Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

14 Mayıs 1950 seçimlerine DP, açık ve net bir sloganla girdi: “Yeter! Söz milletindir!” (...) CHP ise seçim kampanyasında ilk iki genel başkanını öne çıkardı. Seçmenlerden, “M. Kemal Paşa ve İsmet Paşa'nın partisi olan CHP'ye” oy vermelerini istedi. Seçimlere bu iki parti dışında, DP'den ayrılanların kurduğu Millet Partisi ile Milli Kalkınma Partisi de katıldı. Seçimlerden bir ay kadar önce, Millet Partisi'ni destekleyen Fevzi Çakmak Paşanın ani vefatı, Millet Partisi açısından bir talihsizlik oldu. Seçimlere sadece İstanbul'dan katılan MKP'nin ise zaten bir iddiası yoktu. CHP ve DP tüm ülkede seçimlere katılırken, Millet Partisi sadece 22 ilde katılabilmişti. Kısaca, seçim yarışı CHP ile DP arasında geçmişti. Seçimler “Yeter! Söz milletindir!” diyen partinin zaferiyle sonuçlandı. (...) DP'nin bu kesin ve net zaferi, CHP'nin 27 yıllık otoriter tek parti yönetimini sona erdirmiştir. Bu büyük zafer tarihe “Beyaz İhtilal” olarak geçmiştir.” İhtilal, büyük değişimi ifade etmektedir. Beyaz ise bu büyük değişimin kansız gerçekleştirildiğini sembolize etmektedir. (...) Çok partili hayata ve demokrasiye 1908 yılında geçilmişti fakat iktidar değişimi, demokratik yollarla ve kansız bir şekilde olmamıştı. İlk defa olarak iktidar değişimi, halkın oylarıyla ve kansız bir şekilde gerçekleşiyordu. (...) İnönü'nün demokrasiye geçişi geciktirme imkânı vardı. 14 Mayıs seçimlerinin sonuçları belli olduktan sonra, ordu içinden bazı komutanlar İnönü'ye haber göndererek sonuçlara müdahale edebileceklerini söylemişlerdi. Fakat İnönü bu teklifi reddetmiştir. (...) Ordu içinden DP yanlısı bazı isimler Bayar'a giderek 1946'daki gibi bir durum sözkonusu olduğunda müdahalede bulunabileceklerini söylemişlerdi. İnönü gibi Bayar da böyle bir teklifi kabul etmemiştir... (...) Celal Bayar, başından beri cumhurbaşkanlığı ile parti başkanlığının ayrılmasını savunuyordu. O nedenle, sözünde durup DP genel başkanlığından ayrıldı. Ancak şunu da ifade etmek gerekir ki, Bayar'ın DP'den istifası kâğıt üstünde kalmıştır. Bayar hiçbir zaman, fiilen ve gerçekten DP'den ayrılmamıştır. Bayar görev süresi boyunca üzerinde DP amblemi bulunan bir baston kullanmıştır; gittiği yerlere bu bastonunu yanında taşıyarak gitmiştir... (...) Askerin müdahalesinden endişe eden Menderes hükümeti, ilk icraat olarak askeri bürokrasinin yüksek komuta kademesini emekliye sevk etti (6 Haziran 1950). (...) DP yönetimi, yüksek komuta kademesini değiştirmekle darbe tehlikesini bertaraf ettiğini düşünüyordu. Sonuna kadar da böyle düşünmüştür. (...) Hükümetin dış politikadaki en önemli atılımı NATO'ya üyelik yolunda olmuştur. Türkiye, önceden beri NATO'ya girmek istiyordu; DP hükümeti bu konuda daha ısrarcı olmuştur. DP iktidarı, o sıralarda başlayan Kore Savaşı'na asker göndererek, Batıyla birlikte hareket etmiş ve bunun sonucunda da, bir yıl sonra NATO'ya davet edilmiştir. (...) 3 Eylül 1950'de yapılan yerel seçimlerde ülke genelindeki 600 belediyeden 560'ını DP, 40'ını CHP kazandı. Seçim sonuçları belli olduktan sonra Menderes bu büyük başarıyı şöyle değerlendirdi: “Türk milleti Halk Partisi'ni 14 Mayıs'ta iktidardan tasfiye etmişti, 3 Eylül'de de muhalefetten tasfiye etti”. (...) 1950-54 döneminde, CHP'nin dışında, muhalefeti temsil eden diğer parti Millet Partisiydi. DP'den kopanların kurduğu Millet Partisi homojen bir parti değildi. Parti içinde aşırı Kemalistlerin yanı sıra aşırı muhafazakâr bir kesim de vardı. Bu iki kesimin çatışması sürecinde ilk genel başkan Hikmet Bayur genel başkanlıktan ayrılmıştır. Kemalist fikirleriyle tanınan Bayur, 1953 yılında, partisinin dincilerin eline geçtiğini söyleyerek Millet Partisinden istifa etti, Bayur'un dinciler diyerek suçladığı kesimle ilgili iddiaları, suç duyurusu olarak kabul edilip MP hakkında soruşturma açıldı. 7 Temmuz 1953'te parti yöneticilerinin evleri aranıp ifadeleri alındıktan bir gün sonra, soruşturmanın sağlıklı bir biçimde yürütülebilmesi için parti faaliyetleri geçici olarak durduruldu. (...) 27 Ocak 1954'te resmen kapatıldı. Kısa bir süre sonra, 10 Şubat 1954 tarihinde, bu partinin yerine (CMP) kuruldu. (...) Partinin genel başkanlığına Osman Bölükbaşı getirildi. DP Hükümeti, esas ağırlığını ekonomi alanına vermiştir. (...) Yabancı kaynak olarak en çok sermaye, Marshall Yardımı ve Truman Doktrini bağlamında Amerika'dan temin edilmiştir. (...) DP, 1954 seçimlerine çok rahat bir şekilde girdi. Çünkü ekonomide büyük bir rahatlama olmuştu. Sivil ve sosyal alanda da özgürlüklerin artması, halkın memnuniyetini katlamıştı. CHP, ise seçim sürecinde somut bir vaatte bulunamadı. (...) 2 Mayıs 1954'te yapılan genel seçimlere, Demokrat Parti (DP), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), (CMP), Demokrat İşçi Partisi ve Türkiye Köylü Partisi olmak üzere 5 parti katıldı. DP ve CHP seçime tüm illerde girerken, CMP 40 ilde Türkiye Köylü Partisi ise 19 ilde seçimlere girdi. (...) Seçim sonuçları DP açısından bir zirve noktasıdır. Türkiye siyaset tarihinde DP'nin ulaştığı %58'lik oy oranına ve 503 milletvekiline başka hiçbir parti ulaşamamıştır. (...) Bu büyük başarının zafer sarhoşluğuna kapılan DP iktidarı, demokrasi ve hukuk devletine uymayan bazı kararlara imza atmıştır. Bunların başında DP'ye oy vermeyen iki ilin (Kırşehir ve Malatya) cezalandırılması gelir. Millet Partisine oy veren Kırşehir ilçe statüsünü düşürülmüştür. Adıyaman ise Malatya'dan koparılmış ve ayrı bir il yapılmıştır. (...) Bu tarihten itibaren, DP açısından hızlı bir geriye gidiş olmamakla birlikte bir durgunluk döneminin başladığı kesindir. Durgunluğun en çok hissedildiği alan ekonomi alanı olmuştur. İlk dört yılda görülen olumlu iklim şartlarının, tersine dönmesi ve kuraklık sebebiyle tarımda işler tersine dönmüştü. Yabancı sermaye ile yürütülen kalkınma hamleleri ise finansman kaynaklarının kesilmesi üzerine durma noktasına gelmişti. Fakat henüz kriz aşamasına gelinmemişti. (...) DP dışında başlayan ve daha sonra DP içine de sirayet eden bir başka tartışma ve gerilim konusu ispat hakkı konusudur. 1954 seçimleri yapılan bir hukuki düzenleme bağlamında, basına ispat hakkı tanınmamıştı. Yani bir yolsuzluk iddiasını haberleştiren basın organlarına, iddialarını ispatlama hakkı verilmiyordu. Hükümetin itibarının zedelenmesi istenmiyordu... 2 Mayıs 1955 tarihinde DP grubundan 11 milletvekili, basına ispat hakkı tanınması için TBMM Başkanlığına bir önerge verdi. Bu talebi destekleyen başka DP'liler de oldu. Zaman içinde “ispatçılar” olarak bilinen grup 19 kişiye ulaştı. 19'lar olarak bilinen grubun teklifi DP yönetimi tarafından reddedildi. Bunun üzerine ispatçılardan bir kısmı partiden ihraç edildi. Bir kısmı ise DP'den istifa etti. 20 Aralık 1955 tarihinde DP'den ayrılan milletvekilleri, Hürriyet Partisi'ni kurdular. (...) Hürriyet Partisi'nin sayısal ağırlığı fazla değildi ama siyasal ağırlığı, özellikle de entelektüel ağırlığı, çok fazlaydı. (...) Bu dönemde entelektüel/aydın kesim ile DP'nin ortaklığı son bulmuştur. Başta ispat hakkı meselesi olmak üzere pek çok konuda DP iktidarı ile basın ters düşmüştü. DP'nin kuruluş sürecinde neredeyse tamamen DP'yi destekleyen sağ ve sol aydınlar, 1954 sonrasında peyderpey DP'den ayrılıp HP veya CHP taraftarı olmuşlardır... Akademi ile DP'nin arası da süreç içinde açılmıştır. Özellikle akademisyenlerin bakanlık emrine alınmaları yönündeki düzenleme, üniversite öğretim üyelerini rahatsız etmiştir. (...) DP'yi asıl sarsacak gelişme, ordu içinde DP karşıtı ilk cuntaların 1954 yılından itibaren kurulmuş olmasıdır. İlk başlarda DP'yi destekleyen ordu içindeki gruplar zaman içinde DP'nin icraatlarından şikâyet etmeye ve bir darbe için ilk hazırlıklarını yapmaya başlamışlardır. (...) Ordu-DP gerilimini artıran bir sebep de DP'nin orduyu modernize etme çabalarına, ordu içinden olumsuz bir tepkinin yükselmesiydi. Emekli albay olan Milli Savunma Bakanı Seyfi Kurtbek, orduyu modernize etmek için bir plan hazırlamıştı. Bu planı bir nevi “nizam-ı cedit” olarak niteleyen Bayar, planın uygulanmasını istemişti. Fakat Menderes, ordu içinden gelen tepkiler üzerine bu planı rafa kaldırdı; Kurtbek bakanlıktan istifa etti. Menderes, sorunu çözmek yerine halının altına süpürmüştü... (...) Dört yılda dört milli savunma bakanı değişmişti; ordu bir türlü kontrol altına alınamamıştı. (...) 1954-57 döneminin en önemli olaylarından biri de 6-7 Eylül Olaylarıdır. Bu dönemde Kıbrıs Sorunu alevlenmiş, Türkiye ile Yunanistan ilişkileri gerilmişti. Tam bu süreçte, 6 Eylül 1955 tarihinde, Ekspres isimli bir İstanbul gazetesi, “Atamızın evi bomba ile Hasara Uğradı” manşetiyle çıktı. Bu haberin hızlı bir şekilde yayılmasıyla, İstanbul ve İzmir'deki Rum nüfusa yönelik bir protesto hareketi başladı. Zamanla protestolar bütün gayri müslim azınlığı içine aldı... Bir süre sonra protesto eylemleri kontrol dışına çıktı; pek çok kilise, ev ve işyeri saldırıya uğradı; yağma olayları oldu; ölüm ve yaralama ile sonuçlanan pek çok şiddet eylemi gerçekleştirildi. Olaylar tam iki gün boyunca kontrol altına alınamadı. Olaylar, sıkıyönetim ilanı ve tankların devreye girmesiyle bastırılabildi. İçişleri Bakanı Namık Gedik istifa etti. (...) 6-7 Eylül Olayları, hükümetin siyasal, sosyal ve kültürel alanda otoriter ve baskıcı düzenlemelere gitmesiyle sonuçlanmıştır. Basın Kanunu 1956 yılında değiştirildi. Yeni basın kanununa göre resmi şahıslar hakkında kötü düşünceyi davet edecek yayınlar yasaklandı. Bir süre sonra da toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanunu değiştirildi. Yeni kanun ile protesto amaçlı her gösteri suç sayılacak ve dağıtılacaktır. Sonuç itibariyle siyaset kurumu ve basın üzerindeki kontrol amaçlı baskılar artmıştır. (...) 1955 sonrasında, iktisadi, sosyal ve siyasal alanda görülen bir takım çalkantılar ve huzursuzluklar DP yönetimini endişeye sevk etti, Muhalefetin daha fazla güçlenerek ve birleşerek, topluca hareket etmesine fırsat vermemek için hükümet erken seçim kararı aldı. 1958'de yapılması gereken seçimler bir yıl erkene alındı. (...) Bu sonuçlara göre, iktisadi alandaki gerileme ve siyasi/sosyal alandaki çalkantılara rağmen DP tek başına iktidarda kalacak kadar oy oranını yakalamıştır. CHP oy oranını artırmakla birlikte, iktidarı devralacak oy oranından oldukça uzak kalmıştır. HP ve CMP ise, seçim sisteminin küçük partiler aleyhine olan karakterinden dolayı varlık gösterememiştir... (...) 14 Mayıs 1950 sonrasında ılımlı ve yapıcı bir muhalefet yürüten CHP, 1954'ten sonra hırçın bir muhalefet tarzına yönelmiş, 1957 sonrasında ise yıkıcı ve kışkırtıcı bir muhalefet tarzını benimsemiştir. DP, CHP'nin muhalefetini bir şekilde sönümlendiriyordu; halktan aldığı oyla ve milli iradeyle, bu muhalefeti bertaraf etmeyi başarıyordu. DP'yi yıkacak esas muhalefet ordu içinden gelişiyordu; DP, kuralsız, insafsız ve silahlı olan bu muhalefeti durduramadı... Ordu içinde, 1954 yılından itibaren çok sayıda cunta oluşmuştu ve bunlar darbe için fırsat kolluyorlardı. (...) Darbeciler örgüte güçlü bir baş arıyorlardı. Önce İsmet Paşa'yla temas olanağı arandı ama Paşa görüşmeyi reddetti. Bunun üzerine Faruk Güventürk yeni bir isin önerdi: Milli Savunma Bakanı Şemi Ergin. Güventürk, Ergin'le görüştü ama olumlu bir karşılık bulamadı. (Darbeciler ilerleyen süreçte de lider bulamadılar; darbeyi yaptıktan sonra Cemal Gürsel'i lider olarak getirdiler...) (...) Menderes, Bayar'ın tüm uyarılarına rağmen Ordu'nun üzerine gitmemekte ısrar etmiş ve yaklaşan müdahalenin ayak sesine kulak tıkamıştı. (...) 4 Ağustos 1958 tarihinde yapılan devalüasyon sonucunda, bir Amerikan doları 2,80'den 9 liraya çıktı. Son yıllarda enflasyon yüzde 20'ye doğru tırmanmaya başlamıştı. 1970'li ve 80'li yıllarda yaşanan yüksek enflasyon yanında, bu oran masum kalmakla birlikte, o vakte kadar alışılmadığı için, kamuoyunda büyük bir tepki doğurmuştu. (...) 1958 sonunda, Ekim ayında, Türkiye Köylü Partisi, Bölükbaşı'nın CMP'ne katıldı. Bu katılım sonrasında partinin adı Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) olarak değiştirildi. 1958 yılının Kasım ayında da, DP'den koparak liberal karakterli Hürriyet Partisi'ni kuran ekip CHP'ye katılma kararı aldı. (...) Muhalefetin birleşme çabalarını, kendisine karşı bir cephe oluşturma hareketi olarak algılayan DP yönetimi, karşı bir hamle yaparak Vatan Cephesi'ni kurmuştur. 1959 Ocak ayı içinde, ülke çapında örgütlenmeye başlanan Vatan Cephesi Ocakları sistemiyle, iktidara partinin verebildiğinden daha geniş bir taban bulunmaya çalışıldı. Vatan Cephesi'ne katılanların adları teker teker radyoda okunarak teşvik ediliyor, belli konumdaki kişiler ve kesimler bu ocaklara yazılmaya zorlanıyorlardı. 1959 yılın şubat ayında Menderes, Londra Antlaşması'nı imzalamak üzere Londra'ya gitmişti. Bu sırada Menderes'in uçağı kaza yapmış ve birçok kişi ya ölmüş ya da yaralanmıştı. Bu kazadan Menderes'in sağ kurtulması “Allah'ın Menderes'i koruması” şeklinde yorumlandı ve toplumda Menderes'e yönelik büyük bir sempati dalgasının oluşmasına sebebiyet verdi. Yurda dönüşünde mahşeri bir kalabalık, kurbanlar keserek Menderes'i karşıladı. Bu karşılama törenine İnönü de katılmıştı. Bu jest Menderes'i memnun etti. İki parti arasında bir bahar havası oluştu; gerginlik yumuşadı... Fakat bu yumuşama havası devam etmedi. (...) İnönü 1959 yılının Nisan ayında, Garp Cephesi Kumandanı edasıyla, Büyük Taarruz'un güzergâhını takip eden bir siyasi propaganda gezisi başlattı... (...) Bir savaş havasında başlatılan bu siyasi gezi hareketi, DP tabanından aynı sertlikte bir yansıma bulmuştur. Gezi başından sonuna kadar gerginlikler, tartışmalar ve çatışmalar içinde geçmiştir. 1959 günü Uşak'ta, İnönü'ye karşı protestolar yapıldı, bu protestolar sırasında atılan bir taş İnönü'nün başına isabet etti. 4 Mayıs'ta İstanbul Topkapı'da İnönü'ye yönelik bir saldırı gerçekleşti. 27 Haziran'da da CHP'lileri taşıyan otobüs Denizli'de taşlandı. İktidar-muhalefet ilişkisini gerginleştiren son hadise, 1960 yılının Mart ayında, Kayseri'de yaşanmıştır. Kayseri'ye bağlı Yeşilhisar'da, CHP İlçe Başkanı ile DP'li Belediye Başkanı arasında bir silah çekme olayı yaşanmış ve çıkan olaylarda üç kişi yaralanmıştı. Olaylar üzerine İnönü, 2 Nisan 1960'da Kayseri Yeşilhisar'a gitmek istemiş, Kayseri'nin girişinde, istasyonda Vali Ahmet Dallı tarafından üç saat bekletilmişti. Sonunda valinin geri adım atmasıyla İnönü Kayseri'ye girebilmiş; ancak oradan Yeşilhisar'a geçmeden Ankara'ya dönmüştü. (...) CHP'liler ve CHP yanlısı basın o tarihlerde Irak'ta gerçekleşen darbeyi ve Güney Kore'deki ayaklanmayı örnek göstererek, DP iktidarına yönelik çeşitli imalarda bulunuyorlardı. CHP'lilerin darbe ve ayaklanma imalı tahriklerinin artması üzerine DP iktidarı, 1960 yılının Nisan ortalarında, CHP'nin ihtilal kışkırtıcılığı yaptığını, bir kısım basının da bunu desteklediğini iddia ederek konunun araştırılmasını istedi. Mecliste, konuyu araştırmakla görevli 15 kişilik bir araştırma komisyonu (Tahkikat Encümeni) kuruldu. Bu konunun tartışıldığı Meclis görüşmelerinde İsmet Paşa, darbe hazırlığındaki cuntacıları cesaretlendiren bir konuşma yaptı: “Eğer bir idare insan haklarını tanımaz, baskı rejimi kurarsa, o memlekette ihtilal behemehal olur. Böyle bir ihtilal dışımızda, bizimle münasebeti olmayanlar tarafından yapılacaktır. Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam. Şimdi arkadaşlar, şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru bir haktır." Kimilerine göre bu konuşma darbecilere yakılan bir yeşil ışıktır; kimilerine göre ise sarı ışıktır. (...) Bu sıralarda darbeciler henüz başlarına yüksek rütbeli bir general bulamamışlardı. En sonunda Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel'e teklif götürdüler. (...) Tahkikat Encümeni'nin siyasi faaliyetleri ve basını kısıtlayıcı kararları, gerginliği iyice artırmıştı. (...) Bu karmaşada Menderes'i aldatan bir gelişme oldu. Başta Genelkurmay Başkanı Rüşdü Erdelhun olmak üzere ordunun üst kademesi hükümete bağlılıklarını bildirdiler. (...) Gerçekten de ordunun üst kademesi hükümete bağlıydı. Darbe hazırlığını yapanlar daha çok albaylardan oluşan alt düzey komutanlardı... Menderes, sıkıntılı anlarda yaptığı gibi yine Ankara'yı terk edip kendini kalabalıkların arasına atmaya karar verdi. Gitmemesi telkin edildiği halde 25 Mayıs günü Eskişehir'e gitti. Ancak hiç beklemediği bir gelişme oldu: Başbakan, miting meydanına gitmeden önce 40-50 kişilik bir subay grubu tarafından protesto edildi. Konuşması sırasında da meçhul birisi tarafından hoparlörün kablosu kesildi. Menderes'in sesi duyulmuyordu; darbe o sırada başlamıştı... Menderes'in bağırarak duyurmaya çalıştığı şey aslında Tahkikat Encümeni'nin görevini tamamladığı ve yakında seçimlere gidileceği haberiydi. Ne bunu duyurabilecek kadar sesi, ne de gerçekleştirebilecek kadar ömrü kalmıştı. 27 Mayıs günü Bayar, kendisini korumakla görevli Osman Köksal tarafından tutuklandı. Menderes ise Eskişehir-Kütahya yolunda Muhsin Batur tarafından tutuklandı. Ordunun alt düzey komutanlarının başlattığı darbe kısa sürede başarıya ulaşmıştı. (...) Halkın çoğunluğu da, ordunun çoğunluğu da darbe yanlısı değildi. Fakat ordu içindeki azgın bir azınlık, kilit noktaları tutmuş olmanın verdiği kolaylıkla, bir gece baskını şeklinde, darbeyi gerçekleştiriverdiler. Halkın seçtiği meşru yöneticilerin yanı sıra, başta Genelkurmay Başkanı olmak üzere ordunun üst kademe yöneticilerini de tutukladılar...
·
256 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.