Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

208 syf.
8/10 puan verdi
·
10 günde okudu
. . UÇURUM İNSANLARI, J.London . .
Beterin beteri varsa bu kitapta anlatılanlar, bunun çok ötesinde…
Demir Ökçe
Demir Ökçe
romanındaki distopyanın ilham kaynağı, bir nevi Demir Ökçe’nin ayak sesleri olan bir
Jack London
Jack London
eseri . . . Uçurum İnsanları (The People of the Abyss) . . . En sonda yazacağım şeyi en başta yazayım: Böylesi bir kitap nasıl arka planda kalmıştır? İncelemeye başlayalım…
Jack London
Jack London
’ın 1903 yılında basılan natüralist kitabı. 1902 yılında Jack London’ın bizzat gidip dönemin Londra’sının Doğu Yakasında yaşayan insanların yaşadığı sefaleti, işsizliği konu alıp deneyimlediği kalemiyle aktardığı gözlemlerinden oluşan kitabıdır. Vakanüvist bir anlatımla canlı gözlemlerden tespitlerden oluşur.
Jack London
Jack London
, kamerasını sürekli açık tutan bir araştırmacı gazeteci edasıyla halkın arasına girip sahada konuyu titizlikle derinlemesine incelemiştir. BİR JACK LONDON KLASİĞİ: ‘’Konfor Alanını Terkedebilmek ve Kolları Sıvayıp Sahaya İnmek’’ Londra, sanayi devrimiyle birlikte şahlanmış, medeniyetin/sanayinin/ ekonominin merkezine kendini iyice konumlandırmıştır. Ancak bu sanayinin getirdiği şaşalı zenginlik pastası, eşit olarak bölüşülmemiştir. Londra’nın Batı Yakasında insanlar, çok yüksek bir refah seviyesinde gününü gün ederlerken aynı şehrin Doğu Yakası sefaletin en dibini yaşamaktadır. Bu keskin iki uçluluk, Jack London’ı çileden çıkarmaktadır. Hali vakti yerinde olan
Jack London
Jack London
, konfor alanından çıkarak kendisine en yakışanı yapmış etrafındaki arkadaşlarını dinlememiş ve huzurlu evini, ortamını ve sıcak yatağını terkedip Doğu Londra’ya – sefaletin merkezine – doğru yola çıkmıştır. Arkadaşları Onu yolundan döndürmeye çalışır ama O, kafasına bir kere koymuştur. Kendisini yolundan geri çevirmeye çalışan dostlarına şunu diyecektir; ‘’İstediğim şey Doğu Yakası’na dalmak, olup biteni kendi gözlerimle görmek. Bu insanların nasıl yaşadıklarını, niçin orada yaşadıklarını ve ne için yaşadıklarını öğrenmek istiyorum. Kısacası, ben kendim de orada yaşayacağım.” Kitabın içeriğindeki en takdir edilesi şey de Jack London'ın oradaki insanların arasına karışıp, onlar gibi giyinip, onlar gibi yaşayıp bu muhteşem gözleme dayalı eseri yazmasıdır. DEĞİŞEN KIYAFETLER VE DEĞİŞEN YÜZLER:
Jack London
Jack London
, bölgeye ilk intikal ettiğinde üzerindeki kılık kıyafetiyle varsıl bir beyefendi olduğu belli olmaktadır. Halk tarafından yüksek ilgi ve itibar görür. Ancak bu süreci Jack London, fazla uzatmaz, hemen bir eskici dükkanına kendini sokar, yerel fakir halkın giydiği yırtık dökük bir elbise satın alır, fakir halkın arasına karışır. Eskici dükkanından yırtık pırtık gariban elbisesi üzerinde ilk çıktığı o anda karşılaştığı insanların tavırlarındaki bu büyük değişim, Onu oldukça şaşırtır. Güzel elbiselerini çıkarıp eski püskü yırtık pasaklı elbiseyi giyince statü değişikliği sokağa adım atar atmaz kendini gösterir. Birkaç dakika önce el üstünde tutulan, ilgi alaka gören güzel kıyafetli şehirli adam, eski püskü kıyafeti üzerine giydikten sonra insanlar tarafından yüzüne bakılmaz. Kıyafetten kaynaklı statü değişimiyle birlikte elbette karşıdakilerin tavırlarında değişiklik bir olacaktır, Jack London böyle bir tavrı zaten beklemektedir ancak eski püskü kıyafetiyle dükkandan sokağa adımını atar atmaz bu kadar da çabuk statü düşüren bakışları üzerine almak, Onu oldukça şaşırtmıştır. İlk şehre geldiğinde güzel elbiseleriyle şehri gezerkenki haliyle Ona gösterilen ilgi alaka, yırtık pırtık gariban elbisesini giyince 180 derece değişmiştir, insanlar artık Ona yüz çevirmeye başlamış, Onu görmezden gelmişlerdir. Bu kadarına da pes doğrusu dedirtirler bizim
Jack London
Jack London
’a. . . ''...sokağa adım atar atmaz giysilerimin etkisiyle gerçekleşen statü değişikliğinden etkilenmiştim. Temasa geçtiğim sıradan insanlar hiç ezilip büzülmüyorlardı artık. Ne çabuk!'' s.14 Kitabın ilk girişini bu kadar keskin ve sert bir betimlemeyle yapıyor
Jack London
Jack London
Ardından sefil halkın bizzat içine - eski püskü kıyafeti üzerinde - sanki onlardan biriymiş gibi aralarına karışıp/kamufle oluyor, onların yaşadığı hayatı bizzat deneyimliyor, sohbet ettiği insanların yaşam hikâyelerini dinliyor. Onlarla birlikte Düşkünlerevine giriyor. Düşkünlerevi, önünde her daim uzun kuyruklar olan neredeyse taş gibi sert bir yatakta sadece iki gün kadar yatmanıza müsaade edildikten sonra kapı dışarı edilen bir yer. Yemek olarak genellikle yulaflı çorba ve ısırınca neredeyse dişinizi kıracak kadar sert bir ekmekten başka menüde yemeği olmayan bir yer. Tüm bu yardımlar elbette hayrına yapılmıyor. Bu sefil koşulların yaşandığı yerde iki gün kalmanıza bir bedel olarak iki gün de tabiri caizse itler gibi çalıştırılmak ekleniyor. İşiniz bittiğinde ise sizi boş süt şişesi gibi kapının önüne koyuyorlar,kalacak yer bulamadığınız için parklarda yatayım bari diyorsunuz ama bazen polis jopunun ucuyla bazen de direkt polisin tekmesiyle uyandırılıp kovuluyorsunuz ordan da. Es kaza iş bulduğunuzu varsayalım; haftalık yevmiyenizle alabileceğiniz şey, sadece bir somun ekmek. . . Hem de en ölümcül risk taşıyan makinaların arasında sonu sakat kalmak ya da ölmek olan en ağır sanayi iş kollarında çalışarak kazanılmış bir somun ekmek parası . . . UÇURUM İNSANI KİMDİR? JACK LONDON, BU METAFORU NEDEN ESERİNİN ADI OLARAK KULLANMIŞTIR? Uçurum, yükselti farkının aniden değiştiği yerlerde meydana gelen yeryüzü şekilleridir.Uçurum insanlarının ise durduğu yer, sonu muhakkak çakılarak gerçekleşecek olan kesin suretli bir ölüme çıkan yoldaki yükselti üzerindeki son adımın atıldığı kara parçasıdır. O adımı attıktan sonra asla geri olmayan bir yerçekimi kuvvetiyle sonu parçalara ayrılarak ölüme giden yol başlar ve biter. İşte ‘’
Uçurum İnsanları
Uçurum İnsanları
’’ nın konumu ise bu aşamaya gelmeden önce durulan yerdedir. O kadar çok kaybettikleri şey vardır ki, o kadar çok canlarına tak eden şeyler vardır ki bir adım sonrası olsa da zaten çok da farketmez. Hayattadırlar ancak zaten yaşamamaktadırlar. Ruhları ve yaşam umutları zaten ölmüştür, sadece fiziksel olarak – eğer karşılayabilirlerse – yaşamsal fonksiyonlarının devamı için temel gereksinimlerini binbir zorlukla elde etmenin derdinden başka dertleri yoktur. O da olmazsa çok da bir kayıp değildir. Zaten 90 dakika bitmiş uzatmaları oynamaktadırlar. Yarın ne olacağına dair hiçbir beklenti/heyecan taşımayan, yarını da zaten asla olmamış ve olmayacak olan, zenginlerin tabaklarından artan kırıntılarla karnını doyuran insanların dramıdır bu. Ancak asıl soru şudur; şehrin bir yakası zenginlik tavan yapmış halde şaşalı hayatlar sürerlerken şehrin diğer yakası neden sefalet bataklığında boğulmaktadır? O zaman tam da bu noktada başka başka sorular sorma gereği ortaya çıkıyor; Londra, sanayi devrimiyle birlikte şahlanmış medeniyetin/sanayinin ekonominin/finansın merkezinde kendini iyice konumlandırmıştır. Ancak bu sanayinin getirdiği şaşalı zenginlik pastası, eşit olarak bölüşülmemiştir. Bu kadar sanayisi, ekonomisi, bilim-teknolojisi gelişen ‘’Güneşin Batmadığı’’ İngiltere gibi dünyada medeniyetinin lideri konumundaki ülkede insanlarının neden bir yarısı aşırı zenginken diğer yarısı sefalet bataklığında debelenmekte ve en ilkel koşullarda yaşamaktadırlar? Anatomik olarak modern insan tarihinin ilk çıkış noktasından bu yana yaklaşık 200.000 yıl geçmiş olmasına hatta ve hatta bu kadar icat,keşif, bilimsel ilerleme olmasına rağmen dünyanın en medeni ve gelişmiş ülkeleri olarak addedilen bir ülkede ya da ülkelerde o dönemin insanları böylesi insanlık-dışı muameleye neden maruz bırakılmışlardır? Uygarlık insanlığa başka bir seçenek sunamıyor ya da kasıtlı olarak böyle bir hayatı layık görüyorsa ileri medeniyet olmalarına rağmen halka ilkel/yaban hayatını geri vermenin onları köle olarak yaşatmaktan daha iyi bir seçenek olduğu gerçeği ortada duruyorsa burada büyük bir çelişki durmuyor mu? AZINLIĞIN ÇOĞUNLUĞA TAHAKKÜMÜ SORUNSALI . . . ÇOĞUNLUĞUN SESSİZLİĞİ . . . Çoğunluğun sessiz olma gerekçesi kendinin zayıf halka olduğuna inanmasıyla birlikte kör-kadercilik yaparak olanı asla değiştirme fikrine sahip ol(a)mamaktan kaynaklanır ya da evrim teorisini işletirsek bir toplumda ya da bir ülkede güçlü olanın hayatta kalması teorisi (Survival of the Fittest Theory,
Herbert Spencer
Herbert Spencer
) bu kitabın arka planda çalışan temel prensibidir denilebilir mi? Denilebilir. Çünkü,
Jack London
Jack London
’un ‘’
Uçurum İnsanları
Uçurum İnsanları
’’ olarak tabir ettiği yoksul kitleler, sayıca çok ciddi bir popülasyon teşkil etmesine rağmen bu sefaleti kaderleri olarak görmekte/benimsemekte/asla mücadele etmek ihtimalini aklından dahi geçirmemektedir. Burada şunu net olarak söyleyebiliriz ki, ‘’Uçurum İnsanları’’ , Jack London’ın
Demir Ökçe
Demir Ökçe
romanının distopyasına ilham vermiştir demiştik; O halde ‘’Uçurum İnsanları’’ nın makûs talihini Demir Ökçe romanındaki devrimci karakter Ernest’in kırmak için ölesiye bir mücadeleye girişmiştir. Rol/model bir kahraman yaratan Jack London, yine Martin Eden’daki gibi ‘’Bireycilik’’ kokan güçlü bir karakter yaratarak her bir bireyin tek tek aynı Ernest gibi mücadele verirse ancak kör talihinin zincirlerini kırabileceğini ima etmiştir.
Demir Ökçe
Demir Ökçe
nin ana kahramanı Ernest demek,
Jack London
Jack London
demektir.
Martin Eden
Martin Eden
zaten semi-otobiyografik bir romandır; Martin Eden, bizzat
Jack London
Jack London
ın kendisi demektir. Jack London, ‘’Uçurum İnsanları’’ kitabında roman karakteri araya sokmadan bizzat kendisi yerinden kalkıp sıcak yatağını terkedip konforu alanından uzaklaşmış bizzat halkın içine karışıp onlar gibi ağır şartlarda yaşamıştır. Jack London adeta gizli kamerasıyla canlı görüntüler kaydederken hem sosyolojik hem de psikolojik analizlerini akıtıyor romana adeta. O, hem bireyin psikolojisini bilen bir psikolog hem de kitlelerin psikolojisini bilen sosyo-psikologdur. Bireyin yalnızkenki ruh halini de bilir, bireyin kalabalığın içine karıştığı haldeki ruh halini de bilir, bireyden hareketle de toplumun ruh halini bilir. Birey ya da toplum nerede nasıl hareket edecek, nasıl adım atacak adı gibi bilir
Jack London
Jack London
Bu kitapta okuyacaklarınız gelir adaletsizliğinden kaynaklı bir sefalet değil bundan çok daha ötede bambaşka bir derin yoksulluktur. Kitabı hazmedebilmeniz için anlatılanları kafanızda canlandırabileceğiniz geniş bir hayal gücü ve her şeyden de ötesi çelik gibi bir sabrınızın olması lazım. Çünkü sefaletin betimlemeleri, her midenin kolay kolay hazmedebileceği türden değil. Sefaletin dibini yoklayan bir kitap okuyacaksınız.
Martin Eden
Martin Eden
ve
Demir Ökçe
Demir Ökçe
kitap incelemelerime buradan ulaşabilirsiniz: #208368213 #208263569 KİTAPTA ALTINI ÇİZDİKLERİM: + ‘’Orada yaşamayı gerçekten istemezsin,’’ diyordu herkes, ‘’söylendiğine göre insan hayatının üç kuruşluk değeri yokmuş.’’ - ‘’İşte tam olarak görmek istediğim yerler.’’ diye girdim araya. s.9 (Jack London Farkı) ‘’Şunu söyleyebilirim ki ben iyimserin de iyimseriyim fakat insanlığı bireylerle değil politik kümelerle değerlendiririm. Toplum büyür, politik mekanizmalar ise parçalara ayrılarak ‘’hurda’’ya dönüşür.’’ ‘’Galiba fakir bir ailenin tek göz odada yemek pişirebileceği, yiyip içip uyuyabileceği varsayılıyordu. İki odalı bir evin olup olmadığını sorduğumda ev sahipleri bana öyle bir bakış attılar ki sanki karşılarında kendisine verilenden hep daha fazlasını isteyen Oliver Twist vardı.‘’ s.22 ‘’İçlerine işleyen o memnun oldukları uyuşukluk hissi, yok olmalarından önce gelen ölümcül eylemsizlik haliydi. Hiçbir şekilde ilerleme kaydedemezler ve onlar için ilerleyememek tekrar Uçurum’a düşmek demekti. Düşmeye onlar başlar ve bu düşüşü çocukları ya da çocuklarının çocukları tamamlardı. İnsan her zaman hayattan istediğinden daha az şey elde eder. O kadar az şey istiyorlar ki elde ettikleri daha da az oluyor ve alabildikleri onları kurtarmaya yetmez.‘’ s.34 ‘’Sakın yaşlanayım deme evlat. Gençken öl, yoksa halin benimki gibi olur. İnan bana!’’ s.48 ‘’yeryüzündeki cehennemi öylesine benimsemişlerdi ki öbür dünyadaki cehennem onları hiç mi hiç korkutmuyordu‘’ s.90 ‘’Bir insan tembellik yaparak yaşarsa başka bir insan açlıktan ölür.’’ (Çin Atasözü) s.96 ‘’Suya bakarak düşüncelere dalmıştı, evsiz ve aile sahibi biri için bu iyi bir şey değildir’’ s.106 ‘’İrfan sahibi olabilecek ama olamamış kişinin ölümü gerçek bir trajedidir.‘’ – (Thomas Carlyle) s.111 ‘’Kötüler, iyileri de yozlaştırır ve hep birlikte kokuşurlar. Çocukluğun masumiyeti çok tatlı ve güzeldir ancak Doğu Londra’da masumiyet gelip geçicidir, bebeklerinizi daha beşikten çıkmadan zapt edebilmeniz gerekir, aksi takdirde küçücük bebeklerin sizin kadar kurnaz olmaya başladığını görürsünüz.‘’ s.142 ‘’Bir sınıfın üstünlüğü için, başka bir sınıfın bozulup yok olması gerekmektedir ve işçiler kenar mahallelere tıkıldıklarında bozulup yok olmaktan kaçamazlar. Kısa, bodur insanlar yaratılır, efendilerinin soyundan sopundan tamamen farklı, tam bir kaldırım neslidir bu.’’ s.147 ‘’kısacası şu dünyada kendine ait, ‘’Burası benim, benim kalem, şu kapının eşiğinden girdiğim anda dünya benim için biter, buranın efendisi benim,’’ diyebileceği bir yeri olmalıdır.’’ s.161 ‘’Medeniyetin insan için yapabileceği en iyi şey, bu ise bize konuşamayıp uluyan çıplak vahşiliğimizi geri verin. Issızlığın, çoraklığın ve mağaraların ve inlerin insanı olmak, sanayi sektörü denen bu mekanizmanın ve Uçurum’un insanı olmaktan yeğdir.’’ s.187 ‘’Büyük çocukları, küçük olanlardan daha fazla açlık çekiyor. Küçükler doğduğunda büyük kardeşler çalışabilecek yaşa geliyor, eve daha çok para girdiği için de sofrada daha bol yiyecek bulunuyor.’’ s.189 ‘’İngiliz halkı ‘’sıkıntı’’ diye adlandırdıkları açlığı ve ıstırabı toplumsal düzenin bir parçası olarak görmeye başlamış. Süreğen açlığa normal bir olay gözüyle bakılıyor. Sadece büyük ölçekte şiddetli açlığın ortaya çıkmasının alışılmadık bir durum olduğunu düşünüyorlar.‘’ s.189 ‘’Kader bugün beni hayatımın geri kalanında Doğu Yakası’ndaki köleler gibi yaşamaya mahkûm etse ve bana bir dilek hakkı verseydi, güzelliğe, doğruya, iyiliğe dair bildiğim her şeyi, bütün bildiklerimi, tanıdığım insanları, duyduğum şeyleri, gördüğüm toprakları unutmayı dilerdim. Kader dileğimi gerçekleştirmezse sarhoş olup bildiklerimi mümkün olduğunca unutmaya çalışacağıma o kadar eminim ki.’’ s.199 ‘’Medeniyet ortalama bir insanın üretim gücünü arttırdıysa, neden ortalama insan daha iyi hale getirmedi?’’s.205 ‘’ biri zevke, eğlenceye düşkün ve kokuşmuş diğeri ise hastalıklıdır ve yiyecek bir lokma ekmek bulamaz. ‘’ s.206 ‘’Medeniyet insanın üretim üretim gücünü yüz kat artırmış ve insanlar kötü yönetim yüzünden, hayvanlardan daha beter yaşarlar; yiyecekleri, kıyafetleri ve doğa şartlarından korunma imkânları, on bin yıl önce soğuk bir iklimde yaşayan taş devri insanlarının hayatını günümüzde yaşayan Eskimo halkından daha azdır.’’ s.207
Uçurum İnsanları
Uçurum İnsanları
Jack London
Jack London
Uçurum İnsanları
Uçurum İnsanlarıJack London · Zeplin Kitap · 20203,570 okunma
··
252 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.