Gönderi

"Osmanlı Türkleri, çoğunluğunu Islamiyet'e dönenlerin oluşturduğu büyük bir orduya özellikle piyadeye (Yeniçerilere)- ve güçlü bir donanmaya sahipti. Etkili diplomasi, askeri gücü tamamlıyordu, Osmanlılar, 16. yüzyılın ilk yarısinda Mısır'ı da topraklarına katarak Iran'a doğru yöneldiler, 1534'te şimdi Irak dediğimiz bölgedeki Bağdat'a ve sonra da Basra Körfezi'ne ulaştılar. Bu dönem, devleti finanse edecek gelirleri elde etmek için yerel düzeyde sadık seçkinlerden yararlanan Osmanlı Imparatorluğu'nun doruk noktasıydı. Sonraki birkaç yüzyıl boyunca, Katolik Avrupa, Islamiyet'i kendi dinine ve kültürüne karşı sürekli bir tehdit olarak görecekti. Yine de Osmanlı Türklerinin egemenliği altındaki çok çeşitli halkların oldukça büyük bir kısmı Hristiyan olarak kaldı ve dinlerini eda etmeyi sürdürmelerine izin verildi. Ortak bir Islami yüksek kültürün varlığına rağmen, Müslüman Osmanlı Türkleri, Müslüman olmayanları imparatorluklarina kabul ettiler ve bunlar her zaman nüfusun önemli bir çoğunluğunu oluşturdular. Buna karşılık, Hristiyan devletler sistematik olarak Müslümanlara eziyet ettiler ve onları kovdular. Batılı yazarlar, Osmanlı Türklerini "Tanrı'nın belası", barbar, despot ve zalim olarak tanımlamakta yüzyıllarca birbirleriyle yarıştılar. Ne var ki Rus Ortodoks Kilisesi (Bizans mirasından büyük ölçüde etkilenmişti), Yunan Ortodoks Kilisesi (yine bir Doğu Ortodoks Kilisesi), Roma Katolik Kilisesi ve Islam dini, Osmanlı Türk hâkimiyeti altındaki Balkanlar'da dikkate değer bir uyumla bir arada yaşadı. Osmanlılar, dinsel azınlıklara özerklik tanıyan ve dinsel cemaat önderlerini sultanın atadığı millet sistemini yerleştirdiler."
··
1 plus 1
·
108 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.