Gönderi

·
Puan vermedi
Ben Deborah Blau. 16 yaşındayım. Hiçbir zaman sizler gibi olamadım. Varoluşuma azametli bir ıstırap ve uyumsuzluk hakimdi. Bu dünyanın sahte yüzünü her zaman elimin tersiyle ittim. Bu yüzden çevremdeki insanların -ailemin bile- gözünde öteki konumuna yerleştirildim. Yapabileceğim bir şey yoktu, kendi gerçekliğimden hiçbir zaman kaçamadım. Bu yüzden uyum sağlamak yerine kendime yeni bir gerçeklik yarattım. Orası Yr idi. Yr benim gül bahçemdi. Böylece hikayem başladı. Ben Deborah Blau. Bana akıl hastası dediler ve bir hastaneye yatırdılar. İntihar girişimimden hemen sonraydı. Onlara göre bir çeşit teşhisti bu. Neyin normal olduğuna karar vermek ne hadlerine ise (!) Ölümün benim için mutsuz bir son olmadığını asla anlatamadım onlara. Ne kadar sahte olduklarını buradan bile görebilirsiniz; ölüm yokmuş, olmamalıymış gibi yaşıyorlar. Ben ise tüm bu sahte dünyanın içinde “gerçek” kalabildiğim için kendimle gurur duyuyorum. Ben Deborah Blau. Size hikayemi anlatmak istiyorum. Beni okuyun, size bir insan zihninin keşfini sunacağım. Beni okuyun, sizlere farklılıklara karşı biraz anlayış ve empati sağlayacağım... .... .... …. Sana Gül Bahçesi Vadetmedim benim için aslında bu kadar sade bir romandır. Ama bunu normal hayata bağdaştırarak da incelemeyi kendimce gerekli gördüm. Bu noktada Michel Foucault’a başvurmak bana biçilmiş kaftan gibi göründü. Bu yüzden incelemenin kalan kısmını Foucault’dan yardım alarak ve Deborah’a dışardan bir gözle bakarak yazacağım. Ayrıca İNCELEMENİN DEVAMI SPOİLER İÇERECEKTİR. Pek çoğumuz için güç kavramı ele alındığında akla gelen ilk olgu siyasi otoritedir. Ancak daha geniş bir perspektiften baktığımızda iktidar olgusunun bir tarafın diğerine kurduğu üstünlük fiiliyle ilgili olduğunu görürüz. Bu bakımdan iktidar kavramını sadece siyasi terminoloji bağlamında ele almak kelime ve anlam açısından bir sınırlamadır. Bu bağlamda Foucault, iktidarı salt siyasi otorite olarak tanımlamak yerine, iktidar kavramına daha spesifik terimlerle bakmanın önemli olduğunu belirtir. Kısacası, güç esasen 'yapma' diyen herkesi tanımlar. İktidarı olumlu kılan ve kabul edilmesini sağlayan şey, karşımızda bize açıkça 'hayır' diyen bir güç olarak durmamasıdır. Foucault'nun çalışmaları, özellikle kurumlar içinde, güç ve bilgi arasındaki ilişkiye odaklanmıştır. Akıl hastaneleri gibi kurumların, neyin "normal" veya "anormal" olarak kabul edildiğini tanımlayarak ve kontrol ederek, diğer bireyler üzerinde güç uyguladığını bizlere gösterir. Deborah'ın bir akıl hastanesindeki deneyimlerinin, bir bakıma Foucault'nun deliliğin kurumsallaşmasına yönelik eleştirisini yansıttığını söyleyebilirim. Bu nedenle, Deborah'ın, Foucault'nun özne-iktidar ilişkisi üzerinden değerlendirmeye uygun bir karakter olduğunu düşünüyorum. Kitapta göreceğimiz üzere Deborah iletişimsiz bir bireydir. Ayrıca yaşadığı dünyaya ve kurumlarına uyum sağlamayı öğrenmediği için toplumun dışındadır. Zekâsı, erken gelişmiş kişiliği ve aşırı duyarlılığı ile çoğunluktan farklı olan bu on altı yaşındaki kız çocuğu, gerçeklikten uzaklaşma ve yabancılaşma dönemine girmiştir. Bu yol onu 'ben'in parçalanmasına götürür. Kimlik kavramını kaybetmiştir ama bir yere ait olma içgüdüsü onu başka bir yer aramaya iter. Bu içgüdü, genç kızın zengin fantezisinin yarattığı gizli, hayali bir dünyaya (Yr dünyası) sığınmasının kaynağıdır ve zihninde sık sık bu hayali evrene gider. Bu dünyanın da çeşitli yerleri ve kendine ait bir dili vardır. Bu aşamada kendisine yardım etmek zorunda hisseden anne ve babası, onu toplumun bu tür “deli” insanlar için oluşturduğu kurumlardan biri olan akıl hastanesine yatırır. Böylece Deborah, üçüncü bir dünyayla, tanıması ve analiz etmesi gereken yeni bir güçle karşı karşıya kalır. Okuyucunun anlatının başında karşılaştığı durum budur ve okuyucu, Deborah'nın kendi hikayesinin sonunu değiştirmek için verdiği mücadeleye adım adım tanık olur. Olumlu ve olumsuz tüm değerler değerlendirilir. Akıl hastalarının yarattığı çeşitli trajikomik olayları çok canlı betimlemelerle çizen yazarımız delilik olgusunun derecelerinin ve kökenlerinin sorgulanmasına yol açar. Michel Foucault'nun özne olarak tanımladığı olguda, "ben"in bilinci kendisini iktidarın görünmez etkinliğinden alıkoyamaz. Gücün harekete geçmesi, bireyin kendi bedeninde ortaya çıkar. Buna bağlı olarak da kontrol, denetim ve gözetleme olgusu çok katmanlı bir yapıya dönüşmektedir. "Sana Gül Bahçesi Vadetmedim" in ilk bölümünde doktorlar, Deborah'ın ailesini kızlarının bir akıl hastanesine yatırılıp tedavi edilmesi gerektiğine ikna eder. Bu ikna edişin, Foucault'un iktidarın bireysel öznellikleri şekillendiren ve düzenleyen söylemler aracılığıyla işlediğini söylemesine bağlayabiliriz. Kitapta, bu psikiyatrik söylem, Deborah'ın öznelliğinin inşasında önemli bir rol oynar. Ayrıca, iktidar ajanları olarak hareket eden tıp uzmanları, Deborah'ın deneyimlerini kategorize etmek ve kontrol etmek için psikiyatrik dil ve teşhis etiketleri kullanır. Bu söylemlerde Deborah, gerçekliği patolojikleştirilmiş ve marjinalleştirilmiş bir şekilde "öteki" olarak konumlandırılır. Kontrol edildiğini bilmek ona bir tür güven verir. Kendini herhangi bir duruma sokarsa hastane tarafından korunacağının farkındadır. Akıl hastanesi yazılımının arayüzü, doğrudan Foucault'nun “Eye of Power” kavramsallaştırmasını akla getiriyor. Foucault'nun gözetim ve kontrolün metaforik bir yapısı olan panoptikon kavramı, romandaki akıl hastanesine uygulanabilir olduğunu düşünüyorum. Hastane, hastaların sürekli gözlemlendiği ve düzenlendiği, güç ilişkilerinin pekiştirildiği bir disiplin kurumu haline gelir. İzlendiğinin ve değerlendirildiğinin farkına varan Deborah'ın bu ortamdaki deneyimleri, panoptik bakışı yansıtır. Bu gözetleme, onun içselleştirilmiş akıl hastası olma duygusunu yoğunlaştırır ve kurumun disipline edici gücünü pekiştirir. Bu durum, romanın ilerleyen bölümlerinde kendini bir birey olarak ifade etmek isteyen Deborah'ı rahatsız etmeye başlar. Aslında denetim yoluyla engellendiğini anlayan Deborah'ın ilk tepkisi kurum tarafından bir sorunun habercisi olarak algılanır. Dolayısıyla birey uyum içinde olduğu sürece sorun yok ama dışarı çıktığında iktidar Foucault'nun da belirttiği gibi her alanda kendini hissettirir. Romanda Deborah'ın direnişi, sığınmak istediği alternatif bir gerçeklik olan "Yr" dünyasını yaratmasıyla kendini gösterir. Bu yaratıcı dünya, baskıcı psikiyatrik söyleme meydan okumasına izin veriyor. Yine de, Deborah'ın kendi dünyasına çekilmesi akıl sağlığı ile delilik arasındaki sınırları bulanıklaştırıp, kaçmaya çalıştığı güç dinamiklerini pekiştirirken, direnişin sınırlarını da vurguluyor. Roman aynı zamanda akıl hastalığını çevreleyen yaygın sosyal damgalama sorununu da ele alıyor. Deborah'ın toplumsal önyargıyla karşılaşması ve durumuyla ilişkili içselleştirilmiş utanç, damgalamanın bireylerin refahı üzerindeki zararlı etkilerini vurgulamaktadır. Greenberg, toplum içinde empati, kabul ve desteğe duyulan acil ihtiyaca ışık tutarak, akıl sağlığı sorunları olanların karşı karşıya kaldığı izolasyonu, yargılamayı ve anlayış eksikliğini ustaca tasvir ediyor. Bireylerin karşı tepkisi, otorite tarafından tedavi yoluyla ehlileştirme ile sonuçlanabilir. Nitekim gösterdiği tepki sonucunda Deborah'a ileri şizofreni teşhisi kondu ve tedavisi giderek zorlaştı. Toplum ölçeğinde 'normal'in dışına çıkan Deborah, doktoru ve çevresi tarafından patolojik bir vaka olarak değerlendirildi. Buradan gördüğümüz üzere otoritenin gücünü yeniden tesis edebilmesi, gerçek yaygınlaşmadan önce kaynağın cezalandırılmasına bağlıdır. Bu nedenle Deborah, otorite figürü olan doktorlar tarafından ıslah edilmeye çalışılmıştır. Damgalama, bu örnekte olduğu gibi bireyin tüm yaşam alanını kapsayacak şekilde genişletilmiş, görünen ve görünmeyen alanlardaki davranışların sınırlandırılmasıyla sağlanmakta ya da bir inşa süreci olarak işlev görmektedir. İktidarın sürdürülebilirliği ancak onu üretenlerin eylemleriyle mümkündür. Dolayısıyla iktidar, yalnızca devletlerden ve yasalarından değil, onu doğrudan doğruya onaylayan, uygulayan ve yürüten bireylerden oluşur. Deborah'ın bir yandan kendini kabul ettirmek için bu kadar çabalarken, bir yandan da önüne çıkan her zorlukta, çok sevdiği Yr ülkesine kaçmasaydı değişimi daha farklı olabilirdi diye düşünüyorum. Bu kaçış beraberinde kısıtlama, sansür, sürekli denetim ve müdahale kaosu getirdi. Foucault bu bağlamda kısa bir iktidar analizi yapar. Güç kazanılmış bir güç değildir, eşitsiz ve dinamik güç ilişkileri içinde işler. İktidar bir yandan içsel ilişkiler üretirken, bir yandan da içkin olduğu bu karmaşık ilişkiler aracılığıyla yayılır ve işlevsel hale gelir. Dolayısıyla romandaki iktidar, doktordan ya da akıl hastanesinden elde edilen bir iktidar olarak değil, hasta ilişkisi üzerinden zaten kurulmuş hiyerarşik bir yapıya sahiptir. Hastane Deborah'ı kısıtladığı sürece yasak olan her şey Deborah'ın dikkatini çekmiştir. Onu sadece kendisinin anlayabileceği bir dil yaratmaya iten, yine üzerindeki baskıdır. Otorite düzenini ve geçerli iktidar söylemlerini tehlikeye atan durum, Deborah'ın bilinç evresidir. Bu aşamadaki bilgiler çeşitli riskler içerir. Deborah'ın gerçeğe ulaşma ve gerçekle yüzleşme isteği, sistemi sorgulayan ve gücün etkisini azaltan bir eylemdir. Böyle bir durumda karşı argüman itaat değil, bilgi olacaktır. Deborah'ın deneyimleri, psikiyatrik söylemin bir kontrol mekanizması olarak işleyiş ve onun benlik algısını şekillendirme biçimlerini özetlemektedir. Foucault'nun söylemsel güç, panoptikon ve öznelliğin inşası kavramları, bu noktada Deborah gibi bireylerin karşı karşıya kaldığı mücadelelere ışık tutuyor. Son olarak, bu samimi ve yoğun romanın bizi psikiyatri kurumlarına gömülü güç dinamiklerini ve bunların bireylerin yaşamları üzerindeki derin etkilerini eleştirel bir şekilde incelemeye davet ettiğini söyleyebilirim. Hikayemi okuyun. Keyif olsun.
Sana Gül Bahçesi Vadetmedim
Sana Gül Bahçesi VadetmedimJoanne Greenberg · Metis Yayınları · 199214,3bin okunma
·
436 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.