Gönderi

Dramafon
Akşamın yerini çoktan geceye bırakmıştı kendini . Eve doğru temkinli adımlarla ilerliyorum hafif bir soğuk . Sokaklar bomboş o kadar da izbe, sokak lambalarının ışıkları bile ürküyor gibi geceden . Etrafımda bir korku ki ne korku sanki kalabalık içinde bir suçluymuşum gibi . herkes o kadar garip ,yüzleri o kadar karanlık o kadar ürkütücü , sanki tuhaf giyinmişim de herkes ayıplayan gözleriyle gözbebeklerimi beşikte sallıyor gibi ,oysa sokakta kediler bile yok o kadar sade .tıpkı imarı çıkmamış bir yapı , üzerinden zaman ve yılların verdiği kuşkulu yarım kalmış inşaat halinde bina … neyse ki eve yakınım evet evim evim küçük evim . Asude apartmanı . B blok no 20 daire 5 . Vee yedi merdiven çıkıp kapıya vardım . Anahtar ve cüzdanımı sol ön cepte taşıyorum hep yıllardır bu şekilde , sebebine gelirsek hiç unutmam üniversite kaydım için gittiğim şehirde arka cebime koyduğum cüzdanımın ya çalınmış olması ya da düşürmüş olmam rezil bir gündü , ne para ne kimlik hem paramı hem kimliğimi kaybetmiştim aslında daha da aslına bakarsak kimliğim hep kayıptı . o konuya çokta girmeden , asıl konuyu da dağıtmadan cüzdanımı o sebeptendir ki ön cepte taşırım bir daha kaybolmasın diye , onun yanına da anahtarımı yani evimi … insan evini de kaybetmeyi göze alamıyor işte . aslında kira da olsa dünya da bile kiracı değil miyiz zaten . Buldum buldum da anahtarı hangi akla hangi sebepten sağ ön cebime koyduğumu zerre hatırlamamakla beraber anahtarla tek seferde açıyorum evim evim güzel evim , evim evim küçük evim . Bir koku sarıyor etrafımı mis gibi rutubet . evin içinde kovalamış bütün bütün oksijenimi .neyse ki oksijenin hayati tehlikesi yok çoktan evi terk etmiş durumda . İki artı bir in üç etmeyeceği bir evde bir artı bir adam geriye arta kalan yalnızlık . Mutfağa geçip oturuyorum perdelerim savaş görmüş Kızılay çadırı kadar eski , ama sağ olsun perdeliyor dış dünyayı . Bu sayede Kimse gerçeklerin çıplaklığını göremiyor … Dışarda ucube bir kömürlük var tamda mutfağımın cam önünde . İştah kesici bir hali var . Sokak lambaları hala ürkek onlar bile üşüyor gibi titrek titrek . Neye yanıyoruz der gibi diğeri de aniden daha bir aydınlanıyor ki gidenlere yanıyoruz geçenlere diye yanıtlıyor … çok mu uzattım diyecem de normal değil mi arkadaş burda birşey anlatıyoruz , izin verirseniz bir hayatı bir başka hayatla yamalıyorum az değil yani , hem geçmişi hem geleceği üstüne üstelik tek dikiş değil çift dikiş . Önümde ki yarım su bardağını da tek dikişte içip uyuyacağım şimdi müsaadenizle . sabahın aydınlığında gözlerimi umuda açmaya zorlanıyor olsam da çabalaya çabalaya çapaklı gözlerimi açabildim sonunda . Her zaman olduğu gibi bir yere yetişmem adına yaptığım ön hazırlıklar , yüzüme su çarpa çarpa yüzümden çabakları temizlemiş olmamın gururu ile aynaya baktım . Yüzümde oluşan belli belirsiz çizgilerden geçmişe gitmedim değil . Tıpkı memleketimde gözlerimi kıstıran öğle arası güneşinin küçük gölleri kurutup ,kurumuş olan kısımdaki toprağı kavurmasıyla ortaya çıkan çatlaklar misali çizgi çizgi . Çatlaklar arasında vrak vrak bir kurbağa sesiyle kendime geldim . Aman Allahım benim mi bu çizgili yüz demeden de edemiyorum . Espirinin piri olmaya gerek yok ironi güzeldir . Aynalar da yakışıklı olmaya da gerek olmadığı düşüncesinin de olmasıyla beraber süslenmeye de mahal yoktu diye düşünürken açık bıraktığım musluktan israfta akmaya devam ediyordu . Su hayattır diye bir reklam vardı , reklama girmiş olmamda sakınca olmasa gerek .evet su hayattır ve hayat güzel . Musluğu çevirip kapatıyorum şimdilik bendende kısa bir reklam arası . Basit bir hayatımın varlığından şikayetçi adımlarda dışarı çıktım . Ürkek sokak lamlarına bir selam verdikten sonra akın akın insan yığınıyla karşı karşıya kalmış bulunuyorum . Hem bu ilk değil ha son da değil hep böyle … kiminin eli cebinde ,kiminin kulağında telefon , kimisi elinde simit isteksiz bir ısırıkta , kimisi çarpa çarpa koşar adımlarla gözleri saatte , kimisi servisin yolunu gözlüyor , kimilerinin hatta çoğunun elinde sigara ile beraber bekleyişte. Hepsinin hepimizin gözlerinde kısa da olsa sabahın telaşı bunun adına bir kitap bir film bir şiir yazılsaydı mutlaka “ işçi istilası “ denilirdi . Oysa hak istilası vardı, parayı alanlar fosur fosur uykularında eşlerinin göğsünde yatıyor ya da bir yerlerde sızıp kalan patronlar . Neyse o konuya çokta girmeden mayısa da az kaldı . Az kaldı demişken az kalsın bende servisi kaçırıyordum . Servisçi abi nıç nıçlasada elimde açma ve vişneli meyve suyumla fabrikaya doğru hareket ediyoruz . Sekiz saat bazen de on iki saat kendi fiziksel gücümüzü tüccarlara kiraya veriyoruz . Kiralık bir ev gibi , kiralık bir araba gibi , bizimde kiralık bir yaşam halimiz var neyse ki kiralık bir beyinle kiralık hayallerden uzak durmaya çalışıyorum. Zaten başka ne olacaktı ki hep çalışıyoruz . Bazen pazar günlerini tıpkı hıristiyanlar kadar önem ve de özlem le bekliyorum . Hiristiyanlar bu kutsal günde Hz İsa’ nın dirilişini hatırlamak amaçlı ayinlere katılsa da ben katılmıyorum çünkü bu günü özelikle diriliş değil ölüm uykusuna uyumak için bekliyorum . Malum uyku hafif bir ölümdür , ölüm ise ağır bir uyku … Nerden başlasam diye düşünüyorum küçükken bir öğretmenim vardı Kocatepe ilköğretim okulu 4. Sınıfta sıradan en ön sıralardaydım . Sevda hoca ah sevda hoca İngilizceci . Biz öğrenciler o kadar ki bu dile yabancıysak o da duygularımıza yabancıydı . Bu belki de okul yaşamımda dördüncü sınıfta olmama rağmen ikinci travmamdı . İlki Türkçe öğrenmek ikincisi de İngilizce . Oysa ki çocukluğumda ilk ettiğim kelime , ilk ettiğim küfür , ilk vâveylâm , ilk rüyamdaki ses, ilk aşka gelişim , ilk kavgam , ilk düşünce biçimim ana dilim . Bunları hep ilk ilk ilk diye daha fazla uzatma gereği olmasa da bu ilk benim iliklerime kadar işlemiş bir gerçeğim olan ana dilim . Ee tabi bir ana varsa o an’ a kadar da bir babanın da olması şarttı . Baba dilimiz olan da resmî dilimiz olan Türkçeydi . Şu an bile yazarken gözümün kaydığı yerde olan bitenleri , nesneleri Kürtçe düşünüp Türkçe ile harmanlıyor ,yazıyorum. Harmoni mi desem armoni mi bilemedim … Konuyu çok mu dağıttım , özür dilerim bazen içimde tutamıyorum oysa kötü bir niyetim yok . Dağıldığı yerden toplamakta benim işim olsun . Tıpkı ağızda dağılan cevizli kekin hamurlaşıp midede toplandığı gibi , tıpkı damla damla yağan yağmurun göletlerde toplandığı gibi , tıpkı dolu dolu küfürler eden yumrukla dağıltılmış bir ağzın şiirler yazarak toplandığı gibi , tıpkı düğün konvoyunda dağıtılan zarfların dokuzunun boş ama dokuz çocuğa yetecek kadar paranın onuncu zarfta toplandığı gibi , tıpkı kaosla dağıltılmış bir halkın sağa sola çarpan sağdan soldan bölünen , soldan sağa çıkarılan koca bir halkın insanlıkta toplandığı gibi toparlamaya çalışacam . Yamalı hayatlara hoşgeldiniz Kâğıt parçasını bali’yle başka bir kâğıt parçasına yapıştırmak kolaydır . Bazı yaşamlar da birbirine yapışmasa da olumlu ya da olumsuz , pozitif veya negatif anca yamalanır . Tıpkı eski ,yırtık bir libasa ait olmayan bir parçadan yama yapmak gibi . Başka bir günün yarım kalmışlığıyla yamalamaya devem etmekle beraber Yine yeni ve yarım güne merhabadan başka birşeyimin olmadığı gerçeğiyle dünyaya gözlerimi açtım . Küçük evimin içinden büyük bir telaşla yine hızlı adımlarla işçi servisine doğru isteksiz bir şekilde giderken yerde hafif ıslanmış bir dergi Ayağımla basasım gelmedi değil ama okuma istediği daha ağır bastı . Kapağı turuncuydu yazılar siyah , gözüme çarpmıştı artık yerde para bulmuş evsiz bir adamın içsel sevinciyle yerden alıp okumaya başladım . Şöyle yazıyordu “ Kömürle beraber yanmakta olan acılarımız var Öyle kor öyle har nefretimiz , öfkemiz , kavgalarımız var asıl yanması gerekenlerdi bunlar . Elimizde de umuda dair cümlelerimiz olmalı Oysa elimizde ağır mı ağır bir kahır var Gözlerimi kapatsam çarpıyor duvarlar Kapatmasam karanlık yarınlar Korkuyorum umut ne zaman aydın olacak Bekliyorum , bekliyoruz …” içimde dil bilmeyen gariban bir işçinin gurbette düştüğü hor görülme hissiyatı öyle derin bir vurguyla yazılmıştı ki yüzüme vura vura hayatımın ne denli olduğu gerçeğini hissedip parmak izlerinin izleri acıyor gibi. Sancılı geçmiş sabahımın güneşi doğursada aydınlığı gözlerimizi kıstıran ,kamaştıran bu güneş bize değildi . Fabrikalar üç vardiya çalışırken insanlar üç vardiya da öyle hüzünlü öyle dramatik öyle gerçek hayattan demini almış koyu koyu gözlerle ağlayıp kurak topraklara tuzlu gözyaşlarıyla güller yetiştirme çabasındaydılar . Keyfim yok bugün , pazar olmasına rağmen Müzik dinlesem olmaz sanki bütün müzikler bana çalınıyor gibi . Kitap okusam her cümlesinde koşturan kahraman benmişim gibi . Yürüsem dünya bunu fırsat bilipte koşu bandındaymışım misali , dünyayı ben döndürecekmişim gibi . Baktığım sokak bile pamuk şekerinin suya düştüğünde ki yok oluşu gibi Gözlerim eritiyor herşeyi kezzap gibi desem uçuk kalır . Aynaya bakmaya cesaretim yok . Bu nasıl bir hayat bu nasıl bir azap . Bir yolu olmalıydı bir çözümü vardır muhakkak . Geçmişime dönüp bakmak istedim parazitlerle dolu , gidip gelen suretler , yarım kalmış cümleler , yarım kalmış aşklar , yarım kalmış yarım akkıllı insanlar , bu kadar yarım kalmışlığı yarınla tamamlamak imkansızdı . Bende uyumayı seçiyorum ara ara öyle gelgitler yaşadığım olur . Başka bir güne keyifle uyanmak dileğiyle . Muhammed azak ( MP)
·
286 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.