Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Özal (I)
MGK, anayasa ve siyasi mevzuatta, vesayetçi bir değişim yaptıktan sonra demokrasiye dönüş sürecini 24 Nisan 1983 tarihinde, siyasi partilerin kurulmasına izin vererek başlattı. Demokrasiye dönüş sürecinde eski partileri kapatıp, eski siyasetçilere siyaset yasağı getiren MGK, katı yasaklarla kayıt altına alınmış güdümlü bir demokrasiyi güvenceye almıştı. MGK demokrasiye dönüş sürecinde oldukça da müdahaleci bir rol oynadı. 27 Mayıs döneminden yeniden demokrasiye geçiş sürecinde, 1961 yılında, darbeciler bir parti kurmayı düşünmüşlerdi. Bu partiye Milli Birlik Partisi ya da İnkılâp Partisi gibi isimler düşünmüşlerdi. Ancak sonra bu düşüncelerinden vazgeçtiler. Muhtemelen başarısız olacaklarını anladılar, Ayrıca kendilerini destekleyen CHP'nin karşısında yeni bir parti kurmanın yanlış olacağını da düşünmüş olabilirler. Ancak neticede askerlerin bir parti kurarak doğrudan siyasete girmemeleri olumlu bir gelişmeydi. 27 Mayısçıların son anda düşmedikleri bu hataya 12 Eylülcüler düştüler. 12 Eylül cuntası, muhtemelen, anayasa oylamasından çıkan %92 oranındaki evet oyu, kendilerine verilmiş zannettiler. Halk nazarında siyasi olarak da güçlü olduklarını düşündüler. Bir parti (MDP) kurduklarında büyük bir oy farkıyla, bu defa demokratik yollarla, iktidara geleceklerini düşündüler. Askeri yönetim demokrasiye dönüş sürecinde biri merkez sağ ve diğeri merkez sol iki partili bir sistem kurulması düşüncesindeydi. Çünkü koalisyon hükümetleri yerine tek parti hükümetlerini tercih ediyorlardı. Bunun için seçim sistemini de değiştirmişlerdi. Ancak iki partili sistemde sağcı partinin anayasayı değiştirecek kadar güçlü olacağını düşünerek, son anda üçüncü bir partinin (ANAP) kurulmasına, ister-istemez müsaade ettiler. Onların düşüncelerine göre kendilerinin partisi merkez sağda yer alacaktı; kendi onaylarından geçen bir parti de merkez solda yer alacaktı. Üçüncü partinin de sağda olması münasip görülmüştü. Evren'in düşüncesine göre ikinci sol partiye izin verselerdi, sol oylar bölünebilirdi ve her ikisi de barajın altında kalabilirdi. Askerler, hem bu yüzden hem de icazet almadığı için Erdal İnönü'nün Sosyal Demokrasi Partisi'ne (SODEP) izin vermediler. Askerlerin partisi Milliyetçi Demokrasi Partisi'nin kuruluşu için ilk gündeme gelen isim Başbakan Bülent Ulusu oldu. Ulusu bunun için aracılar göndererek Demirel'den destek istedi. Ancak beklediği desteği alamayacağını görünce vazgeçti. (...) Askerlerin partisi Milliyetçi Demokrasi Partisi'nin kurul(ması) (...) görevini Em. Org. Turgut Sunalp üstlendi. Eski bir general olan Sunalp, 12 Mart Döneminde, sağ cuntanın lideri konumundaki 1. Ordu Komutanı Org. Faik Türün'ün yardımcılığını yapmıştı. Askerler merkez sol parti kurma görevini ise 12 Eylül yönetiminin Başbakanlık Müsteşarı Necdet Calp'e verdiler, Halkçı Parti'yi (HP) kuran Calp'in, daha önceki dönemlerde İsmet İnönü'nün özel kalem müdürü olarak görev yaptığından, CHP tabanı üzerinde etkili olabileceği düşünülüyordu. Üstelik isminde de Halk kelimesi geçiyordu. Eski CHP'lilerden beklenen bu partiye yönelmeleriydi... İlk iki parti doğrudan askerlerin yönlendirmesi sonucu kuruldu. Üçüncü parti olan Anavatan Partisi (ANAP) ise Özal'ın girişimleri sonucunda, aşağıdan yukarıya doğru bir hareketle kuruldu. Özal, dönemin nazik şartlarını bildiği için Evren'in onayı alınmadan kurulacak bir partinin, MGK tarafından veto edileceğini biliyordu. O yüzden mecburen Evren'le görüştü. Evren, Özal'a çok sıcak bakmamakla birlikte, sağda ikinci ve küçük bir parti istediğinden, kerhen de olsa Özal'a parti için onay verdi. İzni alan Özal, Anavatan Partisi'ni (ANAP) kurmak üzere yola koyuldu... Evren, Özal'a izin verirken ona, 1977 seçimlerinde MSP'den milletvekili adayı olduğunu hatırlatıp, “aday listelerine MSP ve MHP tandanslı kişileri koymamak” koşuluyla izin verdiğini ifade etti. Evren başından beri Özal'dan kuşku duymuştu. İstemeden izin veriyordu. (Daha sonraki süreçte, Özal'ın dini konulardaki birtakım özgürleştirici icraatlarına kızıp, ona izin verdiğine pişman olduğunu ifade etmiştir... ) MDP, HP ve ANAP, askeri yönetimin bilgisi ve izni dâhilinde kurulduğu için kamuoyunda “icazetli partiler” olarak adlandırıldılar. Bu üç partinin dışında, eski partilerin devamı niteliğinde partiler de kuruldu. Eski siyasetçiler, kendileri yasaklı olduğu için, güvendikleri vekillerine kendi partilerini kurdurdular. Bu partileri, liderleri adına kuran kişilere de “emanetçiler" denildi... Bu bağlamda AP'nin devamı niteliğindeki Büyük Türkiye Partisi (BTP) Demirel'in yönlendirmesiyle kurulmuştur. BTP'nin liderliğini, Em. Org. Ali Fethi Esener üstlenmiştir. Eski CHP'nin önde gelen yöneticileri, Ecevit liderlikten vazgeçtiği için Erdal İnönü liderliğinde Sosyal Demokrasi Partisi'ni (SODEP) kurdular. Ecevit ise daha sonraları, 1985 yılında, eşi Rahşan Ecevit aracılığıyla Demokratik Sol Parti'yi kurdurmuştur... MHP'nin devamı olarak Muhafazakâr Parti kuruldu. MSP'nin devamı olarak Erbakan'ın adamları tarafından Refah Partisi (RP) kuruldu. Ancak, MGK eski partilerin devamı niteliğindeki partilerin seçime girmesine izin vermemeye kararlıydı. Belki daha önemlisi, seçime çok fazla partinin girmesinden dolayı oyların dağılıp bir koalisyon hükümeti sonucunun çıkmasını da engellemek istiyordu. Bunun için MGK'ya, seçime girecek partileri, partilerin Kurucular Kurulu üyelerini ve adaylarını veto etme yetkisi tanındı. Bu doğrultuda ilk olarak BTP, AP'nin devamı olduğu gerekçesiyle 1983'te MGK kararıyla kapatıldı. MGK, ayrıca, BTP ve SODEP'in kuruluş sürecini yönlendirdiği iddiasıyla önde gelen AP ve CHP'lilerden, aralarında Demirel'in de bulunduğu 16 kişiyi, Çanakkale Zincirbozan'daki askerî kampta, 4 ay süreyle gözetim altına aldı. Demirel ve arkadaşları tarafından, BTP'nin kapatılması üzerine yerine 23 Haziran'da Doğru Yol Partisi (DYP) kuruldu. Eski siyasetçilerin kurdukları partilere siyaset oyununda yer vermemeye kararlı MGK, bundan sonraki aşamada MDP, HP ve ANAP dışındaki partilerin kurucularını veto etmeye başladı. 24 Ağustos'a kadar SODEP, DYP ve diğer partilerin kurucuları birkaç defa veto edilerek yeterli kurucuya sahip olmaları engellendi. Vetoların bu partilerin seçime girmesini engellemek amacıyla kasıtlı olarak uygulandığı görülüyordu ve sonuçta MDP, HP ve ANAP dışındaki partilerin seçime girmesine izin verilmedi. MGK yönetimi tarafından, tarafsız görüntü vermek ve denge kurmak adına MDP, HP ve ANAP'ın da bazı kurucuları ve adayları veto edilmişti ama bu partilerin seçime girmelerine engel çıkartılmadı. Vetolara yüzlerce bağımsız milletvekili adayı da takılmıştı. MGK'nın müdahaleleri sonucunda, 6 Kasım 1983'te yapılan genel seçime sadece MDP, HP ve ANAP'ın katılmasına izin verildi. Askeri cunta bu üç partiyi kendi içinde kategorize etmişti: MPD tek başına iktidar olacak, HP ana muhalefet olacak, ANAP da küçük bir parti olarak meclise girecek. Ancak seçim kampanyası sürecinde ANAP'ın öne geçtiği görülünce ANAP'a fiili engellemeler yapılmaya başlandı. Bazı yerlerde jandarma halkın ANAP'ın mitingine katılmasını engelledi. TRT'deki açıkoturumda liderlerin oturuş sırası bile cuntanın arzusunu yansıtıyordu. Sunucunun hemen sağına, birinci sıraya Sunalp, ikinci sıraya Calp, en sona da Özal oturtulmuştu. Bütün engellemelere rağmen kampanyanın sonuna doğru Özal'ın öne geçtiği görülünce, Sunalp'in talebiyle devreye Evren girdi. Cumhurbaşkanı Evren seçimden iki gün önce televizyonda yaptığı bir konuşmayla ANAP'ı hedef alıp, MDP'ye destek istedi. Evren, “terörü ve ekonomik krizi bitiren lider” olarak halkın üzerinde etkisi olduğunu düşüyordu. Ayrıca, anayasa oylamasındaki %92 oyun önemli bir kısmının kendi işaret edeceği partiye gideceğini sanıyordu. Ancak evdeki hesabı sandığa uymadı... (...) Seçim sandığı askerlerin partisini, birinci değil sonuncu yaptı; askerlerin oy vermeyin dediği partiyi ise birinci yaptı. Resmi sonuçlara göre Anavatan Partisi %45 oy oranı ile 211 milletvekilliği kazanmış, (...) Halkçı Parti %34 oy oranıyla 117 milletvekili çıkarmış, (...) Milliyetçi Demokrasi Partisi ise %23 oy oranıyla 71 milletvekilliği elde etmiş(ti). (...) Bu sonucu gören askerler şok oldular. ANAP'ın açık ara galibiyetine rağmen Evren, hükümeti kurma görevini hemen Özal'a vermedi. Belli bir süre bekledi. Hatta bu süreçte görevin Özal'a verilmeyeceği, “milli mutabakat hükümeti” kurulacağı haberleri yayıldı. Bu haberlere sert tepki gösteren Özal arkadaşlarına, böyle bir durumda “sine-i millet”e döneceklerini söyledi. En sonunda Evren, belli bir süre geciktirdikten sonra, istemeye istemeye hükümeti kurma görevini Özal'a vermek zorunda kaldı. Seçimler 6 Kasım'da yapılmıştı; meclis ise 24 Kasım'da toplanmıştı. Evren'in geciktirmesi nedeniyle hükümet görevine, 24 Aralık'ta güvenoyu alarak başlayabildi. (...) Toplumsal bir tabanı olmayan MDP kısa bir süre sonra dağıldı. Eski CHP örgütünün desteklemediği HP ise bir süre sonra CHP'nin devamı niteliğindeki SODEP'le birleşmek zorunda kaldı. İki partinin birleşiminden doğan partiye Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) adı verildi. Yasaklar kalkıp CHP tekrar açılınca SHP, CHP'ye katıldı. Ecevit ise bu süreçte kendi partisini (DSP) kurarak kendi yolundan gitti... Özal, 70'lı yılların başından itibaren Türkiye'yi dönüştürme konusunda planlar ve projeler geliştirmeye başlamıştı. Bunları uygulama fırsatını ilk defa 24 Ocak kararları bağlamında buldu. Bu dönemde başbakanlık müsteşarı olarak çalışıyordu. Yetkileri sınırlıydı; ayrıca Demirel'in başkanlığındaki hükümet bir azınlık hükümetiydi. Özal ikinci fırsatı 12 Eylül döneminde yakaladı. Hükümette ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı olarak yer alıyordu. Bu dönemde biraz daha güçlüydü ama askerlerin sıkı bir vesayeti altındaydı; yine projelerini tam olarak uygulayamadı. Özal 1983 yılının sonunda, aradığı gerçek fırsatı bulmuştu. Artık tek başına iktidarı ele geçirmiş bir hükümetin bakanıydı. Meclisten istediği kanunları çıkaracak sayısal üstünlüğe de sahipti. Hükümet güvenoyu alır almaz hızla icraata başladı. Temel hedefi, içine kapanık bir ülkeyi ayağa kaldırmak ve dışarıya açmaktı. İcraatlarının hedefini özetleyen üç temel kavramı vardı: “Transformasyon, vizyon ve misyon. Üç temel özgürlüğü önemsiyordu: Teşebbüs özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü. Özal'a göre, özgür kılındığında ve önündeki engeller kaldırılığında, Türkiye toplumunun başaramayacağı bir şey yoktur: "Ben inanıyorum ki, bizim insanımız fevkalade kabiliyetlidir, zekidir. Yalnız bütün mesele, onu bizim bağlamamamız lazım. (...) Geçtiğimiz devrede en önemli yaptığımız işlerden biri buydu... (O) iplerden kurtulunca, o insanların hepsi birer harikalar yaratıyor. Türkiye'nin gelişmesinin temelinde de bu yatıyor. Ama şimdi tekrar iplerle bağlamaya çalışırsanız çok kolay, bürokrasi tekrar ağlarını örer. Gel bana benden müsaade al der.” Özal önceliği ekonomiye verdi. Çünkü ekonomi çok kötü durumdaydı; Türkiye içine kapanık, ilkel bir ülke görünümündeydi. Ülkenin alt yapısı çok yetersizdi: Yol, köprü, su, elektrik, telefon gibi medeniyetin temel unsurları Türkiye'de çok yetersizdi. Sanayileşme ve şehirleşme çok geri durumdaydı. Ekonomi de toplum da dışa kapalıydı. Türkiye ekonomisi, karma ekonomi denilen ucube bir sistemle yönetiliyordu. Ekonomiye devletçi ve bürokratik bir zihniyet hâkimdi. Özal, çağdaş uygarlık seviyesinin yönetim modeli olan liberal modeli Türkiye'ye getirmek istedi. Bunu iki aşamada gerçekleştirmek istedi. Öncelikle ekonomiyi liberalize etmesi gerekiyordu; serbest piyasa ekonomisini bütün kurum ve kurallarıyla yerleştirmesi gerekiyordu. İkinci aşamada siyaseti liberalleştirmek istiyordu. Devleti ve toplumu baskı altında tutan askeri vesayeti kaldırmak istiyordu. Temel hak ve özgürlüklerin egemen olduğu bir siyasal ve sosyal düzen kurmak istiyordu. Demokrasiyi, gelişmiş ülkelerdeki seviyesine çıkarmak istiyordu. Özal ekonomiyi liberalleştirme amacını büyük bir oranda gerçekleştirdi. Ancak siyasi alanı ve devleti liberalleştirme amacına ulaşamadı. 1990'lı yılların başında hazırladığı II. Değişim Paketi ile bu amacına ulaşmak istiyordu. Ancak bu amacına ulaşacak ömrü kalmamıştı. 1993'te ani ve şüpheli bir şekilde vefat etti... Özal, ithal ikameci ve dışa kapalı ekonomiyi, ihracata dayalı ve dışa açık bir ekonomiye dönüştürdü. Bu bağlamda ekonomide ulaşmak istediği somut hedefleri şöyle belirlemişti: 150 senelik döviz darboğazını çözmek, sanayi mamullerinin ihracat içindeki payını %70'in üzerine çıkarmak, modern ve ihracat gücü yüksek bir sanayi oluşturmak, modern bir altyapı sistemi kurmak, turizmi hızlı geliştirmek, şehirleşme meselelerini çözmek, toplu konutları artırmak, ithalat ve ihracatı serbestleştirmek. Özal, bu amaçlarına büyük bir oranda ulaşmıştır. Bu amacına ulaşırken Türkiye'de iç pazarla yetinen işadamlarına ihracatı öğretmiş; işadamlarını küreselleşme sürecine dâhil etmiştir. İşadamlarını engelleyen bürokratik formaliteleri ortadan kaldırmış; ihracatı teşvik bağlamında pek çok yasal düzenleme yapmıştır. Yerel bazda, Anadolu sermayesinin gelişmesi için organize sanayi bölgelerini yaygınlaştırmış ve ileride Anadolu Kaplanları olarak anılacak şirketlerin doğuşuna ön ayak olmuştur... Özal'ın belki de en büyük başarısı ülkenin ekonomik düzeninde gerçekleştirdiği yeniden yapılanma olmuştur. Başlangıcından itibaren geleneksel devletçilik ilkesi gereği devlet merkezli bir ekonomik modele sahip olan Türkiye'de, Özal'la birlikte hem yapısal hem de zihniyet açısından bir iktisadi dönüşüm yaşanmıştır. Özal, her şeyden önce Türkiye'yi az gelişmiş ülke kompleksinden kurtarmış, halka ekonominin ne kadar önemli olduğunu göstermiş ve halkın müteşebbis (girişimci) ruhunu harekete geçirmiştir. Bazı gözlemciler, istikrar sağlama, serbestleştirme ve özelleştirme ilkelerini Özal'ın ekonomik modelinin en önemli üç ilkesi olarak kabul etmiştir. Özal'ın iktisadi alandaki dönüşümü gerçekleştiren icraatları şöyle sıralanabilir: Öncelikle, tek parti döneminden kalma, köhnemiş Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu kaldırılmış, döviz kuru politikası değiştirilmiş ve sabit döviz kuru politikası terk edilerek serbest kur rejimine geçilmiştir. İhracatın daha cazip hâle getirilmesi için, önce resmi döviz kuru ayarlamaları daha kısa aralıklarla yapılmaya başlanmış, daha sonra resmi müdahalenin etkisi azaltılmıştır. Bu bağlamda, Türk lirası yabancı paralara çevrilebilir (konvertibl) hale getirilmiştir. İkinci olarak, serbest piyasa sisteminin oturtulması için mali sektörde önemli adımlar atılmıştır. Sermaye piyasasını kontrol etmek amacıyla Sermaye Piyasası Kurulu kurulmuştur. Bununla birlikte, şirketlerin halka açılmasının, dolayısıyla şirketlerin yeni kaynak toplama usul ve esasları belirlenmiş, 1985'te İstanbul Menkul Kıymetler Borsası faaliyete geçirilmiştir. 1988'de ise bankalara, mevduat ve kredilerine uyguladıkları faiz oranlarını belirleme hakkı tanınmıştır. Üçüncü olarak, Özal hükümetinin ilk yıllarında ülke tarihinin en kapsamlı vergi düzenlemeleri yapılmış, vergilendirme kuralları modernleştirilmiş ve şeffaflaştırılmıştır. Ekonomide önemli bir yeri olan Katma Değer Vergisi'nin uygulamaya konulmasıyla birlikte gelir vergilerinin, kamu gelirleri içindeki payında önemli bir artış olmuştur. Dördüncü olarak, ekonomik liberalleşmenin bir ön koşulu olarak ekonomide, eğitimde ve medyada özelleştirme süreci başlatılmıştır. Ekonomik alandaki çeşitlilik, siyasal, toplumsal ve kültürel alanlara da zenginlik katmıştır. Ekonomik liberalizm ve İslami sermayenin ekonomiye aktarılmasına izin veren düzenlemeler (faizsiz finans kurumlarının kurulması) gibi takip eden yasal değişiklikler, ekonomik çoğulculuğun göstergeleri oldular. Bir zamanlar ülkede, sadece bir televizyon kanalı (TRT) varken, farklı kesimleri temsil eden çok sayıda yerel ve ulusal çapta yayın yapan özel televizyon kanalı kurulmuş; üniversite, ortaöğretim ve ilköğretim düzeylerinde devlet okullarına alternatif olarak çok sayıda özel okul açılmıştır. Özal'ın ekonomideki başarılı icraatları, dolaylı yoldan sivil toplumun güçlenmesini sağlamıştır. Zaten Özal topluma “her şeyi devletten beklemeyin, kendi sorununuzu kendiniz çözün" diyordu. Özal'ın gerçekleştirdiği temel değişimlerden sonra toplumu oluşturan bireyler, katı ve halktan kopuk bürokratik sürece bulaşmadan kendi ihtiyaçlarını kendileri karşılamaya başlamıştır. Toplum artık basit ihtiyaçları için bile devletin kapısını tıklamak zorunda değildi. Bütün bu değişikliklerle birlikte Özal, Türkiye toplumunu ve Türkiye pazarını dünyaya açmış, ekonomiye bir vizyon kazandırmış, ekonomiyi dünya ekonomisi ile bütünleştirmiş ve Türk yatırımcılarını uluslararası arenada saygın bir konuma getirmiştir. (...) Yeni model sayesinde dış ticaret hacmi hızlı bir şekilde artmış, Cumhuriyet tarihinde ilk kez, ihracatın gayri safi milli hasılaya oranı çift haneli rakamlara ulaşmıştır. Ülkenin ticaret ortaklarının sayısı artmış ve çeşitlenmiştir. Ortadoğu ve Müslüman ülkelerin Türkiye'nin dış ticaretindeki payı önemli oranda artmıştır. Öte yandan daha önce ithal edilen binlerce sanayi malı yurt içinde üretilmeye ve ihraç edilmeye başlanmıştır. 1980'de ihracat içindeki payı %32 olan imalat sanayi ürünleri, 1989'da toplam ihracatın %80'ini oluşturmuş ve geleneksel tarım ürünleri önemini kaybetmeye başlamıştır. (Daha önceden yurt dışına, sadece incir, üzüm ve fındık gibi tarım ürünleri satılabiliyordu). Özal Hükümetleri doğrudan yabancı yatırımları teşvik etmiş ve Türkiye'yi yabancı yatırımlar açısından cazip bir ülke hâline getirmiştir. Özal döneminde yabancı aktörlerin ülkedeki ekonomik faaliyetlerinde önemli bir artış gözlenmiştir. Örneğin, 1980'de Türkiye'ye gelen doğrudan yabancı yatırım sadece 35 milyon dolar iken, 1990'da 789 milyon dolar olmuştur. Batılı ve Ortadoğulu onlarca banka ülkede şubeler açmaya başlamıştır. Buna ilaveten, yap-işlet-devret modeli geliştirilerek ulusal ve yabancı yatırımlar teşvik edilmiştir. Bu modele göre, yerli veya yabancı bir yatırımcı, bir köprü, otoban yol, havaalanı, otel veya elektrik santrali inşa edecek; belli bir süre kendi adına işletecek; sonra da devlete transfer edecekti. Böylece, kaynak sıkıntısı çeken devlet, ekonomik kalkınmayı bu modelle gerçekleştirmeye çalışmaktaydı. Özal'ın toplumsal hayatı rahatlatan en önemli icraatı, telekomünikasyon alanındaki devrim çapındaki icraatlarıdır. Eskiden çok az sayıda kullanıcısı olan ilkel bir telefon şebekesi varken, yurt içi ve yurtdışı arama yapabilen otomatik telefon sistemine geçilmiştir. Köylere kadar asfalt yollar yapılmış, yine köylere kadar elektrik götürülmüştür. Eskiden bırakın köyleri, şehirlerde bile yollar asfalt değildi, şehirlerde bile elektrik yoktu; sık sık elektrikler kesilirdi. Telefon görüşmesi için önceden santrali arayıp bağlantı için rica etmek ve sonra saatlerce beklemek gerekirdi... Özal döneminde köylere kadar telefon götürülmüştür... Özal'dan önce Türkiye vatandaşları yurt dışına gidemiyordu. Pek çok kanuni sınırlamalar vardı; en önemlisi yurt dışına gidenlere döviz verilmiyordu. Özal fiili ve hukuki engelleri ortadan kaldırarak Türkiye vatandaşlarının yurtdışına çıkışlarını kolaylaştırmıştır. Sadece iş adamları değil, öğrenciler, akademisyenler ve sıradan insanlar da yurtdışına gidebilmişlerdir... Bu da Türkiye toplumunun ufkunu açmış ve vizyonunu geliştirmiştir. Tabir caizse, Özal, Türkiye toplumunun gözünü açmıştır. Devrim çapındaki bu değişimlerden sonra Türkiye adeta bir çağdan başka bir çağa geçmiş, modern bir ülke görünümünü kazanmıştır. Bu değişimi Özal, “Türkiye'ye çağ atlattık” sözüyle özetlemiştir. Bu dönemde Özal dış politikada ABD ve AB ülkeleriyle yakın ilişkileri sürdürürken, bir taraftan da dış politikada farklı arayışlara girişmiştir. Bu arayışların sonucunda, dış politikada hem konu hem ortaklar itibarıyla ciddi bir çeşitlilik oluşmaya başladı. Hem Doğu hem de Batı'yla yakın ilişkiler geliştirildi, özellikle Orta Doğu'ya yönelik önemli bir açılım gerçekleştirildi. İran, Irak, Suudi Arabistan ve Libya gibi bölge ülkeleriyle yakın siyasi ve ekonomik ilişkiler kuruldu. Orta Doğu ülkelerinin Türkiye'nin ihracatındaki payı hızlı bir artış gösterdi. Özal Türkiye'nin AB'ye tam üyelik amacı doğrultusunda çok önemli adımlar attı. AB ile ilişkilerde yaşanan gecikmeler giderilerek ve yükümlülükler yerine getirilerek 14 Nisan 1987 tarihinde AB'ye tam üyelik başvurusunda bulunuldu. Bu dönemde, iç politikadaki en önemli gelişme yerel seçimlerdir. 25 Mart 1984 yerel yönetim seçimlerinde ANAP 54 İl'de belediye başkanlığını kazandı. (...) Ülkede çoğunluk ve birinci parti değişmemişti. Ama muhalefet safları değişmişti. Yerel seçimlerde HP %8'lik, MDP %6,5'lik oranlarıyla erimekte olduklarını gösterdiler. Buna karşılık SODEP %22 oyla ikinci, DYP %13 oyla üçüncü parti durumuna yükseldiler. (...) HP ve MDP bu başarısızlık üzerine hızla siyaseten gerilemeye ve önemsizleşmeye başladı. Bir süre sonra HP, SODEP ile birleşti ve ortaya SHP çıktı. MDP'de ise önce genel başkan değişti, sonra ise MDP kendisini feshetti (4.5.1986). MDP'li milletvekillerinin bir kısmı ANAP'a, bir kısmı ise DYP'ye katıldılar. 1986 yılı sonu itibariyle, SODEP, SHP'ye dönüşerek ve DYP ise grup kurmak suretiyle Meclis'e girmiş oldular... Yine 1986 yılı içinde yasaklı liderler Demirel ve Ecevit, kamuya açık alanlarda konuşmaya başladılar... 1986 yılının en önemli olayı hiç kuşkusuz, bir nevi mini bir halkoylaması şeklinde cereyan eden ara seçimler olmuştur. 28 Eylül 1986 milletvekili ara seçimleri(nde) (...), ANAP %32,3, DYP %23,5, SHP %22,5, (...) DSP %8,6, RP %5,5 ve MÇP %2,7 oranında oy aldılar. (...) SHP'nin kazandığı tek milletvekilliği İzmir'dendi; seçilen de Genel Başkan Erdal İnönü'ydü. (...) İktidar partisinin 1983'te %42 olan oy oranı şimdi %32'ye inmişti. 1984 yerel seçimlerinin üçüncü partisi olan DYP ikinciliğe terfi etmişti. SHP ise üçüncülükte kalmıştı. (...) SHP'nin genel başkanı İnönü önce bu görevden çekildi, sonraysa MKYK'dan güvenoyu alınca göreve devam etti. Ancak parti içinden bazı milletvekilleri SHP'den ayrılarak Ecevit'in DSP'sine katıldılar. Başka katılımlarla birlikte, DSP de grup kurmak suretiyle meclise girmiş oldu (30.12.1986). (...) Terör açısından bu dönemin en önemli olayı, 5 Ağustos 1984 tarihinde PKK'nın, Siirt'in Eruh ve Hakkâri'nin Şemdinli ilçelerine yaptığı baskındır. 2 askerimizin şehit olduğu baskın sonrasında terör örgütü, belli bir süre iki ilçeyi elinde tutmuş ve meydanlarda propaganda yapmıştır. Bu saldırı, MGK'nın “terörün kökünü kazıdık” söylemini sarsmıştır. (...) PKK, bu saldırıdan sonra terör eylemlerini artırarak sürdürmüş ve 90'lı yıllarda bölgeyi bir kan deryasına çevirmiştir... ANAP iktidarı, o günün imkânlarında bu ilk baskına gereken cevabı vermişse de o gün itibariyle TSK'nın terör eylemleriyle mücadele edecek profesyonel personeli ve özel donanımı bulunmuyordu. O nedenle Özal, önemli bir icraat olarak Savunma Sanayii Müsteşarlığını kurarak, gerekli malzeme ve silahların yerli imkânlarla üretilmesinin ilk adımını atmıştır. Bu ilk adım daha sonra ilerleyerek devam etmiş ve günümüzde İHA ve SİHA'lar, zırhlı araçlar, tanklar, helikopterler ve yerli piyade tüfekleri başta olmak üzere, savunma sanayinin pek çok branşında yerli ve milli üretim mümkün hale gelmiştir. Günümüzde TSK personelinin de profesyonelleşmesiyle birlikte PKK terörünün beli kırılmıştır... 1983-87 dönemi, toplumsal ve siyasal alanda sükûnetin ve istikrarın hâkim olduğu bir dönemdi. Bu müsait konjonktürü bir fırsat olarak gören Özal, çok hızlı bir şekilde devleti ve ekonomiyi yeniden yapılandırma çalışmalarını yürüttü. “Çok hızlı gidiyoruz, biraz yavaşlayalım” diyenlere, “Hayır yavaşlayamayız, bir daha bu fırsatı bulamayız” demiştir... Gerçekten de bu dört yıllık dönemde devrim çapında icraatlar yapılmış, Türkiye çağ atlamıştır. Fakat 1986 yılının sonuna gelindiğinde, ara seçimi fırsat bilen eski liderler, hukuken yasaklı olmalarına rağmen yeniden meydanlara dönmeye ve fiilen siyaset yapmaya başladılar. Dört eğilimi birleştirmek üzere yola çıkan ANAP, dört eğilimin eski liderlerinin toplumsal alana girip siyaset yapmasıyla bu amacına tam olarak ulaşamadı. 1987 yılına gelindiğinde, yasaklı liderlerin fiilen siyaset yapmaları nedeniyle, fiili durum ile hukuki durum arasında bir çelişki ortaya çıktı. Bu çelişkinin giderilmesi ve yasakların hukuken kaldırılması gündeme geldi. Konu medyada yoğun olarak tartışıldı. En sonunda, tartışmanın halkoyuna götürülmesi ve son sözü halkın söylemesi konusunda uzlaşmaya varıldı. Aslında özgürlükçü bir lider olan Özal, tartışmaların kendi iktidarının meşruiyetini sorgulaması ve bir iktidar yarışına dönüşmesi üzerine hayır cephesinde yer almak zorunda kaldı. (Daha sonraki dönemde, bu tavrının hata olduğunu itiraf etmiştir.) Bu konuda şunları söylemiştir: “Referandumu iktidar değişikliği mücadelesine dönüştürmek istiyorlar. Bunu anlatmak için meydanlardayım. Meydanlardan çekinmem. Devr-i sabık yaratmak istiyorlar... DYP'nin geleceği yoktur. Süleyman Bey başa gelirse, genç kadrolar bir kenara atılacak.” Halkoylamasında evet görüşünü savunan dört lider vardı: Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş. Dört lider ayrı ayrı mitingler düzenleyip halktan evet oyu talebinde bulundular. Hayır tarafında ise tek başına Özal bulunuyordu. Halkoylaması 6 Eylül 1987 günü yapıldı. Bu, 1961 ve 1983 Anayasaları için yapılanlardan sonra, Türkiye'deki üçüncü halkoylamasıdır. Sonuçta “evet” oyları kıl payı bir farkla “hayır” oylarından fazla çıktı (%50,16 evet, %49,84 hayır). Yüksek Seçim Kurulu, anayasanın geçici 4. maddesinin Türk milletinin onayıyla kaldırıldığını açıkladı (9.9.1987). Sayım esnasında geçersiz ya da iptal edilen oyların büyük çoğunluğu hayır oylarıydı. ANAP'ın teşkilat başkanı Mehmet Keçeciler, bazı sandıklara itiraz etmeleri durumunda hayır oylarının öne geçeceğini söyleyerek Özal'dan izin istedi. Fakat Özal bu sonuçtan memnundu; çünkü aslında yasakların kalkmasını istiyordu ve bu olmuştu; ancak eskilere halkın çok da sıcak bakmadığının bilinmesini istiyordu, bu da olmuştu. O nedenle referandum sonuçlarına itiraz etmedi ve sonuç bu şekilde kesinleşti. Gerçekten de dört lidere karşı tek başına mücadele eden Özal'ın aldığı %50'ye yakın oy bir başarıydı. Özal da bu başarıya güvenerek, hatta daha kesin sonuçlar açıklanmadan, erken seçim kararı aldı. Özal, hem %50'ye yakın oyu partisine kazandırmak hem de eski liderlerin güçlenerek oylarını artırmalarını istemiyordu. O yüzden bir erken seçim kaçınılmazdı. Referandum sonuçlarının üzerine, eski liderler, kurdurmuş oldukları partilerin başına geçtiler. Kendisini “emanetçi” olarak nitelemiş olan Hüsamettin Cindoruk DYP Genel Başkanlığından istifa etti (8.9.1987). Partinin 1. Olağanüstü Kongresinde Demirel Genel Başkan seçildi (24.9.1987). Bu arada DSP'de de beklenen değişiklik gerçekleşmiş, Rahşan Ecevit'in çekilmesiyle boşalan Genel Başkanlığa Bülent Ecevit seçilmişti (13.9.1987). Bunları diğer iki eski lider izledi. A. Türkeş Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) Genel Başkanlığına (5.10.1987), N. Erbakan da Refah Partisi Genel Başkanlığına getirildi (12.10.1987). (Eski partilerin yeniden kurulması ise 1992 yılında mümkün olmuştur. Bu tarihte CHP ve MHP yeniden açılmıştır...) Böylece 12 Eylül öncesinin dört eğilimi, yeni partileri ile yeniden siyaset oyununun içine girmiş oldular. Yeni bir parti olan ANAP, içine girilen yeni konjonktürde zorlanacağını biliyordu. 1983 seçimlerindeki gibi karşısında iki yapay parti bulunmuyordu. Toplumsal ve ideolojik tabanı bulunan dört parti ve dört karizmatik lider bulunuyordu.
Sayfa 184Kitabı okudu
272 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.