Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Siyasi faaliyete izin verilince DP'nin tabanını oluşturan kişiler iki parti kurdular: Adalet Partisi ve Yeni Türkiye Partisi. Adalet Partisi, demokrat fikirleri ve darbe karşıtı görüşlerinden dolayı darbecilerin sevmediği emekli genelkurmay başkanı Ragıp Gümüşpala tarafından kurulmuştu. Yeni Türkiye Partisi ise 1950 ve 54 seçimlerinde DP'den mebus seçilen Ekrem Alican tarafından kurulmuştu. Bu dönemde ilk defa yasal bir sosyalist parti kuruldu. Sosyalizme kapıyı aralayan yeni anayasadaki “sosyal” kelimesi olmuştur. Bu açılan kapıdan ilk giren parti Türkiye İşçi Partisi oldu. (...) CHP'nin oy oranı 1957'nin de gerisine, %40'ın altına düştü. DP'nin devamı partiler ise %50'nin çok üzerine çıktılar. Trend tersine dönmüştü. (...) Bu gelişmeleri, doğrudan 27 Mayıs'a yönelik bir kalkışma olarak değerlendiren darbeci güçler toparlanmaya başladılar. Bu sırada darbeciler de kendi aralarında bölünmüşlerdi. Düşük düzeyli cuntaları saymazsak darbeciler üçe bölünmüşlerdi. İyice güçten düşen MBK üyesi darbeciler, kapağı Senato'ya atmış ve Senato üyesi olmuşlardı. Duruma hâkim olan üst düzey komutanlar Silahlı Kuvvetler Birliği adı altında örgütlenmişlerdi. Bir de 27 Mayıs'ın amacına ulaşmadığını düşünen ve yeni darbe peşinde koşan Albaylar Cuntası vardı. Albaylar cuntasının lideri Talat Aydemir'di. SBK'nın lideri genelkurmay başkanı Cevdet Sunay'dı. İyice dağılan MBK'nın ise bir lideri bulunmuyordu. Halkın iradesi karşısında bütün darbeci güçler ortak hareket etmeye başladılar. toplanan generaller ve albaylar hemen müdahaleye karar verdiler. (...) Ancak SBK'nın başkanı konumundaki Cevdet Sunay böyle bir müdahaleye taraftar değildi. En önemlisi de CHP lideri İnönü yeni bir müdahaleye karşıydı. Çünkü CHP'nin 27 Mayıs'ı desteklemesi oylarını düşürmüştü. Yeni bir müdahale CHP'yi daha da geriletirdi. (...) Cemal Gürsel bütün parti liderlerini Çankaya köşkünde topladı. Genelkurmay Başkanı da komutanlarla toplantı yaptı: Gürsel'in cumhurbaşkanı, İnönü'nün de başbakan olması durumunda müdahaleye gerek olmadığını söyledi. Komutanların ve siyasi parti liderlerinin Çankaya toplantısından kerhen de olsa bir uzlaşma çıktı. 24 Ekim günü, oluşturulan Çankaya Protokolünü bütün parti liderleri imzaladılar. Buna göre liderler, MBK'nın emekliye sevk ettiği subayları görevlerine iade edecek yasaları Meclis'ten geçirtmemeyi ve Yassıada'da mahkûm edilen DP'liler için bir genel af çıkarmamayı kabul ettiler. Ayrıca Gürsel'i Cumhurbaşkanlığına seçeceklerine ve İsmet İnönü'nün Başbakanlığını kabul edeceklerine de söz verdiler. (...) İlk koalisyon hükümeti CHP ile AP'nin katılımıyla kuruldu. AP, istemediği halde CHP ile koalisyona zorlandı. Koalisyonun kurulmasıyla İsmet Paşa başbakanlığa getirildi. Böylece verilen tavizler sonucunda Meclis'in açık kalması; yaralı ve vesayet altında da olsa demokrasinin yaşaması temin edilmiş oldu. CHP-AP Hükümeti, zoraki bir nikâhın sonunda kurulduğu için, devletin rutin işleri hariç, hiçbir alanda başarılı bir icraat yapamadı. Ekonomi ve sosyal alandaki huzursuzluk ve olumsuzluklar devam etti. Bu hükümetin en büyük uğraşısı, ordu içindeki cuntaların yeni bir darbe yapmasını önlemek oldu... (...) Protokole rağmen AP'liler, tabanlarının da etkisiyle, af konusunu gündeme getirdiler. Bunun üzerine nisbeten sakinleşmiş cuntacılar tekrar canlandılar. Af aleyhindeki görüşlerini açıkça ifade ettiler... AP'lilerin pek çok konuda tabanlarının talepleri doğrultusunda hareket etmesi ve af konusunda ısrarcı olmaları, en çok Albaylar Cuntası olarak bilinen Aydemir grubunu rahatsız etmişti. Aydemir, İstanbul'daki darbeci gruplarla birleşerek bir darbe yapmaya karar verdi. Aydemir'in yeni darbe planına, başta Cevdet Sunay olmak üzere ordunun üst kademesi destek vermemiştir. Onlar için Gürsel'in cumhurbaşkanlığı, İnönü'nün başbakanlığı yeterlidir. Ayrıca hava kuvvetleri de darbeye destek vermemiştir. Bu gelişme üzerine, Refik Tulga'nın başını çektiği İstanbul grubu da Aydemir'den desteğini çekmiştir. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, 27 Mayıs'ın tamamlanmadığını düşünen Harbiye Komutanı Aydemir, Harbiyelilerin başını çektiği bir grupla darbe yapmaya karar verdi. 22 Şubat 1962 günü harekete geçen Aydemir grubu Ankara'da bazı mevzileri ele geçirmiş olmakla birlikte ordu içinden yeterli destek görememiştir. Hava kuvvetlerine karargâh kuran İnönü, karşı hamlelerle Aydemir'i geriletmiş ve nihayet teslime razı etmiştir. Yapılan uzlaşmaya göre Aydemir ve arkadaşları yargılanmayacaklar ancak ordudan emekli edileceklerdir. Başta Aydemir olmak üzere 69 subay, yargılanmaksızın, emekliye sevk edildiler. (...) Yargı darbecilere gereken cezayı vermediği için aynı isimler bir yıl sonra yeniden darbeye teşebbüs etmişler ve bu defa kan dökmüşlerdir... Bu hükümet zamanında, ordu içindeki cuntaların da zorlamasıyla, muhalefeti iyice sınırlayan kanunlar çıkarılmıştır. Bunların başında, 5 Mart 1962'de 27 Mayıs'ın eleştirilmesini ve eski DP'lilerin övülmesini yasaklayan Tedbirler Kanunu gelir. (...) AP'lileri kızdıran pek çok gelişmeden sonra, zaten zorla ayakta tutulan koalisyon hükümeti 1 Haziran 1962 tarihinde bozulmuştur. Haziran 1962'deki iki haftalık bunalımdan sonra, 25 Haziran 1962-2 Aralık 1963 arasında faaliyet gösteren 2. İnönü Koalisyonu kurulmuştur. Bu koalisyon, YT'P ve CKMP'nin katılmasıyla gerçekleşmiştir. (...) Bu süreçte, sosyal alanda DP'nin tabanı AP'de toplanmaya başlamıştı. Süreç içinde AP'nin oyu artmış, YTP ve CKMP'nin ise oyu azalmıştı. (...) AP'nin yükselişindeki en önemli sebep, başta Bayar olmak üzere hapishanedeki DP'lilerin tabanlarıyla irtibat kurmaya başlamaları ve adres olarak AP'yi göstermeleridir. Bunu öğrenen eski DP tabanı, YTP ve CKMP'yi terk ederek AP'de toplanmaya başlamıştır. (...) CHP ve AP'den oluşan birinci İnönü hükümeti gibi, CHP, YTP ve CKMP'den oluşan ikinci İnönü hükümeti de zorlama bir hükümet olduğu için başarılı icraat yapamamış, halkın somut sorunlarına çözüm bulamamıştır. Bu hükümetin de en büyük sıkıntısı ordunun siyasete müdahalesi olmuştur. (...) Bu arada, 22 Şubat 1962 tarihindeki darbe girişiminden sonra affedilen ve emekliye sevk edilen Talat Aydemir de boş durmuyordu. Orduevini bir karargâh gibi kullanarak, dışarıdan yeni bir darbe girişimi için hazırlık yapıyordu. Aydemir'in bu girişimleri, o dönemde yeni filizlenen sol gruplar tarafından da destekleniyordu. 15 Ekim seçimlerinden sonra, darbeciler gibi şoka uğrayan bir grup da sol aydınlar olmuştu. Özellikle Doğan Avcıoğlu'nun başını çektiği YÖN Dergisi ekibi, demokrasiye inanmıyordu. Demokrasinin AP gibi “gerici unsurları” iktidara taşıdığını düşünüyordu. YÖN ve Milli Demokratik Devrim (MDD) gibi sol gruplar, yeni bir darbe ile 27 Mayıs'ın tamamlanmasını, sosyalist bir devrim yapılmasını amaçlıyorlardı. Eğer Aydemir başarılı olsaydı, bu aydın grubu tarafından, devrimi tamamlayan kahraman olarak selamlanacaktı... 1963 yılında, ordu içindeki cuntalardan ve ordu dışındaki sol aydınlardan yeterli destek gördüğüne inanan Aydemir yeniden harekete geçti. Bu defa Aydemir arkasına, yurda dönen 14'lerden bazılarını da almıştı. Temel gücü, yine Harbiye öğrencileriydi. Gerekli hazırlıkları yaptığını düşünen Aydemir 20 Mayıs'ı 21'e bağlayan gece darbe girişimini başlattı. Ancak bu sefer girişimi kanlı çatışmalara sebebiyet verdi. Hükümete bağlı askerler ile darbeciler arasındaki çatışmalarda, (1 hava albayı, 1 binbaşı, 2 harp okulu öğrencisi ve 4'er olmak üzere) toplam 8 kişi ölmüş, aralarında yüksek rütbeli general ve subayların yer aldığı 26 kişi yaralanmıştır. Hükümet 2. günü darbe girişimini tamamen bastırmış ve darbecileri tutuklamıştır. Aydemir ve arkadaşları bu defa affedilmemiş ve yargılanmışlardır. Yapılan yargılamalar sonucunda askeri darbe girişiminin önderi Albay Talat Aydemir ve 6 arkadaşı (...) idam cezasına çarptırılmışlardır. 30 kişi ise ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştır. Aralarında MBK'nden tasfiye edilen 14'lere mensup bazı eski subayların bulunduğu 38 kişi ise beraat ettirilmiştir. Darbe girişiminde aktif olarak yer alan ve ayaklanmanın hemen ardından Harp Okulunda tutuklanan bütün öğrenciler okuldan atılmışlardır. Haklarında ölüm kararı verilenlerden Binbaşı Fethi Gürcan (26 Haziran 1964) ve Kurmay Albay Talat Aydemir'in (5 Temmuz 1964) cezaları asılarak yerine getirilmiş, ötekilerin cezaları ise 1966'da çıkarılan af yasası ile kısmen veya tamamen kaldırılmıştır. (...) İkinci İnönü Hükümeti 2 Aralık 1963 tarihinde, darbe girişiminin bastırılması hariç önemli bir icraat yapamadan sona ermiştir. (...) En sonunda İnönü, bağımsızlarla bir hükümet kurmaya muvaffak oldu. Bu hükümete, tırmanışa geçen Kıbrıs sorunu nedeniyle, milli hislerle, YTP de dışarıdan destek vermiştir. Bu hükümet 25 Aralık 1963-13 Şubat 1965 arasında görev yapmıştır. Bu hükümet döneminin en önemli sorunu Kıbrıs sorunu olmuştur. Kıbrıs'ta Rumların saldırgan tutumu üzerine Türkiye, garantörlük hakkını kullanarak Kıbrıs'a çıkarma yapmayı düşünmüş ancak askeri ve siyasi durum müsait olmadığı için bunu gerçekleştirememiştir. Türkiye'nin muhtemel müdahalesini önlemek için ABD Başkanı Johnson Türkiye'ye bir tehdit mektubu göndermiştir (Johnson Mektubu). Zaten yeterli teknik ve askeri gücü olmayan Türkiye, ABD'nin tehdidi sonucu çıkarma kararından vazgeçmiştir... ABD'nin bu gibi Türkiye karşıtı politikaları yüzünden, toplumsal alanda zaten yükselmekte olan Amerikan karşıtlığı daha da ilerlemiştir. Bu dönemde, sosyalist akımların yükselmesine paralel olarak Amerikan karşıtlığı da yükselmiştir... 1964 yılındaki kısmi Senato seçimlerinde %50'yi geçen Adalet Partisi, yeterli siyasi ve toplumsal güce ulaştığına kani olmuş ve 1965 yılında Üçüncü İnönü Hükümeti'ni devirmeye karar vermiştir. AP'nin çabaları kısa sürede sonuç vermiş, 13 Şubat 1965'te, yapılan bütçe oylamasında 3. İnönü Koalisyonu düşürülmüştür. 13 Şubat 1965 günü çok önemli bir değişiklik olmuştur. Mecliste seçim sistemi değişmiş ve milli bakiye sistemine geçilmiştir. Milli bakiye sistemi küçük partilerin lehine, büyük partilerin aleyhine olan bir sistemdir. Bu, gittikçe güçlenen AP'nin tek başına iktidar olmasını engelleme girişimiydi... Bu sırada, hükümeti düşüren AP'nin başında artık Gümüşpala değil Demirel bulunmaktadır. Gümüşpala'nın 6 Haziran 1964 tarihindeki “ani ölümü” üzerine AP'nin olağanüstü kurultayı toplanmış ve Demirel büyük bir oy farkıyla genel başkan seçilmiştir. Bu seçimde Demirel seküler, rakibi Saadettin Bilgiç ise muhafazakâr bir aday olarak öne çıkmıştır... 3. İnönü hükümetinin düşürülmesinden sonra, 15 Ekim seçimlerinden sonra kurulması engellenen sağ koalisyon nihayet kurulmuştur. Bu süreçte, CHP dışındaki partiler birleşerek ortak hükümet kurmuşlardır. AP'li Senato Başkanı Suat Hayri Ürgüplü başkanlığında AP-YTP-CKMP-MP koalisyonu kurulmuştur. Bu hükümette genç lider Süleyman Demirel, Başbakan Yardımcısı olarak görev yapmıştır. Bu hükümet, bir dönemi sona erdirmiştir. Bu koalisyonun kurulması, kısmen de olsa, sivil ve demokratların darbecilere karşı üstün duruma geçtiklerini gösterir. 20 Şubat 1965-22 Ekim 1965 arasında işbaşında bulunan bu hükümet ülkeyi 1965 seçimlerine götürmüştür. Bu dönemde, Aydemir'in tasfiyesinden sonra, orduya Cevdet Sunay hâkim olmuştur. Sunay AP'ye karşı daha ılımlı bir politika takip etmiştir. Özellikle Demirel döneminde, Genelkurmay-AP ilişkileri iyice yumuşamıştır. Bu yumuşama, Sunay'a cumhurbaşkanlığının yolunu da açmıştır...
Sayfa 102Kitabı okudu
·
80 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.