Gönderi

272 syf.
·
Not rated
Zweig ve biyografileri
Zweig, EmileVerhaeren biyografisini üç bölüm, bir de giriş olarak kaleme alır. Giriş niteliğindeki bölümde Verhaeren’in şiirlerinden örneklerle yaşamına değinilir. Birinci bölüme ‘Kararlar’ adını verir. Burada şairin yaşamının dönüm noktaları ile sanat hayatının başlamasına dair bilgiler yer alır. Zweig, çağdaşı şairi anlatırken dönemin özellikleri, değişen çağı, modern insanın ilk bunalımlarını da verir. Verhaeren’i şair yapan, onu modern şiirin kurucusu yapan değişimleri şairin kişilik özellikleri ile birlikte ayrıntılı olarak işler. Verhaeren’in çevresinde yaşadığı fiziksel değişimlerden bahseder. İkinci bölüm ‘Şekillendirmeler’ adıyla verilir. Şairin çağdaşı şairler ile arasındaki farkı, onun sanatının gücünü ortaya koyar. Edebiyata bakışı, yenileşen dünyanın sosyal, bireysel değişimlerin yansımalarını şair üzerinden anlatır. Üçüncü ve son bölüm ‘Tamamlananlar’ olarak adlandırılır. İlkel köy yaşamından, şehir yaşamına, modern çağın getirdiklerine ve götürdüklerine, şairin bunları şiir dilinde ifade edişi kavramlarla aktarılır. Zweig bu bölümde Verhaeren ile ilgili anılarına da yer verir. Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ile yollarının ayrılmasını ve Verhaeren’in tren kazasında ölümü üzerine duygularını, mektuplaşmalarını, onunla olan seyahatlerini anlatır. Zweig; Verhaeren’in ilk kitabı için: “Sağlıklı, sağlam bir yaşamı yansıtan bu kitap, toprağın güçlü kokusu ve çarpıcı renkleriyle dikkati çeker.” der ve ekler: Motiflerin çoğu milli tablolardır. Belçika sanatının elli yıllık bir hazırlık sürecinden geçtiğini, bu yüzden sağlıklı bir zemine oturduğunu söyleyen Zweig bu durumu ağaçların büyümesine benzetir: “Ağacın kademe kademe büyümesi gibi edebiyat da aynı şekilde ilerlemiştir.” Zweig’ı en çok etkileyen şair Emile Verhaeren olur. “Çünkü o şiire tamamen yeni bir yön veriyordu.” Verhaeren’i kendi bulup tanıtmış olmasını ve ona olan sevgisini şu şekilde ifade eder: “Ben Almanya’da henüz hiç tanınmayan bu yazarı- edebiyat çevrelerinin Rolland’la Rostan’ı karıştırması gibi onu da Verlaine ile karıştırıyorlardı- bir bakıma kendim bulup tanımıştır. Tek başına sevmek, onu iki misli sevmek demektir.” Verhaeren, içinde yaşadığı çağı kabullenerek, geleceği kabullenerek, dünyayı sevmeye başlayarak şiir için fethe çıkar. Değişen yaşamı görerek, “öteki şairler gibi makineleri kötü, kentleri çirkin ve günümüz insanını da edebî duygudan yoksun” diye nitelendirmez, her yeni geleni, her teknik ya da toplumsal alanda gerçekleşen başarıyı büyük bir heyecanla ve coşkuyla karşılar. Güzeli arar ve bulur. Onu şiirlerinde ortaya döker. Zweig, bizim kuşağın iyimserliği, dünyada yaşanan “dehşet verici yıkıntılarının ortasında” iyimserlik duygusunun ilk Verhaeren’de edebî ifadesini bulur der. Zweig, Brüksel’e Emile Verhaeren ile tanışmaya gider ve onu ortak dostlarının evinde ilk kez görür. Bu büyük buluşma Zweig için heyecan verici olur. “Hiçbir şeyi reddetmeyen, yeni olan her şeye açık ve hazır olma” durumu Verhaeren’in sanatının en güçlü özelliği olur. Dönemin şairleri çekimserdir, sesleri gerçekle uyuşmaz, değişimlere uyum sağlayamaz, “bir yabancı gibi savrulurlar büyükşehirlerde”, modern yaşamın lüksünü ve konforunu kabul ederken imkânlardan faydalanırlarken, biraz da cesaret eksikliğinden, şiirde tüm bu olguları reddederler. “Şiire yeni bir anlam yüklemek istemezler." Zweig, “Ancak çağın önemini hissedebilen şair büyük şairdir” der. “Çağdaşlığı şiirlerinde bilinçli hisseden, çağını şiirleriyle biçimlendiren, modern dönemin en büyük ve belki de yegâne şairi” Verhaeren bunu başaran ilk şairdir. “Verhaeren’in şiirlerinde çağımız yankılanır. Yeni manzaralar, büyük şehirlerin karanlık siluetleri, demokratik kütlenin dehşetli çalkantısı, yeraltındaki maden kuyuları, son bulmaya yüz tutmuş manastırların son ağır gölgeleri…çağımızın tüm ruhsal güçleri, ideolojisi şiirselleşmiştir.” Verhaeren şiirlerinde yeni arayışlara, yeni estetik anlayışlara, yeni heyecanlara duyduğu arzuya yer verir. “Şiirsel bir yaratılış denemesi” yapar. Çağın güzelliğini görür. Güzellik ve iyimserlik onun şiirsel gücüne güç katar. “Onun mayası da karşıtlıklardan oluşmuştur, zıt güçleri birleştirerek yeniyi o getirir ülkeye. Dili ve biçimi Fransızlardan; Tanrı arayışını, ciddiyeti, gücü, metafiziğe duyulan ihtiyacı ve panteistik dürtüyü Almanlardan almıştır. Politik ve dinî dürtüler, Katoliklik ve sosyalizm Verhaeren’in içinde mücadele halindedir. O hem büyükşehir hem de vatan toprağının çocuğudur. Halkının en büyük içgüdüsü olan ölçüsüzlük ve yaşama hırsı, tutkulu arzu onun sanatının birinci ilkesidir. Ancak Verhaeren’de heyecan, asil bir kendinden geçişe dönüşmüştür.” Verhaeren doğası gereği kusursuzluğa, sakinliğe, yumuşaklığa karşı nefret doludur. Heyecanlı bir hali vardır ve “güçlü dürtüşlere şiddetle karşılık verir” bu heyecan yatıştıktan sonra mükemmeli yakalar. Yaşadığı dönem süren akımlar, edebiyat çevrelerinin etkisi Verhaeren’i de etkilemiş, gönülsüzce de olsa onlar gibi olmaya çalışmıştır. Sadece kendi özgür duygularına kulak vereceği, “tüm kapları ve bağlantıları çatlatacak” noktaya gelişi uzun sürmez. Verhaeren’in sanatındaki değişim yaşadığı yerden ayrılıp büyük şehre geçtiğinde başlar. Doğadan uzaklaşır, farklı kültürlerin, farklı yaşamların arasına karışır. Paris, Londra, Almanya, Fransa’ya gider. Şehirler onu yorar. Zweig bu dönemi “Çöküş” olarak adlandırır. Nitekim bu ifade yerinde olur. Verhaeren bu şehir yaşamına alışamaz ağır bir depresyona girer; “ruhsal sıkıntıları mide rahatsızlıklarına” yol açar. Verhaeren bir “ormanda kaybolmuş gibidir.” Bu çöküş onun sanatının doğum sancılarıdır. Neşeli manzaralar kararır, gri bulutlar güneşi kapatır. Hayatın renkleri solar. Tüm bu ruhsal bunalımlar eserlerinde kendini göstermeye başlar: “Bulutların korkunç kanatlarıyla gökleri kapladığı, dünyanın daraldığı, soğuk ve ağır zincirler gibi saatlerin cisimlere dolandığı solgun gecelerin kitaplarıdır bunlar. Buz gibi bir hava vardır bu eserlerde. ‘Buz tutmuş…’ diye başlar şiir ve bu ürkütücü ton köpeklerin uluması gibi sürekli yayılır sonsuz alana. Güneş ölmüştür, çiçekler ve ağaçlar da, hatta bu uykusuz gece yarılarında bataklıklar bile kurumuştur. Ve sonsuz bir kıştan, Aniden beliren ulu, buz gibi ve harika bir tanrıdan duyulan korku.” Bir başka dize: “Kasım geldi ruhuma, Ve vahşi bir hayvan gibi Ulur rüzgâr ruhumda.” Bu umutsuzluk ağır ve sancılı geçer. Verhaeren bu bunalımdan çıkmayı başarır. Umutsuzluğu son noktasına kadar yaşadıktan sonra kendi kendine iyileşmeye karar verir. Sevmeyi öğrenir; dertlerini, bunalımlarını, çağını, içini karartan, sis bulutu şehirleri, çirkin olan… “Esir almak hastalığını her an Sevmek onu, lanetlemek ve hissetmek” Sevmek onun en eserlerinin en derin Leitmotiv’i, olurken kurtuluşunun da anahtarı olur. Kabul eder, yenilikleri reddetmez, her acıyı uysallıkla karşılar. “Kaderi en çılgın derinliklerine kadar sevmek” Verhaeren’in yaşam ilkesi olur. “Verhaeren, bilinmezden çok geçmişten korkuyordu. Bu korkunç baskıdan dünyaya kaçmakla kurtulur. Eskiden kibirli bir şekilde dünya olaylarını şahsi meseleler olarak gören, edebî çelişkiyi, yaşamın ölümsüz ‘evet’ini veya ‘hayır’ını tek başına çözmek isteyen o, şimdi kendini olayların içine atar, kendini gelişmelere dahil eder. Eskiden her şeyi sübjektif, tek başına algılayan o, şimdi objektifleşir; eskiden kapılarını gerçeğe kapatanın damarlarındaki kan şimdi yaşamın canlı organizmasında akar. Kibri bir tarafa bırakmıştır artık, kendini bırakır, tüm keyfiyle kendini her şeye bağışlar, yalnızlığın gururu yerine her yerde olmanın ağır yükünü koyar. Her şeyi kendi içinde değil, kendini her şeyin içinde görür.” Verhaeren’den alınan bu dizeler onun sanatına en güzel örnek olacaktır. “Biri affın mavisi, diğeri beyaz iyilik, Üçüncüsü düşünceli aşk, sonuncusu armağan, Adamak üzere kendilerini, kötülere bile” Nefret sevgiye, ümitsizlik iyiliğe bırakır kendini. Dünyayı ve kendini anlar, kabul eder. Bu iyileşme onun sanatsal gücü olur. Onu modern şair yapan bu güçtür. Reddetmeden kabul etmek ve tüm ölçüleri kaldırmak. Bunu sanatında da ortaya koyar. Sanat taze kan ile canlanır: “Verhaeren’in tüm ruhsal değişimleri incelikle yansıtan mısralarına kadar hissedilir bu kurtuluş. Çünkü önceleri tablo tasvirlerindeki kayıtsızlığı içinde soğuk aleksandren mısralarıyla, sonra da buhranın korkunç tekdüzeliğindeki duyguların boşluğu ve ıssızlığı dehşetli, muhteşem güzellikte bir monotonlukla aktarmaya çalışan şiir, o aynı şiir sanki bir rüyadan uyanmış gibi canlanır, bir hayvan gibi uyanır uykusundan, doğrulur, ayaklanır, değişir, insanın her hareketini taklit eder, tehdidi, kaçışı, sevinç çığlığını ve heyecanı. Ve birden bire tüm etkilerden ve teorilerden bağımsız bir vers libre, serbest ölçü doğar. Şair artık dünyayı kendi içine hapsetmez, aksine kendini dünyaya bağışlar. Şiir de dünyayı ısrarla soktuğu dört köşeli hapishaneden çıkartır, kendini her duyguya her ritme, her melodiye bırakır; uyum sağlar, esnekleşir…” Modern bir şair olmak ancak tüm konularla kardeş olduktan sonra mümkündür der Zweig ve Verhaeren’in ancak her konuyu kavradığında, ilgilendiğinde yakalayabilmiştir. Şair, işte ondan sonra Avrupa’nın ve çağın şairi olur. Başarısı ise “şiirsellik kavramını” yeniden değerlendirmektedir. Verhaeren, içsel olanı şiire sokmuştur. Lirik sanatın sınırlarını genişletmiştir. O başkalarının “poetik ürün ummadıkları yerde, ekilecek toprak ve görmüştür. Güzelliğin mutlak olmadığını, dünün gerçeği ile bugünün gerçeğinin farklı olduğunu, gelişimleri kabul etmek gerektiğini kendi deneyimi ile öğrenir. Bedensel olandan ziyade ruhsala yönelir. Verhaeren, güzeli görür, telgrafın veya telefonun bizi etkileyen yönü dış telleri değildir, içimizde ortaya çıkardığı duygudur, şair bu duyguyu görür. Çok uzaklara ulaşabilen sesin verdiği heyecanı anlatır. Telefon tellerinin ortaya çıkardığı çirkin görüntünün ya da şehirlerin tek düze yaşamının farkındadır ama o, bilinçli bir güzelliği işler. Ruhunda yaşanan değişimleri, içsel sıkıntıları, bir mermer soğukluğunda olan tasvirleri şiire konu eder. “Güzellik er veya geç şiirsellikle algılanacaktır. Verhaeren de ilk köprüyü kuran birisidir.” Toplumun şairi olur: … Direnmeyi yenip güzelliği saklandığı köşeden çıkartınca yaratıcılık zevki on misli artar.” Verhaeren, modern insanın dertlerini şiire konu ederken, gördüğü tüm değişimleri de aynı şekilde işler. Onu bunaltan şehir yaşamını, renkleri, toplumsal sancıları tüm açıklığıyla işler. Paranın dönüşümünü, “her şeyin satın alınabilir” oluşunu, zevkin bile “faişelerle” satın alınmasını şiirinde sanatının gücüyle ifade eder. “Eski ülkelerin ırkları, Para, aynı ümitle alnınıza yazıldığından beri Kaderlerinizi birleştiriyorsunuz.” (Zweig, 2019: s.107) Gerçek şiir, parçalardan bir araya gelen yapay bir yapı, bir mekanizma değil, aynen insan gibi ruh ile bedenin birbirinden ayrılamayacağı bir organizma olmalıdır, “düşüncenin çatısını içermeli,” ayrılmaz bütüne sahip olmalıdır. Verhaeren, ruh ile bedeni birleştiren, bütünleştiren, şiire yeni bir form kazandıran kişidir. “Modern şiirin mimarı”dır. Kırsal kesimde büyümeye başlayan bunu şehirde tamamlayan, modern çağı ve onun yarattığı insanı, bütün zıtlıklarıyla şiirlerinde yeni bir güzellik anlayışı ile işleyen, kırsalın inanç ve gelenekleri ile modern toplumun karakterini ve kültürünü yansıtan, şiire özgürlük kazandıran, bütün duyguları, içsel olanı şiirsel bir dille ustaca yansıtmayı başarır. Zweig, Verhaeren’in şiirleri ve bu şiirlerin arka planı hakkında bilgi veriyor. Şairle tanışmış olması, mektuplaşmaları onun hakkında şiirlerinden öğrenilemeyecek bilgiler ve çıkarımlarda bulunması bu eseri eşsiz kılmaktadır. Zweig, biyografi yazma ustalığını konuşturuyor. Verhaeren’in çağa olan bakışını, onun her şeyi ‘sevgi’ ve ‘iyilikle’ kabul edişini, şiiri ve yaşamını ‘serbest’ bir forma döküşünü, güzellik ve estetiğin aslında ne olduğunu, iyi bir şairin özelliklerini ve çok sevdiği dostunu anlatırken kendine has sanatını da ortaya koymayı ihmal etmiyor.
Emile Verhaeren
Emile VerhaerenStefan Zweig · Can Yayınları · 201956 okunma
·
143 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.