Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

328 syf.
·
Puan vermedi
Mutluluk
Spolier içerir. Mizojini kavramını duydunuz mu? Kadın düşmanlığı anlamına gelen bu kavramın alt mesajları ile dolu bir kitap "Mutluluk". Van Gölü kıyısında yaşayan, "gözleri güneşe sen doğma da ben doğayım diyen", henüz on yedisinde, tek kabahati bu dünyaya kadın olarak gelmek olan, kendi güzel lakin bahtı kara bir kızcağız Meryem. Cemal; askerde birçok operasyona katılmış, terörle mücadele ederken psikojik buhranlarla cebelleşen, tezkeresini alır almaz amcasının kızı Meryem'in infazıyla görevlendirilince iki arada bir derede kalan, gönlü bu infaza elvermediği için Meryem'i ailelerinden olabildiğince saklamaya, korumaya çalışan bir Anadolu genci. İrfan Kurudal ise zengin ama maddiyatın artık tatmin edemediği, değişimin şart olduğunu düşünen, ruhsal dinginliğe ulaşmayı arzulayan, kendi içsel yolculuğunu hayalini kurduğu Ege'de tamamlamaya çalışan bir profesör. Üçünün de tek ortak noktası var: Arayıp o güne kadar bulamadıkları, hayatın yegane gerçeği olan MUTLULUK. Zülfü Livaneli'nin kendine has üslubu bu romanda da karşımıza çıkıyor ve sıkı bir Livaneli okuyucusuysanız tam da Livaneli'nin kaleminden çıkma dedirtiyor. Akıcı bir dil kullanan yazar, olayları anlatırken bir taraftan da son derece gerçekçi ve çarpıcı bir şekilde karakterlerinin psikojik tahlillerini yapıyor ve bu sayede bizlere adeta o anları yaşatıyor; kendimizi olayın içinde kıyıda köşede bir yerde olanları izlerken buluyor, tüm o anlatılanların birer tanığı oluyoruz. Romanın genelinde bi' taraftan Meryem karakteri üzerinden ülkemizde birçok kadının yaşadığı sorunlar gözler önüne serilirken öte taraftan da kendi iç dünyalarında çatışma yaşayan insanların benlik arayışlarını, Türk milliyetçiliğinden Kürk milliyetçiliğine milliyetçilik algısını; PKK terör örgütünün faaliyetlerinden bölgede etkili olan Hizbullah'a ülkemizin örgütsel yapılarla, tarikatlarla mücadelesini; seküler hayat sürenlerle dindar görünümlü ama aslında dini kendi çıkarları doğrultusunda pazarlayan şarlatanları, inanç sahibi gerçek dindarları, Alevi-sünni çatışmasını, cezaevlerindeki açlık grevlerini, toplumların kanayan lakin kol kırılır yen icinde kalır misali gizlenen yarası olan ensest ilişkileri, tacizi/tecavüzü, şiddeti diğer bir deyişle Türkiye'nin birbirinden çok farklı sosyo-kültürel tabakalarını ve bunların birbiriyle çatışmalarını okuyacaksınız. Romanda ahlâk bezirganlığı yapan, köyün hatta bölgenin din önderi olarak kabul edilen sözde bir şeyhin kendi öz yeğenine tecavüzü sonrası utanmadan kızcağızı ahlâksız ilân edip ailenin ve de köyün namusunu temizlemek için "Katli vaciptir." diyerek infaz emrini vermesini okurken içimde kopan isyanın sesi bu satırları yazarken yine yükselmekte. Romanı okurken, -özellikle amca ile ilgili kısımları okurken- insan ister istemez ahlâkın dinle, dindarlıkla alakadar olmadığını, esasında bir karakter meselesi olduğunu düşünüyor. Romanda anlatılan Meryem’in hazin öyküsü, aslında Türkiye’de tecavüzle ilgili geleneksel anlayışa da bir eleştiri niteliği taşımakta, namusu kadına indirgeyen anlayışa tepki göstermekte, kadının başta kocasının olmak üzere oğlunun, babasının, sülalenin, köyün kısaca etrafındaki bütün erkeklerin namusunu korumakla görevli bir nesne olarak görülmesi tenkit edilmektedir. Tecavüz mağduru Meryem üzerinden ülkemizde tecavüze uğrayan kadınların nasıl suçlu ilân edildikleri, tecavüzcülerin ise nasıl aklandıkları anlatılmış; ülkemizdeki mağdur kadını suçmalama, erkeği "O satte kadının orada ne işi vardı, etek boyu mu kısaydı?" benzeri akıldan, mantıktan yoksun vb. cümlelere aklama çabasının erkekler kadar kadınlar tarafından yapılıyor oluşu da anlatılarak okucuya bu durum sorgulatılmaya çalışılmıştır. Türkiye'nin birbirinden farklı kadınlık ve erkeklik hâllerinin resmedildiği romanda belli zihniyetlerin bir nevi prototipleri ile karşılaşıyoruz. Özellikle ata erkil zihniyetin hâkim olduğu toplumlarda kadının cinsel bir meta olarak görülmesini, eril zihniyetin üstünlüğünü kabul ettirmek ve bu anlayışın devamını sağlamak için kadının küçümsenmesini, ne acı ki bu küçümseyici tavrı yine kadınların da sergiliyor oluşunu kendine has üslubu ve betimlemeleriyle kaleme alan Livaneli, daha ilk sayfadan itibaren okurun zihninde sorularla boğuşmasına neden oluyor. Örneğin Meryem'in üvey annesinin her yemek getirişinde kızın önüne bir ip atıp kendini asmaya teşvik edişini okurken bir kadın bir kadına nasıl böyle zalimce davranır, diyorsunuz. Ya da Meryem'den bahseden aşağıdaki satırları okurken Meryem'le aynı sorulari sorarken buluyorsunuz kendinizi: "Muhtarın oğluyla kavaklıkta konuşurken görüldü diye aile meclisi kararıyla boğulan kızlar ya da intihara zorlananlar. Ama son yıllardaki göç dalgası, Doğu’nun bütün kadim gelenekleriyle birlikte töre cinayetlerini de İstanbul’a taşımıştı. Genç kızlar ya viyadüklerden atılıyor ya kurşunlanıyor ya da iple boğuluyorlardı. Hem de en yakın akrabaları, kardeşleri tarafından. Böyle haberler okuduğu zaman en çok kızların annelerini merak ediyordu. Bir kadın doğurup emzirdiği kızının ölümüne nasıl razı olabiliyordu acaba? Yoksa çaresiz mi kalıyorlardı?" Ve aynı kendinize soruyorsunuz bir kadın, bir anne nasıl durup izliyordu tüm bu olanları? Sanırım bu kadar spolier yeter ;) "Romanın sonunda kahramanlarımız aradıkları mutluluğa kavuşuyorlar mı, gerçek namussuzlar ortaya çıkıp hak ettikleri cezayı çekiyorlar mı, özlenen ve arzulanan değişimi gerçeklestirebiliyorlar mı, Meryem geçmişin yaralarını silip hakkettiği hayata kavuşacak mı?" gibi soruların cevaplarını bulmak için okumaya ne dersiniz? Vakit kaybı olan onca kitap varken "Mutluluk" vakit ayırmaya değer bir eser. İyi okumalar.
Mutluluk
MutlulukZülfü Livaneli · İnkılap Kitabevi Yayınları · 202136,1bin okunma
·
221 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.