Gönderi

176 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 4 days
Adım adım vesayetçi militarizmin ifşaatı
Demokrasi neydi? Bize cumhuriyetin ilanı ile birlikte demokratik bir sisteme geçildiği söylendi. Bu demokrasi, ne tuhaftır ki, 1946’ye gelene dek tek parti üzerinden yönetilen; zerre muhalefet kabul etmeyen bir demokrasiydi. 1946 seçimleri ile kısmen demokrasiyi benimsemeye başladık, ancak gelin görün ki, 46 seçimlerinde az gelişmiş (hatta hiç gelişmemiş) ülkelere layık(!) bir şekilde İnönü iktidarı şaibeli (hileli) bir şekilde bir kez daha dümeni ele geçirdi. 1950, 54 ve 57 seçimlerinde Demokrat Partiyi ve onun mümessilleri olan Adnan Menderes ve Celal Bayar’ı CHP karşısında ezici bir üstünlükle iktidara getiren halk, acaba 27 Mayıs 1960 ihtilalini/hükümet darbesini öngörebilmiş miydi? Sanırım hayır. Ne de olsa Atatürk sağlığında orduyu siyasetten arındırmıştı; siyasete atılmak isteyen askerler için belli başlı somut şartları (mesela ordudan emekli olma şartı) zorunlu kılmıştı. Gelin görün ki, 27 Mayıs tarihinde bir kez daha militarizmin tahakkümü tecelli etmiş ve ülkemiz siyaseti bir çıkmaza sürüklenmişti. *** Yukarıda az bir miktar değindiğim 60 darbesi bu kitabın ekseriyetiyle doğrudan doğruya alakalı: Başgil’in 60’lı yılların ilk yarısında atlatmış olduğu musibetler, onun darbe ve sonrasında yaşananlara karşı takındığı tavırla açıklanabilir ancak. İlk kısımda, daha önce üç defa çağırıldığı Örfi İdare’den dördüncü kez çağırılan ve haksız yere tevkif edilen (tutuklanan) Başgil’in gerek hücrede/hapiste gerekse de kendini müdafaa ettiği mahkemede başına gelenler ilk ağızdan aktarılıyor. Mahkemelik olmasının nedeni kısaca, kurucu meclis hakkında çıkarılan bir yasağı (tenkid etme yasağı) kaleme aldığı bir yazıyla ihlal etmesidir. İşin tuhafı, bu yazı hem yasaktan önce neşredilmiş (yani hukuki bağlayıcılığı yok) hem de Başgil’den habersiz bir dergide basılmış. Bu ilk kısımda çarpıcı bir detay vardı: Başgil, İstanbul Üniversitesinde yıllarca hukuk profesörlüğü yapmış olmasına rağmen, Örfi İdare’den hukuk nizam bilmez bir paşa(?) kendisinin tutuklu kalması için türlü yollara başvurmuştur (sırf suçlu göstermek için kanunda madde aramak gibi; bkz. #211069021). Hulasa, Başgil 1961 yılının 2 ay 18 gününü hapiste geçirmiştir. Tutukluluğunun ikinci gününde gazetelerde siyaset yasağının kalktığı ilanı Başgil’in tutukluluğunun hangi gerekçelere dayandırıldığını ispatlar gibidir, nitekim onu hapse atanlar, onun siyaset hususundaki malumatından ve sâkıt (düşen) iktidar ile olan fikrî anlamdaki münâsebetini (ilişkisini) biliyordu ve onu ileride kurulacak olan partilerden uzak tutmak istemişlerdi. Bunda muvaffak olabilecekler miydi peki? *** İkinci kısımda, 27 Mayıs’a giden süreci adım adım naklediyor Başgil. Darbenin adeta ayak sesleri olan; 26-27-28 Nisan günlerinde yaşanmış olayları ve bu olayların hazırlayıcısı olan Demokrat Parti’nin Tahkikat Komisyonu oluşturma girişimini (buna dair kanun 28 Nisan’da resmî gazetede yayımlandı) bir güzel didik didik edip, bir de çözüm önerisi sunuyor. Bir hukukçu olarak elbette bu meseleye meşruiyet veçhesinden bakması gerekiyordu Başgil’in, zira detaya girmeden bu konudaki şahsi görüşünü açıkladığını söylemem yeterli olur. Başgil’in asabını bozan meselelerden biri de darbenin ertesi günü yayımlanan 28 Mayıs Beyannamesi idi. Bu beyannamede Demokrat Parti’nin anayasayı çiğnediği, meşruiyetini kaybettiği ve bu sebeple de “alaşağı” edildiği ifade edilmişti. Yani bir nevi eski hükümet bu darbeye “lâyıktı”. İşin garibi, bu beyannamede birçok hukuk profesörünün bizzat imzası (yani desteği) bulunuyordu. Her neyse, Başgil 28 Mayıs beyannamesini şiddetle eleştirerek; silahlı kuvvetler’in darbe günü radyoda yapmış olduğu; “İhtilal hiçbir zümreye, hiçbir partiye karşı değildir, kardeş kanı dökülmesini önlemek için yapılmıştır.” şeklindeki beyanatına sadık kalmadığının altını çizmektedir. Nitekim darbe sonrasında CHP’yi vesayeti altına alan bir tavır sergileyen Milli Birlik Komitesi, adeta bir cadı avı başlatarak Demokrat Partinin kökünü kurutma politikaları gütmüştür, bu şekilde, milletimiz politikanın kurbanı olarak siyasi eğilimlerinden ötürü kutuplaşmıştır (şunu da hatırlatmama müsaade edin: Milli Birlik Komitesi’nin üyelerinin (paşaların) çoğunluğu Cumhuriyet Halk Partisi’nin mensuplarıydı ve 61 seçimlerinde CHP’yi iktidar olarak görmek istiyordu). *** Üçüncü kısım, bana kalırsa kitabın en mühim ve tekrar tekrar okunası bölümüydü. Bu yüzden detaylarıyla aktaracağım. Burada, parti kurma yasağının kalkması ile hareketlenen siyasetin gündemine, bir başka deyişle 61 seçimimin hazırlıklarına şahitlik ediyoruz. Birkaç partinin kurulmasında emeği geçen Başgil’e, memleketi Samsun’dan Adalet Partisi milletvekili olma teklifi geliyor. Bu ülkenin parasıyla okuduğum için ülkeme hizmet borcum var diyerek Başgil bu teklifi müstakil (bağımsız) aday olmak şartıyla kabul ediyor. Zamanında Menderes ve Bayar’ın akıl danıştığı Başgil parti tutmadığı için böyle bir tercihe yakın bulmuştu kendisini. Seçim hazırlıkları sırasında bir süre İsviçre’de kaldıktan sonra yurda döndüğünde vatandaşın yoğun sevgisi karşılıyor kendisini. Kulağına Cumhurbaşkanı adayı olacağı söylentileri çalınınca, böyle bir şeyden bihaber olduğunu ancak vatandaş isterse hizmete hazır olduğunu açıkladı. Yurdun dört bir yanında ilgiyle karşılaştıktan sonra Türk siyasi tarihinin en rezalet olaylarından birinin yaşandığı (Ankara’da) bir otele yerleşiyor Başgil seçim hazırlıkları dolayısıyla. Burada başvekaletten iki “emir subayı”nın kendisiyle görüşmek istediğini haberi alıyor ve aynı gün görüşme gerçekleşiyor. Bu iki emir subayı Sıtkı Ulay ve Fahri Özdilek idi. Konuşma aynen şöyle gerçekleşiyor: - Haber aldık ki siz, Cumhurreisliğine adaylığınızı koymuşsunuz. Bu haber doğru mudur? - Doğrudur, efendim. (…) - Adaylığınızı geri almanız lâzımdır. Gürsel Paşa’nın karşısında başka bir adaylığa asla müsaade edemeyiz. - Yanlış yoldasınız, Paşam. Dürüst bir seçimden sonra tutulacak yol bu değildir. Demokrasi, hukuku emreder ki, seçimler, her safhasında, serbest olsun, zorlanan bir seçimden hayır gelmez. (…) İktidârı, seçimlerde kazanacaklara teslim edeceğinize söz verdiniz, hattâ yemin ettiniz. Ben buna inanarak Cenevre'den kalktım, geldim. Sizlere yakışan, verdiğiniz sözü tutmaktır. (…) - Orduda yeni bir cunta kurulmuştur. Bize bu cunta dikte etmekte, talimat vermektedir. Biz bugün devlet radyosuna bile hâkim değiliz. Radyo da cuntanın emrindedir. Adaylığınızı geri almanız hususunda bize tâlimat veren de bu cuntadır. Biz size cuntadan aldığımız tâlimatı tebliğ ediyoruz. Kabul edip etmemek size aittir. Fakat kabul etmediğiniz takdirde, sizin hayatınızı garanti edemeyiz. Bunu açıkça söyleyelim. (Sayfa 104-106) Bu baskıya zaten hapishanede yıpranmış olan Başgil boyun eğdi ve sadece Cumhurbaşkanlığı adaylığından değil milletvekilliğinden de istifa etti. Son olarak, aynı yıl 23 Ekim’de Çankaya’da silahlı kuvvetler ile yapılan toplantıda, parti liderlerinin cumhurbaşkanlığına aday gösterilmemesi husunda bir protokol imzalandığını da Başgil bizzat Osman Bölükbaşı’ndan öğreniyor. Ne rezalet ama değil mi? *** Dördüncü kısım bir mektuptan ibaret. Başgil, 28 Mayıs beyannamesi husunda kendisi ile ters düşen Hıfzı Veldet Bey ile hasbıhal ediyor burada. Bu zat Başgil’i tasvip etmemenin yanı sıra “milletlerin ihtilal hakları vardır” şiarını savunuyor, Başgil de kendisine karşılık veriyor mektubunda. Burada yine resmî tarih ağırlıklı kaynaklarda karşımıza çıkmayacak türden bir malumat (bir hatıra) tecelli ediyor: Başgil milletlerin ihtilal hakları vardır şiarıyla hareket etmenin tehlikelerine temas ederek darbelerin ülkemizi ne müşkül durumlara soktuğunu hatırlattıktan sonra, 1949 yılında, üst rütbeli birkaç subayın kendisine İnönü iktidarının bir darbe ile devrilmesi maksadıyla yardıma geldiğini ve bu yardım teklifini aynı sebepten ötürü reddettiğini aktarıyor. Ne badireler atlatmış ülkemiz ama, değil mi? *** Son bölüm ‘Türkçe meselesi’ne ve uydurma dil modasına ayrılmış. Bu konuyu Türkçe Meselesi kitabının incelemesinde tartıştığım için burada hiç girmiyorum (bkz. #205096124 ). *** Okullarda öğretilen (afedersiniz ezberletilen/ dikte edilen) resmî tarihin hastalıklı labirentinden bir çıkış yolu arıyorsanız, yakın tarihe ışık tutan bu kitap sizin için mâkul bir rehber olacaktır. İyi okumalar!
Hâtıralar
HâtıralarAli Fuad Başgil · Kubbealtı Neşriyat · 201369 okunma
··
324 views
Sibeveyhi okurunun profil resmi
Siyaset tarihinin belki de en güzel yorumu 😎🦋🦋
Samet okurunun profil resmi
Estağfurullah üstad, tarih konusunda eline su dökemem 😅😌🌹
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.