Gönderi

“Sultan İbrahim Han”, “Deli İbrahim” olarak da bilinir. I. Ahmed ile Rum asıllı cariye kökenli Kösem Mahpeyker Valide Sultan'ın küçük oğlu, IV. Murad'ın öz kardeşidir. (...) 8,5 yıllık saltanatı boyunca Girit seferi, Azak'ın kuşatılması, Karadeniz kıyılarına Kazak korsanların baskınları, Anadolu'da Celalî ayaklanmaları, Bosna'da sınır olayları; yangın, deprem felaketleri, ekonomik sıkıntılar ve İbrahim'in keyfi yönetiminden kaynaklanan daha başka sorunlar yaşanmıştır. Babası I. Ahmed öldüğü zaman (1617) 2 yaşında olan İbrahim'in çocukluğu ve gençliği, saray yaşamının en çalkantılı ve korkulu yıllarına rastladı. Kafes hayatı denen tutukluluğu 23 yıl sürdü. Olasılıkla düzenli eğitimden de yoksun kaldı. Üvey ağabeyi II. Osman'ın Şehzade Mehmed'i; Ağabeyi IV. Murad'ın şehzade Süleyman, Kasım ve Bayezid'i boğdurtmasından sonra hanedanın tek şehzadesi kaldı. İbrahim'i yazgısı olması gereken ölümden annesi Kösem Sultan'ın korumacılığı ve IV. Murad'ın beklenmedik bir anda ölümü kurtardı. Tarihler, Kösem Sultan'ın bu oğlunu arada, Haremin bodrum katlarındaki ışıksız dehlizlerde ve Buzhane'de saklayarak koruduğunu, son kez, ölüm döşeğindeki IV. Murad'ın, İbrahim'in boğulmasını emredip hemen ardından komaya girdiğini yazar. İbrahim, Darüssaade Ağası tarafından tahta davet edildiğinde, öldürüleceğini sanarak odasından çıkmak istemedi. Murad'ın ölüsünü gördükten sonra Hasoda'ya geçerek tahta oturdu. Vezirazam Kara Mustafa Paşa, Şeyhülislam Yahya Efendi ile diğer önde gelenler biat ettiler. Ertesi gün cülus töreni düzenlendi. O gün IV. Murad'ın cenazesi de kaldırıldı. Sultan İbrahim ilk fermanını İstanbul Kadısı Kabakulakzade'ye gönderdi. Önceki zulümlerin önünün alınmasını, rüşvetten sakınılmasını, narh nizamına uyulmasını emretti. IV. Murad'ın onca korku uyandırmasına karşın kentte yolsuzluklar önlenememiş, karaborsa da devam ediyordu. (...) Ocak ağalarını değiştirdi; IV. Murad'ın sefahat ve zulümlerinde katkısı olanları, bu arada Emirgûne Oğlu'nu idam ettirdi. (...) Vezirazam Kemankeş Kara Mustafa Paşa, 1642-1643 yıllarında, İran'la barışı yenilemesi, Donanma'nın Karadeniz'e açılıp Azak'ı kuşatması, piyasaların denetimi gibi sorunlarla uğraşırken İbrahim de çılgınlık denecek düzeyde harem yaşamına dalmış bulunuyordu. Yaşamının ilk 25 yılında harem kadınlarıyla ilişkisi belki de hiç olmayan İbrahim'i, Kösem Valide Sultan ve haremin hazinedar ustaları, cariyelerle ilişkiye yönlendirdiler. Amaç, doğacak şehzadelerle hanedanının geleceğini güvenceye almaktı. Ama bu teşvik ve cinsel gücü arttıran macunlar, İbrahim'in iç dünyasını sarstı. Dengesiz, kararsız ve duygusal davranmasına neden oldu. Padişah durumunun farkındaydı ve Vezirazam Kara Mustafa Paşa'ya bir yazısında (...) hekimbaşı ile görüşüp derdine çare bulmasını istiyordu. Na'imâ, İbrahim'in ruhsal rahatsızlığı konusunda “mukaddema hapishanede can korkusuyla hafakan ve sihrübâz sevdası illetine mübtelâ olmuş idi.” der ve hekimlerin de okuyup üflemenin iyi geleceği kanısına vardıklarını açıklar. Cinci Hoca'nın Silahdar Yusuf Paşa'yla işbirliği edip sarayda nüfuz kazanması bundan sonradır. (...) Cinci Hoca'ya ve Silahdar Yusuf Paşa'ya da kamu parasıyla birer saray inşa ettirdi. (...) İbrahim, Hanya fatihi Yusuf Paşa'nın Girit'ten getirdiği mermer sütunlar dışında kendisine bir şey sunmamasına içerlediği gibi, ada hakkında hiçbir bilgisi olmadığı için, Girit'in tamamının fethedilmemesine kızıyordu. Şubat 1646'da bir gün Yusuf Paşa'yı huzuruna çağırarak hemen hareket etmesini ve Girit'i almasını emretti. Yusuf Paşa, bunun hazırlıklar ve uygun mevsim gerektirdiğini söyleyince, “Sen kendini bir hizmet mi ettin sanıyorsun? Bu kadar hazinemi sarf edip bir alay dinsizi öldürtmeyip mallarıyla memleketlerine yolladın!” diye çıkışınca Yusuf Paşa, “Gerçi hazine sarf eyledik. Amma büyük bir kaleyi fethettik. Küffarı katletmek bir iş değildi. Lâkin sonu vahim olurdu” yollu yanıt vermesi padişahı çileden çıkardı. Vezirazam Salih Paşa'nın yalvarmalarına aldırmaksızın Yusuf Paşa'yı boğduran İbrahim'in, ölüye bakıp, “Ne güzel, kırmızı elma gibi yanakları varmış, yazık oldu, kıydım!” demesi meşhurdur. (...) İbrahim'in son iki yılı büsbütün ruhsal bunalımlar içinde geçti. “Yürek sıkılması” tanısı konan hastalığı nedeniyle İstanbul'un bütün şeyhlerini, üfürükçülerini ziyaret etmeye başladı. (...) Giderek bilinç bozukluğu artan İbrahim, ne zaman nereye gideceği bilinmeyen, aklına estiği an masum insanları idam ettiren, IV. Murad'dan da korkutucu bir kimliğe büründü. Na'imâ, onun bu halinin bir tür delilik olduğunu, “Mizac-ı lâtifi hareket iktizâ idüp gâhi tahtıravan ve gâhi esb-i sabâ-reftar ve gâhi koçîlere süvâr olup şehirde seyr ü sülük âdetleri olmağla...” diyerek açıklar. İbrahim, gideceği şeyhe bir an önce ulaşabilmek için, Salih Paşa'ya kesin buyruk verip İstanbul'da arabayla dolaşılmasını yasakladı. 17 Eylül 1647 günü Davutpaşa'daki üfürükçüsüne giderken önüne bir araba çıkınca müthiş öfkelendi ve ikindi divanından kaldırılıp getirilen Vezirazam Salih Paşa'yı imamın evinde kuyu ipiyle boğdurttu. (...) Harem kadınlarının şivekârlıklarına ve oyunlarına aşırı düşkün olan İbrahim'i, cariyeler türlü zendostluk hünerleriyle büsbütün kendilerine bağlamışlar; giderek bütün hazine gelirleri harem kadınlarına sarf edildiğinden askere ulufe verilemez olmuştu. Derken İlmiye ve ordu rütbeleri bile açık artırmayla satılır oldu. Taşra âyanları, eyalet beylerbeyleriyse İstanbul'a rüşvet ve hediye akıtmaktan yoksul düştüler. (...) İbrahim ise olanlardan habersiz, bir hasekisinin mücevher toplu arabasıyla Davutpaşa Bahçesi'ne gidişini bütün İstanbul halkının izlemesi için buyruklar veriyordu. İbrahim, saray ve hanedan geleneklerinde olmayan bir yönteme daha başvurdu ve bir cariyeyi nikâhlı eş seçerek sûr-ı hümayun düzenletti. Bütün devlet erkânını “ay yüzlü cariyeler, cevahir takılar” hediye etmekle görevlendirdi. Bundan sonra, saray hareminde yeni nikâh törenleri ve düğünler yapıldı. Koynuna aldığı cariyelerden gönlü geçince bir vezire ya da beylerbeyine çırağ edip paralarını almaktaydı. Saraydan çıkma cariyelerle evlenenler de İbrahim'in rüşvet işlerine bakmaktaydılar. (...) Doğrular ve namuslular şaşkın ve korkak, reziller cesur olmuştu. (...) İbrahim'in son tutkusu samur oldu. Eyüp'te oturan ve geceleri haremde kalıp padişaha Acem masalları anlatan “Yahudi kızı"nın, bir akşam “Evvel zaman içinde bir padişah varmış. Sarayının her tarafını samurla kaplatmış...” diyerek anlatmaya başladığı masal, İbrahim'i öylesine etkiledi ki, masal kahramanı padişahı öykünmek istedi. Eyalet valilerine fermanlar yazıldı. Samur ve “takviyet-i bah” (seks gücünü artırmak) için amber istendi. İstanbul'daki kapı kethüdalarından zorla samur ve amber bedelleri alındı. Samur hediye etmeyenin işi görülmez oldu. Harem odaları birer ikişer samurla kaplanıyordu. Bu tutku, piyasayı da etkiledi ve yüz kuruşluk samur, bin kuruşa fırladı. Ozanlar, böyle giderse gün gelip domuz kafasının da kıymete bineceğine ilişkin şiirler yazdılar. Her türlü vergiden bağışık ilmiye sınıfı için de ilk kez samur vergisi kondu. Rusyalı gemiciler, kendi ülkelerinden samur ve kürk yükleyip bunları İstanbul'da pazarlamaya, karşılığında tiftik, mazı, şap, gülyağı gibi ihracı yasak mallarla altın ve gümüş alıp götürmeye başladılar. İbrahim'e yapılan, içi dışı samur kaplı, elmas düğmeli her bir üstlük, sekiz bin kuruşa çıkmakta, her gün bir yenisi dikilmekteydi. Yolsuzluklara ve baskılara dayanamayan Galata Kadısı, bir bohçaya aba, hırka, Mevlevî külahı koyup vezirazama çıktı. Görevden istifa ettiğini bildirdi. Ahmed Paşa, şeyhülislamla ilmiye büyüklerinin istenenleri verdiklerini, kendisinin de vermesi gerektiğini söyleyince, kadı efendi, bu zulüm nedeniyle iki aya kalmayıp İstanbul'un bir zelzeleyle batacağı tehdidini savurdu. “Bu şehirden sürgün gitmek, burada kalmaktan ehvendir!” dedi. Bundan cesaret alan ulema, Ocak ağalarıyla temasa geçti. İbrahim ise büsbütün harem eğlencelerine dalmıştı. Havuzda, murassa kayığının dümen başına oturuyor, su üstünde dolaşırken çepeçevre sazendeler, oyun havaları çalıyor, havuzdaki yarı çıplak cariyeler ellerinde serpme ve sepetlerle balık yakalayıp padişahtan bahşişler alıyorlardı. (...) İbrahim, bir gece ani bir kararla sekizinci hasekisinin dairesini kürkle döşetmek istedi. Vezirazam, gece yarısı Bedesten'i zorla açtırdı. Dükkân ve mahzenlerden ipekli kumaşlar, samur ve vaşak kürkleri toplatıldı. Daire döşendi ama İbrahim beğenmedi. Defterdarı azletti; kendi kızkardeşlerinin mallarına da el koydu. Sultan efendileri, çok düşkün olduğu Telli Haseki'ye (Hümaşah) cariye tayin etti. Bu çılgınlıkların bir patlamaya yol açacağını sezinleyen Kösem Valide, İbrahim'i uyarmak isteyince İskender Bahçesi'ne sürgün edildi. Padişahın, tamamen mücevherle işli bir yeni saltanat kayığı yapılması için esnaftan, ulemadan, Ocak ağalarından ve devlet adamlarından vergi toplatmaya kalkışması, aynı günlerde Vezirazaam Ahmed Paşa'nın oğlunun düğününde sabahlara kadar süren içkili, çalgılı, oyunlu, eğlenceler düzenlenmesi, beklenen sonu çabuklaştırdı. Samur ve amber vergisi vermemekte kararlı Ocak Kethüdası Kara Murad Ağa, Girit seferinden yeni dönmüştü. Kendisinden vergi almaya gelen bakıkulunu, “Ben Girit'ten geldim. İnce perdaht barut ile yağlı kurşundan gayri nesnem yoktur. Samur ve amberin adını biz ilden işitiriz, görmemişiz!” diyerek kovdu. Bu olayın duyulması herkese cesaret verdi. 7 Ağustos 1648 gecesi, Ocak ağaları Etmeydanı'nda Orta Cami'de, ulemaysa Fatih Camii'nde toplandı. Sabahleyin Ocaklılar silahlanmış olarak Fatih Camii avlusunu doldurdu. Durumu haber alan Vezirazaam Ahmed Paşa korkup kaçtı. İbrahim'in gönderdiği Haseki Ağa camide tartaklandı. Sofu Mehmed Paşa camiye çağrılıp vezirazam ilan edilerek saraya gönderildi. Mehmed Paşa, İbrahim'e, ayaklanmanın önlenmesi için Ahmed Paşa'nın yakalanıp idam edilmesi gerektiğini söyledi. Padişah “Bre köpek koca! Vezirazam olmak içün kulu tahrik etdin. Bu cemiyet bertaraf olduktan sonra göresin. Senin hakkından gelürüm!” dedi. İstanbul, büyük ayaklanmalar öncesindeki görüntüsünü almıştı. Dükkânlar ve çarşılar açılmadığı gibi, Ocak ağaları da sur kapılarını kapattırmışlardı. İbrahim'e, “Böyle gafletle padişahlık olmaz. Ayak divanı isteriz!” diye haber gönderdiler. İbrahim, Bostancılara emirler verip saray surlarına ve burçlarına toplar yerleştirtti. O gün İstanbul'da cuma namazı kılınamadı. Akşam ulema, Fatih Camii'nde sabahlamayı kararlaştırdı. Geceleyin askerler Ahmed Paşa'yı yakalayıp konağını yağmaladılar. Kendisini de Sofu Mehmed Paşa'ya getirdiler. Cellat Kara Ali işini bitirdi. Ahmed Paşa'nın cesedi bir beygire bağlanıp Atmeydanı'nda çınar altına bırakıldı. Ertesi gün orada parça parça edildiği için, bu vezirazam ölümünden sonra Hezarpare (bin parça) Ahmed Paşa olarak anılmıştır. 8 Ağustos sabahı başta Şeyhülislam Abdürrahim Efendi olmak üzere ulema topluluğu, Ocak ağaları ve kapıkulları, Atmeydanı'na geldiler. İttifaka katılmayan Rumeli Kazaskeri Muslihiddin Efendi, Sultanahmet Camii önünde linç edildi. Cinci Hoca kaçarak kurtuldu. Topluluk, Kösem Sultan'a, Şehzade Mehmed'i göndermesini, camide cülus yapılacağını bildirdiler. Kösem Valide, camide cülus olmayacağını, saraya gelmeleri gerektiğini uyarınca saraya yöneldiler. Ulema ve Ocak ağaları Harem-i Has dehlizine geldiklerinde resmi unvanı “Sahibetü'l-makam Ümmü'l-mü'minin Valide Sultan” olan Kösem, başına siyah ibrişim dest-mâl örtmüş, mirvehe (yelpaze) sallayan bir harem ağasıyla göründü. Topluluk, kendisini saygıyla selamladı. Muslihiddin Ağa, padişahın davranışlarının şeriatla ve akılla bağdaşmadığını, ortalığın karıştığını, düşman gemilerinin İstanbul yolunu kapattığını, sınırda kalelerin birer ikişer elden çıktığını, oysa padişahın eğlenceden başını alamayıp rüşvet için her yola başvurduğunu anlattı. Ulemanın fetva verdiğini ve şehzadenin tahta layık olduğunu söyledi. (...) Kösem Sultan “Ya sâbiden padişah olur mu?” diye sorunca Şeyhülislam akıldan yoksun büyüğün hükümdarlığının caiz olmadığını, akıllı çocuğun ise hükümdar olabileceğini izah etti. Kösem Sultan bu cevap üzerine, “Öyleyse içerü varayım sarıcığın sardırıb çıkarayım!” dedi. Bâbüssaade önünde kurulan tahta IV. Mehmed oturtuldu ve biat töreni yapıldı. İbrahim'in katına çıkan bir heyet, tahttan indirildiğini açıkladı. İbrahim, padişah olduğunu ileri sürünce, Abdülaziz Efendi “Hayır padişah değilsin. Cihanı haraba verdin. Vaktini lehv ü gaflet ile geçirdin. Rüşveti fâş, zalemeyi âleme musallat etdin. Küffar Bosna'yı istila etdi. Seksen kalyon Boğaz'ı tutmuş. Senin haberin yok!” diyerek ağır hakaretlerde bulundu. Silahdar ve çuhadar, İbrahim'in koltuğuna girerek hapsedileceği Kafes Kasrı'na götürdüler. Kapı önüne gelindiğinde İbrahim “Elhamdülillah, hele bir cemaat başı oldum!” dedi. Kimi tarihçiler onun, bu sözüyle Osmanlı hanedanının sonraki kuşaklarının atası olacağını ima ettiğini dolayısıyla ermişliğini savlamışlardır. 9 Ağustos günü İstanbul'da İbrahim'in kaçtığı dedikodusu yayıldı. Çarşı ve dükkânlar yeniden kapandı. Herkes evlerine çekildi. Sofu Mehmed Paşa, şeyhülislam, vezirler ve ulema sarayda toplandılar. Mimar getirtilip İbrahim'ın hapsedildiği iç köşkün kapısı ve pencereleri tuğlayla ördürüldü. İbrahim bağırıp çağırıyordu. Sesini duyan Enderun halkı “Bu olur mu, bir padişahı tahtdan indirüb tut ki diri mezara gömdüler. Bir mâsumu iclâs etdiler. Biz ânın çok iyiliğin gördük. Hemen anlaşub taşra çıkaralım ve tahta cülus etdürelim” dediler. Dışarıda da kapıkulu sipahileri Sultan İbrahim'den yana bir eyleme hazırlanıyorlardı. Devlet erkânı, olacaklardan korkarak İbrahim'in öldürülmesini kararlaştırdı. Şeyhülislam Abdürrahim Efendi: “İki halife müctemi oldukda biri katledilmek lâzımdır” diye fetva verdi. 18 Ağustos 1648'de saraya gelen vezirazam ve şeyhülislam ile Bostancıbaşı, cellatları alıp örülen duvarlar yıkıldıktan sonra Kafes Kasrı'na girdiler. İbrahim'in bağırıp çağırmasından korkarak bir köşeye saklanan Cellat Kara Ali'yi, Sofu Mehmed Paşa değnekle vurup içeri soktu. Sırtında al renkli atlas entari, ayağında kırmızı şalvar, başında bir takke ve elinde Kur'an olan İbrahim, Şeyhülislama dönüp: “Baka Abdürrahim! İşte Kitabullah. Beni ne hükümle öldürtürsün?" diye bağırırken cellatlar kement atıp boğdular. Ölüsü Hasoda avlusuna çıkarıldı. Namazı kılındıktan sonra Ayasofya'da, eskiden vaftizhane olan, I. Mustafa'nın da gömüldüğü yere defnedildi. 8,5 yıllık saltanatı sırasında (...) İstanbul kürk ve samur ticaretinin, üfürükçülüğün merkezi oldu. Ülkenin her tarafından muskacılar, şeyhler İstanbul'a akın etmişlerdi. Kentte akıl almaz yasaklar uygulandı. (...) Vezirazama sık sık hatt-ı hümayun yazıp yeni cariyeler isteyen İbrahim'in, M. Penzer'in yazdığı gibi bir kriz anında haremdeki bütün kadınları boğdurtup denize attırması doğru değildir. (...) İbrahim'e “Deli” sanını, II. Meşrutiyet dönemi (1908-1918) tarihçileri vermiştir. Zevk konusundaki doyumsuzluğu, düşünce ve sağduyu kıtlığı, aceleciliği, yönetim bilgisinden ve kültürden yoksunluğu, fiziksel ve ruhsal rahatsızlıkları, bu nitelendirmeyi haklı gösterdiği gibi, kendisini yakından tanıyan Evliya Çelebi bile (...) dengesizliğini ima etmiştir.
Sayfa 282 - 18- Sultan İbrahimKitabı okudu
·
302 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.