Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

AP 1965 seçimlerine, “İnönü'yü deviren parti” imajıyla ve yeni lideri genç Demirel ile girdi. En önemlisi, amblemini değiştirmişti. Yeni amblem kırat idi ve liderin adı Demirel'di. İkisi birleştiğinde “demirkırat” oluyordu. DP döneminde, özellikle köylüler demokrat kelimesini “demirkırat” diye telaffuz ediyorlardı. Seçimler öncesindeki bu amblem değişikliğiyle adeta “demirkırat” geri dönmüştü. CHP ise seçimlere kısa bir zaman kala kendisini “ortanın solunda bir parti” olarak tanımlamıştı. CHP'nin bu seçimlerdeki rakibi AP'den çok, yeni kurulan ve kendini sosyalist olarak tanımlayan, M. Ali Aybar liderliğindeki Türkiye İşçi Partisi'ydi. CHP, devletçi parti refleksiyle, devleti sosyalizmden korumak için kendini sol parti olarak tanımlamıştı. CHP'nin amacı, gençliğin TİP'e kaymasını önlemekti. AP, CHP'nin bu sloganını kara propaganda bağlamında sıkça istismar etti. Hemen bir karşı-slogan bulundu: Ortanın solu, Moskova'nın yolu! AP'li sözcüler her fırsatta CHP'nin komünist olduğunu söylüyor ve CHP'liler bu suçlamaları savuşturmakta güçlük çekiyorlardı. Sol kavramını savunmak için komik duruma düştükleri de oluyordu: Sol önemlidir, çünkü kalbimiz sağda değil soldadır... DP'nin tabanına hitap eden diğer parti olan YTP, bu seçimlere yıpranmış ve küçülmüş olarak giriyordu. Yine DP'nin tabanına hitap eden CKMP ise bölünmüştü. Partinin simge ismi Osman Bölükbaşı CKMP'den istifa ederek Millet Partisi'ni yeniden kurmuştu, Sonuç itibariyle bütün gelişmeler AP'nin lehineydi. Başarının önünde hiçbir engel yoktu. 1965 seçimleri, 1961 seçimlerine göre nisbeten daha serbest bir seçim olmuştur, 1961 seçimleri 27 Mayıs cuntasının yoğun baskısı ve yönlendirmesi altında geçmişti. Bu seçimlerde ise askeri vesayet nisbeten azaldığı için daha renkli ve daha demokratik bir propaganda dönemi yaşanmıştır. Bu propaganda sürecinin kuşkusuz en renkli ve en popüler figürü Süleyman Demirel olmuştur. AP 1961 seçimlerine Ragıp Gümüşpala liderliğinde girmişti. Gümüşpala eski bir genelkurmay başkanıydı ve nihayetinde bir bürokrattı. Bu yüzden siyasi propaganda ve halkla diyalog bakımından başarılı olamamıştır. Demirel ise sivil kişiliği ve halkın içinden çıkmış olması hasebiyle, halkla diyalog bağlamında çok başarılı olmuştur. Türkiye siyaseti açısından Demirel yeni bir lider tipolojisinin doğuşuna işaret etmiştir. Menderes de halkın içinden geliyordu ama o üst tabakanın/yerel eşrafın bir temsilcisiydi; babası bir toprak ağasıydı. Demirel ise sıradan bir köylünün çocuğuydu; “Çoban Sülü” idi... O dönemde Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğu (yaklaşık %80'i) köylüydü. Bu, köylünün dilinden iyi anlayan Demirel açısından önemli bir avantaj olmuştur. Büyük çoğunluğu köylü olan seçmenler ilk defa, kendi içinden çıkan, kendi dilini anlayan bir liderle muhatap olmuştur. Bu çok önemli bir kırılmayı ve dönüşümü ifade etmektedir. Feroz Ahmad'ın da vurguladığı gibi Demirel, Tanzimat döneminden beri Türkiye siyasetine egemen olan “askerî-bürokratik aydın” geleneğinden gelmiyordu. Demirel, sıradan bir vatandaşın, özellikle kırsal alandan gelip şehirlerden birine yerleşen hırslı göçmenlerin, kendi kendini yetiştiren adam açısından, kendilerini özdeşleştirebildikleri bir liderdir. Kampanya sürecinde, bunun büyük bir değer olduğu ortaya çıkmış ve Demirel, bu tip seçmene kolayca ulaşabilmiştir. Demirel'in rakipleri konumundaki İnönü ve Aybar gibi liderler, dışarıdan ve yukarıdan gelen liderler iken, Demirel içeriden ve aşağıdan gelen biriydi. 1965 seçimleri öncesinde Demirel, öncelikle DP'nin mirasına sahip çıkma konusunda titiz bir çalışma yürütmüştür. Bu konuda radikal adımlar atmıştır. En başta, partinin mevcut amblemini değiştirmiştir. Kitap şeklindeki amblemin yerine kırat amblemini koymuştur. Demirel, kırat sembolüyle DP'nin devamı olduğu konusunda güçlü bir mesaj vermiş oluyordu. Bu semantik ve simgesel değişikliğin yanı sıra eski DP'lilerin yakın akrabalarını da milletvekili adayı olarak göstermek suretiyle, seçmen nezdinde DP'nin devamı olduğu yolunda ciddi bir izlenim bırakmayı başarmıştır. Amblem değişikliğinin yanı sıra AP, siyasi iletişim konusunda da halkın anlayacağı dilden bir kampanya yürütmüştür. AP seçim sloganlarını, halkın anlayacağı ifadelerle, kısa ve özlü cümlelerle oluşturmuştur. Bu sloganlardan bazıları şöyledir: Çileye Paydos; Herkese İş; Herkese Refah; AP'de Birleşiniz. Bu son slogan, özellikle DP'nin devamı olduğunu iddia eden diğer partiye, yani YTP'ye meyilli seçmeni hedef almaktaydı... Kampanya/propaganda sürecinde Demirel, dinamizmi, zekâsı ve etkileyici hitabeti ile diğer liderlerin önüne geçmiştir. Liderler arasında en fazla seyahat eden de kendisi olmuştur. Konuşmalarında uzlaştırıcı ve orta yollu bir söylem tutturmuştur. Demirel seçim konuşmalarında milli sorunların yanı sıra mahalli sorunlara da vukufla temas etmeyi bilmiştir. Abadan'ın tespitiyle Demirel, kampanya boyunca takip ettiği yöntemlerle, ABD siyaset bilimcilerinin “grassroots politician” dedikleri bir siyasetçi tipini temsil etmiştir. (...) AP açısından, başarılı geçen bir kampanya döneminin ardından gerçekleşen seçim, kesin bir zaferle (%52,9) neticelenmiştir. AP, sağ oylarının büyük çoğunluğunu toplamayı başarmıştır. (...) Bu başarısıyla AP, hem DP'nin yerini alma konusunda tam bir başarı sağlamış hem de siyasi istikrarı sağlayan parti imajını kazanmıştır. AP'nin (ve kapatılmış DP'nin) rakibi olan CHP ise 1965 seçimlerinden hezimetle çıkmıştır. 27 Mayıs öncesi, 1957 seçimlerinde %41 oy almış olan CHP, bu seçimlerde sadece %28,7 oy alabilmiştir. Bu hezimet, aynı zamanda, halkın 27 Mayıs darbesine karşı gösterdiği tepkinin bir yansımasıdır. Çünkü CHP açıkça 27 Mayıs'ı desteklemiştir; AP ise, henüz konjonktür müsait olmadığı için, üstü kapalı olarak 27 Mayıs'a karşı çıkmıştır. AP bu seçimleri, hukuki veya fiili, pek çok engele rağmen kazanmıştır, Bunların başında milli bakiye sistemi gelmektedir. İkinci önemli engel ise psikolojik alandadır. Seçim öncesi dönemde “seçimi kazansa bile AP'ye iktidarın verilmeyeceği” yolunda söylentiler yayılmıştır. Bu seçimin en önemli sonuçlarından biri de DP'nin mirasına sahip çıkma konusunda AP ile yarış içinde olan YTP ile ilgilidir. 1961 seçimlerinde %13,7 oy ve 65 milletvekili kazanan YTP 1965 seçimlerinde oy oranını %3,7'ye, milletvekili sayısını ise 19'a düşürmüştür. Bu sonuçlardan sonra YTP siyasi arenada tamamen etkisiz bir duruma düşmüş ve genel başkan Ekrem Alican da Kocaeli'ndeki çiftliğine çekilmiştir. YTP, eski DP'nin “aydın” elitist ve kentli kanadını temsil ediyor ve yüksek bürokratları, akademisyenleri ve serbest meslek sahiplerini kapsıyordu. Feroz Ahmad'a göre YTP, seçmen gücü ve toplumsal taban bakımından, “Doğu Anadolu'daki toprak sahibi yerel mütegallibe”yle kurduğu ittifaka dayanıyordu. Ahmad'ın burada üstü kapalı olarak söylemek istediği şudur: YTP, eski DP içinde yer alan bir takım Kürt kökenli siyasetçiye bünyesinde yer vermişti. Bunlardan en önemlisi Yusuf Azizoğlu'dur. YTP bu sayede Kürt kökenli seçmenin çoğunlukta olduğu illerden, Türkiye ortalamasının üzerinde oy almıştır... YTP'nin 1965 seçimleriyle başlayan düşüşü 1969 seçimlerinde de devam etti. 1969 seçimlerinde YTP'nin oy oranı %2,2'ye düştü. Düşüş sürecindeki YTP içinde yer alanların bir kısmı AP'ye, bir kısmı da yeni kurulan MNP'ye geçti... YTP, 1973 seçimlerine giremeden siyaset sahnesinden çekildi... Seçime katılan diğer küçük sağ partiler açısından sonuç şöyle olmuştur: Osman Bölükbaşı'nın Millet Partisi, %6 oy ile 31 sandalye; CKMP ise %2,2 oy ile 11 sandalye kazanmıştır. (...) 1965 seçimlerine 54 ilde katılan TİP, oyların yaklaşık %3'ünü (...) alarak parlamentoda 15 sandalye kazanmıştır. Bu sayıyla Mecliste grup oluşturan TİP, sayısal ağırlığının üzerinde ciddi bir muhalefet yapmıştır... (...) Seçim sonuçlarından sonra cumhurbaşkanı Gürsel, hükümeti kurma görevini AP genel başkanı ve Isparta milletvekili Süleyman Demirel'e verdi. (...) Hükümetin kurulmasıyla Türkiye 1969 seçimlerine kadar sürecek istikrarlı bir döneme girmiştir. Bu hükümet tarihimize I. Demirel Hükümeti olarak geçmiştir. Demirel, başbakan olarak, çoğunluğu temsil etmesine rağmen, temkinli ve tedbirli bir politika takip etti. Henüz askeri vesayet devam ettiği için askerleri kızdıracak icraatlardan uzak durdu. Yine, askerlerin tasvip ettiği bir lider olan İnönü'yü de ihmal etmedi. Önemli konularda onunla istişare etti... Onunla sert tartışmalara girmekten uzak durdu. Demirel başbakanlığı boyunca, siyasi tartışmalardan daha çok ekonomiye ağırlık verdi... (...) Bu dönemdeki stratejisini şöyle ifade etmiştir: “Marifet, patırtı çıkarmadan sistemi götürebilmektir.” (...) AP içindeki alt-orta sınıfı temsil edenler, Demirel'i büyük iş çevrelerini kollamakla suçlamışlardır. 1968 yılından itibaren, aynı zamanda İslami retoriği de benimseyen bu kesimlerin sözcülüğünü Erbakan üstlenmiştir. (...) Kısa bir süre sonra da Milli Nizam Partisi ve Milli Selamet Partisi örgütlenmesiyle Demirel'in karşısında siyasi mücadelesini başlatmıştır. İslamcı tabandaki bu değişime paralel olarak milliyetçi kesimde de bu dönemde bir hareketlenme yaşanmıştır. Şüphesiz bu gelişme de AP'nin oy tabanı açısından bir tehdittir. Bu gelişme şudur: 1965 yılında Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ne katılan Alparslan Türkeş, kısa bir süre içinde bu partiyi kontrolü altına almış ve Şubat 1969'da bu partini adını Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirmiştir. Bu iki gelişme, kendisini “milliyetçi-muhafazakâr-mukaddesatçı” olarak tarif eden AP'nin, milliyetçiliği ve mukaddesatçılığı başka partilere kaptırması sonucunu doğurmuştur. DP'nin mirasçılığı konusunda ise yeni kurulan Demokratik Parti'yle yarışmak zorunda kalmıştır... Bu dönemde bir önemli gelişme de AP'nin temel rakibi CHP kanadında olmuştur. 1965 sonrasında Ortanın Solu söylemini sahiplenen ve parti içi mücadelede öne çıkan Bülent Ecevit, 1966 kurultayında genel sekreter olmayı başarmıştır. Bu tarihten itibaren CHP'nin dışarıya yansıyan yüzü ve sözcüsü durumuna yükselen Ecevit, siyasi süreçte Demirel'in amansız bir rakibi konumuna yükselmiştir. (...) Adalet Partisi, büyüme oranını artırmak suretiyle refahı artırmak istiyordu; o nedenle büyüme konusuna büyük önem verdi. Ancak bunu yaparken enflasyonu da artırmamak gerekiyordu. İşte AP, 1965-69 döneminde bu zor işi başardı. Bu dönemde gerçekleştirilen ortalama %7 kalkınma hızı ve %5 enflasyon oranı, Türkiye tarihinde sadece bu dönemde yakalanabilmiştir. Yapısal ekonomik reform eksikliğine rağmen 1960'larda yakalanan bu %7'lik büyüme, pek az Üçüncü Dünya ülkesinin başarabildiği bir atılımdır. Bu dönemde reel gelirler de %20 ortalamayla devamlı surette artmıştır. (...) Hızlı sanayileşme doğal olarak toplumsal dönüşüme de yansımıştır. 1960'ların sonunda iki yeni toplumsal grup, siyasi alanda varlığını hissettirmeye başlamıştır. Birincisi, işçilerdir. Ilımlı bir sendika olarak bilinen Türk-İş'ten ayrılan bir grup işçi 1967 yılında, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nu (DİSK) kurmuştur. Varlığını hissettiren ikinci grup ise sanayici ve işadamlarıdır. Bunlar da kendi çıkarlarını savunmak için bir süre sonra, 1971 yılında kendi örgütlerini, Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği'ni (TÜSİAD) kurmuşlardır. (...) 60'lar sonunda siyasallaşan ve toplumsal arenada sesini yükselten bir kesim de üniversite gençliği olmuştur. Esasen 27 Mayıs öncesi CHP örgütleri tarafından siyasallaştırılan gençler, daha sonraki süreçte de siyasal arenadan çıkmamış ve gittikçe daha ileri boyutta siyasallaşmışlardır. Bu defa gençlik, CHP'den daha çok TİP gibi yasal sola ve yasa dışı sol örgütlere yakın durmuşlardır. TİP'e bağlı öğrenciler tarafından Fikir Kulüpleri Federasyonu'nun oluşturulması, oldukça geniş öğrenci kesiminin siyasallaşmasına neden olmuştur. 1969'da kurulan DEV-GENÇ (Türkiye Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu) dünya çapında olay niteliğindeki öğrenci hareketinin (1968 eylemi) Türkiye'de yaygınlaşmasında büyük rol oynamıştır. Başlangıçta ana muhalefet partisi (CHP) tarafından da hoşgörü ile karşılanan ve daha çok TİP ekseninde organize olan öğrenci hareketi, iç ve dış siyasal gelişmelerin etkisiyle 1968'den itibaren çeşitli fraksiyonlara bölünmüş ve bir kısmı yasa dışı alanlara kaymıştır... Bu süreçte TİP'i daha en başından beri parlamentoculuk yapmakla eleştiren ve sosyalist kanatta farklı çizgileri benimseyen “devrimci” gruplar öne çıkmış ve bunlar “parlamento-dışı muhalefet” düşüncesini savunmaya başlamışlardır. Öğrenciler parlamento-dışı muhalefet düşüncesinden geniş ölçüde etkilenmişlerdir. 1970'e gelindiğinde genelde öğrenci hareketinin, özelde sosyalist eylemin ideolojik ve fiilî önderliği, devrim için silahlı eylem birlikleri şeklinde örgütlenmek isteyen ve silahlı mücadeleyi savunan Marksist-Leninist grupların denetimine geçmiştir. Soldaki bu gelişmeye paralel olarak, bu grupların eylemlerine bir tepki olarak, sağda da gençlik örgütlenmeleri başlamıştır. Bu dönemde sağ grupların denetimine geçen Milli Türk Talebe Birliği, sol karşıtı eylemlerde öncü rol oynamıştır. 1969'dan itibaren Türkeş'in organize ettiği ülkücü gruplar da sol grupların karşısında eylemci güç olarak öne çıkmaya başlamıştır. Bütün bu gelişmeler mecliste çoğunluğa sahip olan AP'nin, sokakta gelişen olaylar sonucunda hızla yıpranmasına sebep olacaktır. Bu ideolojik gelişmeler ordu içinde de cuntaların yükselişine sebebiyet vermiştir... (...) Detant (yumuşama) gibi uluslararası konjonktürün de uygun koşulları sonucunda Türkiye, Amerika eksenli blok siyasetini gevşeterek, çok yönlü bir dış politika arayışına girmiş ve koşullar elverdiği oranda da bu arayışında başarılı olmuştur. Türkiye'yi bu arayışa iten sebeplerin başında Küba Krizi ve Johnson Mektubu bağlamında, ABD'ye duyulan güvensizlik yatmaktadır. Türkiye bu dönemde, her fırsatta, ABD dışı alternatiflere yönelmiştir... (...) ABD'ye duyulan güvensizlik sebebiyle Türkiye 1966 yılında, Amerika'ya müracaatla, ikili antlaşmaların yeniden düzenlenmesi gerektiğini bildirmiş ve Amerika da bu teklifi kabul etmiştir. 1967 yılında çalışmalar başlamış ve sonunda 1969 yılında, daha önce yapılan tüm antlaşmaların yerini alan Savunma İşbirliği Antlaşması imzalanmıştır. 1970 yılında, gizli olan bu antlaşmanın temel esasları Demirel tarafından kamuoyuna açıklanmıştır. Bu esasların başında, “karşılıklı egemenlik ve eşitlik” prensibi gelmektedir.” Askeri alanda da, ABD'ye duyulan güvensizliğin sonucunda birtakım değişiklikler olmuştur. Türkiye, askeri alanda ABD'den ve onun kontrolündeki NATO'dan bağımsız inisiyatifler geliştirmek istemiştir. Bu bağlamda Genelkurmay Başkanlığı, sadece milli çıkarlar için kullanılacak, NATO'dan tamamen bağımsız bir tümen kurmuştur. Bu tümen daha sonraları Ege Ordusu'na dönüşecektir... Amerika'ya güvensizlik bağlamında, devlet katında yaşanan bu değişimlere paralel olarak, toplumsal kesimde de, genellikle sol gruplar arasında, ABD'ye yönelik tepkiler artmaya başlamıştır. Türkiye'de ABD aleyhtarı ilk gösteri 1964 yılında gerçekleştirilmiştir. Bu ilk eylemi diğer eylemler takip etmiştir. Bu eylemler 1967 ve 68 yıllarında nitelik ve nicelik olarak ileri boyutlara ulaşmış, 15.1.1969 yılında ABD Büyükelçisi Komer'in arabası ODTÜ öğrencileri tarafından yakılmıştır. Bu dönemde, kısmen de olsa ABD'den uzaklaşılmış ve yine kısmen de olsa Sovyetler Birliği'ne yaklaşılmıştır. Sovyetler Birliği ile yakınlaşmanın siyasi sebepleri yanında iktisadi sebepleri de bulunmaktaydı. Türkiye, sanayileşmesi için gereken kaynağı Batı blokundan temin edemeyince Sovyetler'e müracaat etmiştir. Aliağa rafinerisi, İskenderun demir-çelik kompleksi, Seydişehir alüminyum tesisleri ve benzeri yatırımlar bu işbirliğinin sonuçları olarak gerçekleşmiştir. ABD'ye alternatifler aranması bağlamında, bu dönemde, İslam ülkeleriyle ve Bağlantısızlarla ilişkilerin sıcaklaştırılmasının yanı sıra Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile ilişkilerin de yoğunlaştırılması yönünde politikalar izlenmiştir. Demirel AET konusunda üyelik hedefleyen bir politika takip etti. Hükümet, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) gibi kuruluşların ve CHP gibi partilerin muhalefetine karşın, AET'ye üyelik sürecinin ilk aşaması olan hazırlık dönemini sona erdirip, bir an önce geçiş dönemine geçmek için yoğun gayret sarf etmiştir. 1967 Ekiminde yapılan Ortaklık Konseyi toplantısında AET, geçiş dönemine yönelik ön çalışmaların başlatılması yönünde bir karar almıştır. Türkiye ile AET arasındaki Katma Protokol müzakereleri 1969 yılında Brüksel'de başlamış ve üzerinde anlaşmaya varılan metin 1970 yılında imzalanmıştır. Bu sonuç, uzun döneme yayılmış AB süreci bakımından önemli bir aşama olarak kabul edilmektedir. (...) İç siyasi meselelerden Adalet Partisi'nin içini en çok meşgul eden konuların başında eski DP'lilerin affı konusu gelmiştir. Bu çok zor meseleyi Demirel iyi yönetememiştir. Demirel bu mevzuda bir ikilem içinde kalmıştır. Bir yandan parti içindeki liderlik konumunu pekiştirmesi ve otoritesini sağlamlaştırması gerekiyordu. Diğer yandan ise, askerleri tedirgin etmeden ve istikrarı bozmadan siyasi affı çıkarması gerekiyordu. Eski DP'lilerin ısrarlı ve aceleci taleplerini tam olarak yatıştıramayan Demirel, sonunda Celal Bayar'ın gazabını üzerine çekmiştir. Bayar eski DP taraftarlarına, Ekim 1969'da yapılacak seçimlerde oy kullanmamalarını isteyen bir talimat yayınlamıştır. Adalet Partisi 1969 seçimlerine, parti içinde ve parti dışında yaşanan pek çok olumsuz gelişmenin gölgesi altında girmiştir. Sonuçta AP bu seçimden de birincilikle çıkmayı başarmıştır. Ancak önemli iki işaret, AP için gerileyişin ve ileride ortaya çıkacak huzursuzlukların habercisi gibiydi. Öncelikle AP'nin oy oranı %53'ten %46,5'e gerilemiştir. İkinci olarak seçimlere katılım oranı %71,3'ten %64,3'e düşmüştür. Bu seçimlerde, (küçük partilerin lehine, büyük partilerin aleyhine olan) milli bakiye sistemi terk edildiği için AP, oy oranını düşürmesine rağmen daha fazla milletvekili çıkarabilmiştir. (1968 yılında 1036 sayılı Kanun'da yapılan değişiklik önerisiyle Milli Bakiye Sistemi yerine ulusal ve çevre barajı olmaksızın uygulanan d'Hondt Sistemine geçilmiştir.) (...) Bu seçimde bağımsızlar %5,6 oranına yükselmiştir. Bağımsızlar 13 milletvekiline ulaşmışlardı ve bunların arasında Konya'dan bağımsız seçilen Necmettin Erbakan da bulunmaktaydı. Erbakan aslında bu seçimlere AP listelerinden girmek istemişti; fakat kabul görmeyince bağımsız girmek zorunda kalmıştır... Erbakan bir süre sonra Milli Nizam Partisi'ni (MNP) kuracaktır... (...) CHP'nin sola kaymasına kabul etmeyenler, CHP'den ayrılmışlar ve 1967 yılında Güven Partisi'ni kurmuşlardı. Bu parti girdiği ilk seçimden 3. Parti olarak çıkmış ve 15 milletvekilliği kazanmıştır.  (...) Alevi kökenli vatandaşların oyuna talip olarak 1966 yılında kurulan Birlik Partisi de genel itibariyle CHP'nin oy oranını düşüren bir etken olmuştur. (...) 1969 seçimlerinin sonunda, AP gerilemiş olmakla birlikte, toplamda yine sağ kazanmış ve sol gerilemiştir. (...) İşçiler ve öğrenciler bağlamında başlayan sıkıntılar, istikrarsızlıklar, 1970 yılından itibaren bizzat Adalet Partisi'nin içinde de görülmeye başlanmıştır. Kökeni önceki yıllara dayanan parti içi huzursuzluğun en önemli sonucu 1970 yılı Şubat ayında yapılan bütçe oylamasında görülmüştür. Sonradan AP'den ayrılıp Demokratik Parti'yi kuracak olan 41 muhalif milletvekili, bütçe oylamasında muhalefetle birlikte red oyu kullanmış ve bu oylama sonucunda hükümet azınlığa düşmüştür. 5 yıl önce İnönü Hükümetinin başına gelen olay, bu defa bizzat Demirel'in başına gelmiştir. Bu oylamanın akabinde Demirel hemen istifa etmiştir. Siyasete girdiği günden itibaren hep kazanan Demirel, ilk defa kaybetmiştir... Bu, Demirel'in ilk yenilgisidir ve devamı gelecektir... Hükümeti kurma görevi yeniden Demirel'e verilmiştir. Üçüncü Demirel Hükümeti Mart 1970'de kurulmuştur. Ama artık AP'nin Meclisteki çoğunluğu eskisi gibi kesin ve mutlak değildir. O yüzden Demirel, yeterli oyu temin etmek için başka partilerden destek arayışına girişmiştir. Neticede yeni kurulan hükümet, Birlik Partili milletvekillerinin de desteğiyle çok az bir farkla güvenoyu alabilmiştir. (...) Demirel, parti içi muhalefeti yönetememiş; sağın değişik renklerine partisinde yer verememiş ve rakip partilerin doğmasına ve kendi tabanını oymasına sebep olmuştur... (...) Nitekim 1969 seçimlerinden 6 ay bile geçmeden çoğunluğunu yitiren AP, hükümetten düşmüştür. Siyasi alandaki bu gelişmeler, siyasi istikrarsızlık karşısında çok hassas olan ekonomi alanında sıkıntıların baş göstermesine sebep olmuştur. İktisadi sıkıntıların artması da sosyal alanda huzursuzlukların artmasına sebep olmuştur... (...) Adalet Partisi, kuruluş ve gelişim sürecinde, siyasi olduğu kadar iktisadi olarak da farklı kesimlerin çıkarlarını temsil ediyordu. AP, ilk başlarda farklı kesimlerin çıkarlarını bağdaştırmakta zorlanmamıştır, Ancak 1950'den itibaren alttan alta gelişen sosyo-ekonomik yapı değişiminin iyice hızlanması ve bu değişimin somut göstergelerinin 1968 yılından itibaren ortaya çıkmasıyla birlikte AP, söz konusu bağdaştırma işlemini yapamaz hale gelmiştir. Önceleri hem küçük burjuvazinin hem de büyük burjuvazinin çıkarlarını temsil eden AP, zamanla sadece büyük burjuvazinin çıkarlarını temsil eder bir konuma gelmiştir. (...) Genel olarak küçük burjuvaziyi temsil eden muhaliflerin AP'den ayrılıp Demokratik Parti'yi kurmasından sonra AP Hükümeti, büyük burjuvazinin lehine kararlar almakta daha da rahat bir konuma geçmiştir. 1970 yılında alınan bir dizi iktisadi karar, genel olarak büyük burjuvazinin isteklerini yansıtmaktaydı. Bu kararlar içinde, sonuçları itibariyle en önemli karar, devalüasyon kararıydı. Bu karar ile 9,05 TL olan dolar 16 liraya çıkmıştır. Devalüasyon kararından sonra, başta şeker, benzin, gaz ve mazot olmak üzere temel tüketim mallarına zamlar yapılmıştır. Bu da doğal olarak toplumsal huzursuzluğu daha da artırmıştır... Siyasi ve sosyal alandaki gerilimlerin artması üzerine, kendi lehlerine alınmış kararlara rağmen, büyük sermayenin bir kısmı, özellikle de askeri kesime ve CHP'ye yakın kanadı, hükümete olan desteğini çekmiştir. Bu kanadın önemli bir temsilcisi olan Vehbi Koç, “rejim tehlikesi” uyarısı yapmış ve “AP yönetimine güveni kalmadığını” itiraf etmiştir. Siyasi, iktisadi ve nihayet sosyal alandaki gerilim ve gerginlikler, darbe yapmak için fırsat kollayan çevrelerin işini kolaylaştırmıştır. 1971 yılının başlarından itibaren Demirel, siyasi ve idari hâkimiyetini kaybetmiştir; ülke hızla 12 Mart darbesine doğru gitmektedir...
Sayfa 112Kitabı okudu
264 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.