gibi erişim sağlayabildikleri bir servete sahip olduklarının farkında olmadan yaşıyorlardı. Belki de, kendi annelerinin hatta büyük annelerinin dahi neden böyle bir servetin sahibi olamadıklarını hiç düşünmeden… Kadınların avantaj sağlayabilecekleri farklı konularda avantajları olsa bile bu avantajlarını kullanma aşamasında maalesef söz sahibi değiller. Eğer gerçekten özgür olsaydı kendilerine çok yakın hissettikleri arkadaşıyla yapmış oldukları sohbetlerin ana teması arkeoloji, botanik, fizik gibi daha bilimsel bir iletişime dayalı olacağını fakat tüm bunlara fırsat bulamadan mevcut durumlarını nasıl iyileştirebileceklerini değerlendirmişlerdir. Eğer kendi cinsiyetlerinin tıpkı cinsiyetleri nedeniyle sahip oldukları servet kapsamında onların kullanımına sunulan burslar, ödüller, öğretim üyelikleri edinimi kazanıp araştırmalar yaparak kendilerini vitrine çıkartabilirlerdi. “Cinsiyetlerden birisinin varlığı bu denli kuvvetli ve zenginken diğeri zayıf ve yoksul sualine yanıt aramıştı. Yoksulluğun bu düzen içindeki derin etkisinin ne kadar kuvvetli bir enkaz bıraktığını tüm topluluğun fark etmesin istemekteydi. Sanat yapıtlarının ortaya konulabilmesi için yetenek mi gerekli yoksa bu yoksulluğun esaretinden kurtulmak mı?” sorusunu sormaktan kendisini alı koyamayacaktır. Tüm bu zihninde yer alan kritik sorularının cevaplarını kitaplardan araştırıp çözmeye çalışır. Fakat kütüphaneye bile dilediğince erişim sağlayamaz ki… Tüm çabalarına rağmen bulmaya çalıştığı yanıtlar onun daha da kafasını karıştıracaktır. Bunun nedeni ise kadınlar üzerine yazılan o kadar çok kitap bulunur ki resmen içinde kaybolur. Fakat olayın tam tersine bakacak olursanız erkekler tarafından yazılan bütün kitaplarda bu sorularının yanıtını bulamaz. Çünkü onlar sahip oldukları servetin ihtişamını yaşarken, karşı cinsin karşılaştığı zorlukları, yoksulluğu görmezden gelirler. Belki de işlerine böyle geldikleri içindir. Tüm bu araştırmaları kapsamında karşılaşmış olduğu bilgilerden bazılarından küçük bir alıntı: “İngiliz bir şair olan Alexsandr Pope’nin düşüncesi kapsamında çoğu kadın kişilikten yoksundur.” cümlesi karşısına çıkmaktadır. Kadınlar eğitilebilir mi yoksa eğitilemez mi, peki eğitim gibi bir şansları var mı, ruhları var mı ya da yok mu konularını topluma yöneltmiştir. Napolyon kendi düşüncesi kapsamında kadınların eğitilemeyeceklerini söylüyordu, Goethe ise tam tersi kadınlara hayrandı, Mussolini ise duygularını nefrete kadar götürmüştü… Her birinin ayrı ayrı savı ve düşünce sistemi vardır. Fakat onu en çok öfkelendiren yapıt Dişil Cinsin Ussal, Tinsel ve Bedensel Zayıflığını ele alan Profesör X’ in kadınların, tinsel, ussal ve bedensel zayıflığını belirten keskin görüşleri ortaya koymasıydı. Onun değerlendirmesine göre bu profesör kadınlara resmen öfke duygusu besliyordu. Bu kitapta Elizabeth döneminden başlayıp günümüze kadar uzanan süreçte kadınların içinde bulundukları psikolojik durumu, ruh hallerini, karşılaştıkları zorluklara ve imkânsız şartlarına değinmiştir. Evli kadınların eşlerinden gördüğü zulüm ne yazık ki kategori ayrımı olmaksızın elit sınıflarda olduğu gibi daha avam gruplarda da hiç utanç duyulmadan ve gayet sıradan bir durum gibi uygulanırdı. Evliliklerin temeli bile sevmek üzerine değildi ki… Bu yüzden de yapılan bu uygulamanın aksi düşünülemezdi. İnsan sevdiğine zarar veremezdi. Ortaya çıkan evliliklerin tamamı beşik kertmesi mantığı kapsamında yapılmaktaydı. Zaten evliliğin tadını çıkarmak gibi bir duygu da yaşanmaz, çünkü halen “çocuk” denebilecek yaşta olurlar. Çocukluktan çıkar çıkmaz bir mal gibi kocaya aktarırlardı. Eğer düzene itiraz edip karşı çıkmak isteyen bir kız çocuk olursa ne haddine (!) o çocuk hemen dövülür ve bir odaya kilitlenirdi. Tüm bu karmaşanın içinde hangi birey içindeki yazarı keşfedebilirdi? tüm okurların okumasını tavsiye ederim ....
Kendine Ait Bir Oda
Kendine Ait Bir OdaVirginia Woolf · Can Yayınları · 202237,8bin okunma
·
109 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.