Gönderi

Halk Lisanına Girmiş Arapça ve Acemce Kelimeler
Bazı mu'terizler diyorlar ki "Siz Osmanlı lisanındaki Arabi ve Farisi kelif!lelerden şikayet ediyorsunuz. Halbuki halk dilinde bu lisanlara mensup birçok kelimeler vardır." Filhakika, halkın konuşma dili de Arapçadan alınmış birçok kelimeleri muhtevidir. Fakat halkın konuşma diline almış olduğu bu kelimeler, havas sınıfından olan alimlerle ediplerin Osmanlı lisanına almış olduğu Arabi ve Farisi kelimelerden iki sı1retle farklıdır. Evvela, halk lisanında müteradif kelimeler yoktur. Halk, Arapçadan ve Acemceden bir kelime aldığı zaman onun müteradifi olan Türkçe kelimeyi Türkçeden büsbütün atar. Bu suretle lisanda müteradif kelimeler kalmaz. Mesela halk, "hasta" kelimesini alınca "sayru" lafzını, "ayna" kelimesini alınca "gözgü" lafzını, "merdiven" kelimesini" alınca "baskıç" lafzını tamamıyla unutmuştur. Vakıa, bazen halkın Arapçadan ve Acemceden aldığı kelimeler yanında, eski Türkçelerini de muhafaza ettiği görülüyor. Fakat, böyle bir hal vukuunda da yine müteradif kelimeler vücuda gelemez. Çünkü ya Arapçadan ve Acemceden alınan kelimenin yahut eski Türkçe kelimenin manasında bir tagayyür husı1le gelerek ikisi arasındaki müteradiflik zail olur. Mesela, "siyah" ve "beyaz" kelimeleri alındıktan sonra, "kara" ve "ak" kelimeleri Türkçede baki kalmış, fakat ne "siyah" kelimesini "kara" kelimesinin ne de "beyaz" kelimesini "ak" kelimesinin müteradifi addedemeyiz. Çünkü halk, "siyah"la "beyaz"ı maddiyatta, "kara" ile "ak"ı maneviyatta kullanıyor. Mesela siyah yüzlü bir adamın alnı ak olabilir, beyaz çehreli bir adamın da yüzü kara çıkabilir. Bazen de halkın Arapçadan ve Acemceden aldığı kelimelerin Türkçesi zaten mevcut olmadığı için müteradifliğe hiçbir sebep bulunmaz: Abdest, namaz, Kur'an, cami, ezan kelimeleri gibi. Alimlere ve ediplere gelince, bunlar hem Türkçe kelimeleri hem de bunların Arabi ve Farisi mukabillerini tamamıyla aynı manada olarak kullanırlar. Bu suretle, onların Türkçesinde, her hususi mana için, biri Türkçe, biri Arapça ve biri Acemce olmak üzere la-akal üç tabir mevcuttur. Mesela "su, ab, ma"; "gece, şeb, leyi"; "ekmek, nan, hubz"; "et, gı1şt, lahm" gibi. Osmanlı lisanında mutlaka her mana için üçer müteradiften mürekkep olan böyle bir "teslis" mevcuttur. Bazı manaların Arapçada müteaddit tabirleri bulunduğu için bu gibi manaların müteradifleri bittabi üçten daha fazla bulunur: Arslan, ş1r, esed, gazanfer, haydar, zırgam ilh ... gibi. Saniyen, halk Arapçadan, Acemceden ve sair yabancı lisanlardan aldığı kelimeleri ya lafzen yahut manen tahrif eder, yani temsil eyler. Lafzen tahrife misal: "haste: hasta", "hefte: hafta", "nerdüban: merdiven", "çarçube: çerçeve", "gavga: kavga", "bekere: makara", "zukak: sokak", "pare: para" Manen tahrife misal: "Hasta" kelimesi Farisi' de "birisi tarafından yaralanmış" manasına iken, Türkçede "mariz" mukabili olmuştur. "Şafak" kelimesi Arapçada "garb ufkunun akşam kızıllığı" manasına iken, Türkçede "şark ufkunun sabah kızıllığı" manasını almıştır, "şafak sökmek" tabirinde olduğu gibi. Fariside "hace" kelimesi, "efendi" manasınadır. Bu kelime, Türkçede hem lafzını değiştirerek "hoca" şeklini almış ve hem de manasını değiştirerek "halk fakihi" ve "mektep muallimi" manalarını almıştır. Farisi "hazar" kelimesi, bir noktalı "b" ile telaffuz olunur ve "çarşı" manasına delalet eder bir kelime iken, Türkçede üç noktalı "p" telaffuz olunan ve hem cumartesinden sonra gelen günün ismi hem de muayyen günlerde, muayyen mevkilerde kurulan günlük panayır demek olan "pazar" şekline inkılap etmiştir. "Pazarlık" kelimesi de bu son şekilden doğmuştur. "Pare" kelimesi de Farisi lisanında "kısım, parça" manasına iken, Türkçede "para" şeklini almakla beraber, "mübadele vasıtası olan sikke yahut kağıt" manasını almıştır. Bazı kelimeler zahirde eski manasını muhafaza etmiştir. Fakat bu kelimenin dahil olduğu terkibler tetkik olunursa, bu gibi kelimelerde de manaca gayr-i mahsus tebeddüller vukua geldiği anlaşılır. Mesela "abdest" kelimesi lafızca ve manaca değişmemiş görünür. Halbuki bu kelimenin başındaki "a" harfi meddini kaybettiği gibi, nihayetindeki "t" harfi de telaffuzdan sakıt olmuştur. Bundan başka, "büyük abdest" ve "küçük abdest" gibi terkibler gösteriyor ki manaca da bir tagayyüre uğramıştır. Demek ki halk, aldığı kelimeleri temsil ediyor. Evvela, "her mananın yalnız bir kelimesi olmalıdır" umdesine riayet ederek, müteradifleri kabul etmiyor ve "lisan"ı her "kelime"si, vazifesi muayyen bir "uzuv" mahiyetinde bulunan, "hakiki bir uzviyet" şeklinde muhafaza ediyor. Tabii bu işi halk, bilerek ve düşünerek yapmıyor; içtimai bir selika ile şuursuz bir surette yapıyor. Halkın lisanında her kelimenin mutlaka diğer kelimelerden ayrı bir manası vardır ve halkın idrak sahasına girmiş olan fikri ve hissi her mananın da mutlaka bir kelimesi vardır. Alimlere ve ediplere gelince, bunlar halkın temsil mahiyetinde olarak yaptığı bu tağyirleri, tahrif mahiyetinde telakki etmişler ve halkın Arabi ve Farisi kelimeleri gerek lafzen ve gerek manen tağyir etmekle meydana çıkardığı kelimelere "galatat" namını vermişlerdir. Alimlerin galatat namıyla yazılmış kitapları tetkik olunursa görülür ki onlar nazarında fesahat, Arabi ve Farisi kelimeleri Türkçede aldıkları şekillerde değil, esasen mensup oldukları lisandaki kadim şekillerinde kullanmaktır. Bu telakkiye göre, Osmanlıcanın hiçbir istiklali, hiçbir temsil salahiyeti yoktur. Daima kelimeler gerek lafzen ve gerek manen kadim şekillerine irca edilmeli ve hatta kelimelerin imlaları da mutlaka bu eski şekillere göre yazılmalıdır. Bu telakkinin daha iyi anlaşılması için bir vak' ayı misal olarak zikredeceğim: Bir zaman Darülfünun' da felsefi ıstılahları ta'yin ve tespit etmek üzere ilmi bir encümen teşekkül etmişti. Bu encümende fesahatçilerden biri "dikkat" kelimesinin "attention" mukabili olamayacağını ileri sürdü. Gilyii, "dikkat" kelimesi "dakik = ince" sıfatından iştikak ettiği için "incelik" manasında imiş. Bu iddiaya karşı, "incelik" kelimesi lisanımızda varken bu manaya delalet eden "dikkat" kelimesine ihtiyacımız yoktur. Fakat, halkın kullandığı manada olmak üzere bu kelime, lisanımızın atılması mümkün olmayan elzem bir unsuru olmuştur, denildi. Fakat, mu'teriz kabul etmedi: "'Dikkat' kelimesi daima 'incelik' manasında kalacaktır. Halkın kullandığı tabirleri ilim kabul edemez. Doğru olan kelimeler, kelimelerin eski şekilleridir. Kelimelerin hakiki manaları istimalle değil, iştikakla bilinir. Binaenaleyh 'attention' kelimesine başka bir mukabil aramalıdır." cevabını verdi. Bu esasa istinaden fesahatçiler "attention" kelimesine mukabil aramaya başladılar. Birisi "tahdik" kelimesini ileri sürdü; bir diğeri "iltifat" kelimesini teklif etti. Gilya "tahdik" kelimesi "göz bebeği" manasına olan "hadaka" dan gelirmiş; "dikkat"te de bilhassa amil olan "göz bebeği" imiş. "İltifiit"ın Arapçadaki manası da "göz ucuyla bakmak" imiş. "İltifat" kelimesi, lisanımızda başka manil.yadır denildi. "Öyle şey olmaz, Arapça ve Acemce kelimeler bizim lisanımızda kadim asaletlerini ve fesahatlerini muhafaza edeceklerdir. Avamın cehaletle yaptığı tahriflere galatat denilir. Bunların hepsini terk ederek kelimelerin kadim ve fasih şekillerine rücu etmek lazımdır" diye cevap verildi. Görülüyor ki halk aldığı kelimeleri lafzen ve manen temsil ettiği halde, fesahatçi alimler bu temsilin aleyhindedirler. Halka göre, galat-ı meşhilr lugiit-ı fasihadan evladır; alimlere göre ise, lugiit-ı fasiha galat-ı meşhilrdan evladır. Bundan başka, halka göre memleketimizde istiklal ve hükümranlık ancak Türk lisanındadır. Bu lisana giren Arapça ve Acemce kelimeler Türk lisanının hakimiyeti altına girerek onun "savtiyat = phonetique" ına ve "lügaviyat = lexicologie"ına tabidir. Siyasi kapitülasyonlar, siyasi istiklal ve hakimiyete münafi olduğu gibi; lisani kapitülasyonlar da lisani istiklal ve hakimiyete münafidir. [Lakin, yine tasrih edelim ki halk bunu şuurlu bir surette düşünmüyor; arının bal yapması gibi, şuursuz ve seliki bir surette yapıyor.] Alimlere nazaran, bilakis istiklal ve hakimiyet ancak Arabi ve Farisi kelimelerinde mevcuttur. Biz, onların istiklal ve hakimiyetine, asalet ve fesahatine hürmet etmeye mecburuz. Bizim lisanımıza gelince, o zaten yüzde doksan dokuz Arabi ve Farisi kelimelerden mürekkep olduğu için istiklal davasında bulunamaz. Görülüyor ki lisani Türkçülüğün ilk işi, fesahatçi alimlerin nokta-i nazarlarını red ile halkın şuursuz nokta-i nazarlarını Türkçenin temeli olarak kabul etmektir. Binaenaleyh Türkçülere göre, Osmanlıcıların fasihleri galat ve galatları fasihtir. Hatta imlada da bu galatları telaffuz olundukları gibi yazmak Türkçülüğün bir umdesidir. Bu esası ecnebi kelimelere de teşmil ederek fesahatçilerin "sigara", "jaket", "Evropa" şeklinde yazdıkları bu kelimeleri, halkın telaffuzu veçhile "cigara", "caket", "Avrupa" yazmak lazımdır.
·
88 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.