Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

112 syf.
·
Puan vermedi
·
3 günde okudu
OT BİÇMEYE GİTTİ OLTENYALI ERKEKLER
Yıllık izni biraz terasımda, biraz kütüphanede geçirdiğim şu günlerde mesainin başlamasına henüz 72 saat varken, Baragan’ın Dikenleri en ince yerlerime bata bata, ısırganotu gibi yaktı. Bu yakışla ağır ağır boşalan göğsümün dışında hiçbir şey hissedemedim. Benim için okumaya değer gördüğüm her kitap zihnimde kült bir müziğe eş değerdir. Bu öyle bir bütünleşme halini alır ki, bir sayfadan sonra kafamda çalıp elimdekinin peşi sıra sürüklenir. Manon Lescout’un Bahar Valsi, Dostoyevski’nin The Barber Of Seville’sı varken, Panait Istrati’ye de zıt coğrafyaların kaderi Farid Faryad’ın Sangeh Khara’sı düştü. Istratı Romanyalı, ana dili olmamasına rağmen Fransızca'yı sözlükten öğrenmiş ve bütün eserlerini Fransızca kaleme alacak kadar da cesur bir yazar. Samuel Becket, Vlademir Nabokov gibi. Istrati, Rusya’ya gidene kadar Komünist. Bundan öte, politik mücadelenin dünyada bir şeyleri değiştireceğine o kadar inanmıyor ki, bu yüzden İNSAN kavramı ile çığır açmış. Arkadaşlık, koşulsuz sevgi bunlar bizim olan, bildiğimiz dilde, seyrediyor ince ince yıllarca birlikte yediğimiz ekmeği birlikte yoğurduğumuzdan sebep. E biliyorsun, ısmarlanmıyor ki böyle şeyler. Gelelim Baragan’ın Dikenleri’ne; Istrati, 1900 yıllarda Romanya’nın köylerinde yaşanan yoksulluğun derinliğini anlatırken, aslında bütün Balkanların hatta Türkiye’nin köylerinin de benzer acılarına, dertlerine ses getiriyor. Bunu yaparken Yaşar Kemal’in İnce Memed’ine, Maksim Gorki’nin Pavel’ine kafa tutuyor, küçücük Matake’siyle. Matake, babası ve annesiyle Romanya’nın Yalomitsa köyünde geçimlerini balıkçılıkla sağlayan bir ailenin erkek çocuğu. Bütün hikaye Matake’nin gözünden anlatılıyor. Çocukluğu yoksullukla pençeleşmiş çocukların büyüdüklerinde ince ruhlu olduklarına olan inancım Mateke’yle bir kez daha pekişti. Öyle ki babasını anlattığı şu paragraflar Matake’yi her hatırladığımda zihnimi meşgul edeceğe benziyor: …oynadıklarını (balıkların) görür görmez, elimizdeki kazan pat diye üstüne kapanırdı. Balığın kazanın çeperlerine vurduğunu işitirdik. O zaman yapılacak bütün iş onu alıp boynumuzdaki torbaya atmaktı. Bunu başarmamak için iyice beceriksiz olmak gerekirdi. Babamsa, bunu bir türlü beceremez, ufaklıkların maskarası olurdu. Herkes onunla dalga geçer, alay ederdi. Hiç aldırmazdı. Çevresindeki kıpırdayan kıpırdamayan bütün otlara kazanıyla saldırmayı sürdürürdü. Bir saatlik avın sonunda, torbalarımız balıkla dopdolu, klübelerimize dönerdik. Babam tek bir kıtık bile getirmezdi. Bunu gören anacığım, tuzlama hazırlığı yapsın, yemek pişirsin, çamaşır yıkasın ve kavalını çalsın diye ona evde kalmayı öğütlerdi. Bu durum beni ağlatacak kadar küçük düşürüyordu; erkek dediğin çamaşır yıkamaz, çorba kaynatmaz! Ama babamın erkeklikle ilgisi yoktu, kalın kara bıyıkları, kavalından ayrılmayan derin baygın bakışlarıyla tatlı bir kadındı; boğum boğum parmaklarıyla çalgısından, sessiz gecelerde ta uzaklarda çınlayıp köpekleri ulutan tatlı ezgiler çıkarırdı. Aslında borche çorbası ya da balık pilakisi pişirdiğinde ya da çamaşır yıkadığında, en iyi ev kadınları gelip ondan ders alabilirdi. Bununla birlikte bir erkeğin kadın işi yapmaması gerektiğinden, herkes onunla dalga geçerdi. Zavallı babacığım hiçbir hakarete karşılık vermediği, her şeye bilgece katlandığı için bütün köyle savaşmam gerekirdi… (Syf. 8-9) Gelelim ‘’Efendisiz Toprak’’ Baragan’a: Matake ve babasının balıkları satmak için geçmeleri gereken bir bölgedir Baragan. Dikenleri ve Kruvatz rüzgarıyla ölüme başkaldırıştır oradan geçiş. Istratı bu dikenleri ilk 5 sayfada öyle iyi betimliyor ki, tünele girişte bu yolculuğun beni fazlasıyla yükselteceğini biliyordum. Baragan yoksullukla beraber kayboluşun simgesiydi. Oradan geçmek, hayata meydan okumaktı. Dönüp baktığında baba sözü dinlememenin verdiği gururdu. Ama ya sonrası… Sonrası ve öncesi yoktu aslında. Baragan’ın sonrası ve öncesi hep aynıydı: Efendiler ve Ekmeksizler, Boyarlar ve Cojanlar, Ezenler ve Ezilenler… ‘’Baragan’ın Dikenleri’’ bu başkaldırışın öyküsüdür. İki azılı düşmanın bile ‘’hakkaniyet’’ uğruna birbirlerine sarılışının öyküsüdür. ‘’Baragan’ın Dikenleri’’ yuvası yıkılanın ateşe verdiği kulübelerin öyküsüdür. Ana-babalarından miras kalan acıklı yazgılarına meydan okuyan bebelerin öyküsüdür. Bir HAKEDİŞ’in öyküsüdür. Nitekim köye gelen şapkalı bir gencin şu tiradı bu halkın uyanışını tetikleyecekti: Tanrı’nın elçisi bu papaz her gün siz köylülerle biz kentlilerin tepesine yıldırımlar yağdırır: İnsanlarla hayvanların çektiği açlıktır bu yıldırımlar; tarlaları yok eden bunun gibi donlardır; bütün yolları köylü ve hayvan ölüleriyle dolduran geçen ayki gibi fırtınalardır; bütün ekini yok eden bu yılki kuraklıklardır. Bunlardır işte yıldırımlar! Yalnız, sahibiniz olan adamın neden bu yıldırımların hiçbirinden zarar görmediğini sormalı! Neden ambarları tıka basa dolu, hayvanları yerli yerinde! Bu kutsal yıldırımlar, neden onu, papazı, belediye başkanını, daha birkaç benzerini aç açıkta bırakmıyor acaba? Bunu Tanrı’nın korumasına mı, yıldırımsavara mı vereceğiz yoksa? (syf.82) Sayfa 93 ikinci paragrafla birlikte gelen Sangeh KHARA, bütün öyküyü tamamlıyordu. Buradan sonrasını kesinlikle bu parçayla tamamlayın. Sonunda hüzne yer veren hikayeleri pek sevmem ama bu dediğim gibi göğsümde ağır bir acıya yol açtı, sonra bir şey düşünemedim. Seninle yolumuz uzun Istrati. Selametle.
Baragan’ın Dikenleri
Baragan’ın DikenleriPanait Istrati · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 20201,493 okunma
··
496 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.