Gönderi

Bismillâhir rahmanir rahim
Selamün aleyküm ve hayırlı akşamlar. Değerli arkadaşlar 23 Zilhicce ayı mübahale günüdür. Hepinizden iltiması dua... MÜBAHELE OLAYI "Artık sana gelen bunca ilimden sonra, onun hakkında seninle çekişip-tartışmalara girişirlerse de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah'ın lanetini yalancıların üzerine kılalım." (Âl-i İmran / 61) Mübahele Nedir? Mübahele "behl" veya "bohl" kökünden olup serbest bırakmak ve bir şeyin kayıt ve bağını kaldırmak anlamındadır; dolayısıyla kendi haline bırakılan, yavrusunu serbestçe emzirmesine müsade edilen ve memeleri torbaya bırakılmayan hayvana "bahil" (serbest bırakılmış) diyorlar ve duada ise aynı kökte olan "ibtihal" kelimesi yalvarış ve işi Allah Teala'ya bırakmak anlamında kullanılmaktadır. Ancak bazen bu kelimenin helak olma, lanetleme ve Allah'ın rahmetinden uzaklaşma anlamlarında da kullanıldığını görüyoruz. Bunun sebebi ise kulu kendi haline bırakmayı bu sonuçlar izlediği içindir. Mezkur ayette geçen "ibtihal" kelimesinin anlamı ise, önemli dini bir mesele hakkında birbirinin sözünü kabul etmeyen iki kişi bir yerde toplanarak Allah Teala'ya yakınmaları ve O'ndan yalancıyı rezil etmesini ve cezalandırmasını istemeleri şeklinde birbirlerini lanetlemesidir. Necran Hıristiyanlarını İslam'a Davet Resulullah (s.a.a) Medine'de olduğu yıllarda dünyanın dört bir yanındaki devlet başkanlarına ve dini merkezlere adamlar gönderip, mektuplar yazarak insanları İslam'a davet ediyordu. Hicaz ve Yemen sınırlarında yer alan Necran'a da elçi göndererek onları İslam'a davet etti. Necran, Arap yarımadasında bulunan tek hıristiyan bölgeydi, bazı sebeplerden dolayı putperestliği bırakarak hıristiyan olmuşlardı. Resulullah (s.a.a) onların piskoposu "Ebu Haris"e şu anlamda bir mektup yazarak onları İslam'a davet etti: "İbrahim, İshak ve Yakub'un Rablerinin adıyla. Allah'ın resulü Muhammed'den Necran piskoposuna. İbrahim'in, İshak'ın ve Yakub'un Rabbine hamd ediyor ve sizleri kullara tapmaktan Allah'a tapmaya davet ediyorum. Sizi Allah'ın kullarının velayetinden çıkarak Allah'ın velayetine girmeye davet ediyorum. Benim davetimi kabul etmezseniz, İslam hükumetine cizye (vergi) vermek zorundasınız, aksi takdirde sizi tehdid eden tehlikeyle uyarıyorum."[1] Bazı kaynaklarda Resulullah'ın (s.a.a) mektubuna kitap ehlini tek Allah'a tapmaya davet eden ayeti de eklediği kaydedilmiştir. Necran piskoposu Resulullah'ın (s.a.a) mektubunu alınca onu dikkatle okudu ve bu konuda bir karara varmak için Necran'ın ileri gelenleri ve dini şahsiyetleriyle bir toplantı düzenledi. Bunun üzerine Necran'ın ileri gelenleri, ve bilginlerinden altmış kişilik bir heyet Medine'ye giderek Hz. Muhammed'le (s.a.a) yakından görüşüp peygamberliğini ispatlamak için ortaya koyduğu delilleri incelemek üzere seçildi. Bu heyetin başında üç din adamı vardı: 1- Piskopos "Ebu Haris b. Alkama": Rum kilisesinin Hicaz'daki resmi temsilcisiydi. 2- "Abdulmesih": Heyetin başkanıydı, akıl, tedbir ve işbilirliğiyle meşhurdu. 3- "Eyhem" Necran halkının saygı duyduğu yaşlı bir adamdı. Necran heyeti ikindi vakitlerinde mescide girerek Resulullah'a selam verdiler. Necranlılar ipek elbiseler giymiş, parmaklarında altın yüzükler ve boyunlarında da haç vardı. Onların bu durumları; -o da Resulullah'ın (s.a.a) mescidinde- Resulullah'ı rahatsız etti ve Resulullah (s.a.a) onların kendisiyle konuşmalarını kabul etmedi. Onlar Resulullah'ın niçin rahatsız olduğunu bilmediklerinden meseleyi daha önceden tanıdıkları Osman b. Affan ve Abdurrahman b. Afv'dan sordular. Onlar, bunun cevabını ancak Ali b. Ebi Talib bilebilir dediler. Hz. Ali'ye müracaat ettiklerinde buyurdu ki, siz ilk önce elbiselerinizi değiştirmeli ve sade elbiselerle Resulullah'ın huzuruna çıkmalısınız, bu durumda Resulullah tarafından kabul edilirsiniz. Necran heyeti sade elbiseler giyip parmaklarındaki altın yüzükleri çıkardılar ve Resulullah'ın huzuruna çıkarak selam verdiler. Resulullah saygıyla onların selamına cevap verdi ve onların getirmiş oldukları bazı hediyeleri de kabul etti. Hıristiyanlar müzakereye girmeden önce namaz vakti olduğunu söyleyerek Resulullah'tan (s.a.a) izin istediler, Resul-i Ekrem (s.a.a) namazlarını Medine mescidinde ve doğuya doğru durarak kılmalarına müsade etti.[2] Necran Hıristiyanlarıyla Müzakere ve Mübaheleye Davet Necran temsilcileriyle Resulullah'ın müzakerelerini tarihçiler kitaplarında kaydetmişlerdir; ancak onlardan bazıları ayrıntılara girmemiştir. Ancak Seyyid b. Tavus bu müzakereleri, diğerlerinden daha ayrıntılı, daha geniş ve daha dakik yazmıştır. Ancak makalemizin kapasitesi onların hepsini kaydetmemize müsade etmediği için burada sadece bu vakıanın bir bölümüne değiniyoruz: Resulullah: "Ben sizi tevhid dinine, bir ve tek Allah'a tapmaya ve O'nun emirlerine teslim olmaya davet ediyorum." (Daha sonra onlar için Kur'an-ı Kerim'den bir kaç ayet okudu.) Necran heyeti: "İslam'dan maksadın, alemlerin yegane Rabbine imansa biz daha önceden iman etmiş ve onun hükümlerine amel ediyoruz." Resulullah: "İslam'ın alametleri var ve sizin bazı hareketleriniz gerçek İslam'ı kabul etmediğinizi gösteriyor. Haç'a taptığınız, domuz etinden sakınmadığınız ve Allah'ın oğlu olduğunu söylediğiniz halde yegane Allah'a taptığınızı nasıl söyleyebilirsiniz?" Necran heyeti: "Biz onu (Hz. İsa'yı) ilah biliyoruz; çünkü o ölüleri diriltiyor, hastalara şifa veriyor, çamurdan kuş yapıp onu uçuruyordu ve bütün bu işler onun bir ilah olduğunu gösteriyor!" Resulullah: "Hayır! O, Allah'ın yarattığı bir kuldur, onu Meryem'in rahminde kılan O'dur ve bu gücü de Allah ona vermişti." Necranlı heyetten biri: "O, Allah'ın oğludur; çünkü annesi Meryem hiç kimseyle evlenmeden onu doğurdu; dolayısıyla babası Allah'tır." O sırada vahiy inerek Resulullah'a (s.a.a) dedi ki: "Onlara de ki; Hz. İsa'nın durumu bu açıdan Hz. Adem'in durumu gibidir; (Allah Teala) onu sonsuz gücüyle anne ve babası olmaksızın topraktan yarattı.[3] Babasının olmaması onun Allah'ın oğlu olduğuna delilse o halde Hz. Adem buna daha layıktır; çünkü Adem'in ne annesi vardı ve ne de babası!" Necran heyeti: "Sizin sözleriniz bizi ikna etmiyor." O sırada mübahele ayetin nazil oldu ve Resulullah'a (s.a.a) kendisiyle tartışan, cedelleşen ve hakkı kabul etmeyen kimseleri mübaheleye davet etmesi emredildi; bunun üzerine Resulullah (s.a.a); "Gelin Allah'a yalvaralım ve lanetini yalancıların üzerine kılalım" buyurdu.[4] Bunun üzerine her iki taraf meseleyi mübaheleyle halletmeye karar verdiler ve bir gün sonra her iki tarafın mübaheleye hazır olması kararlaştırıldı. Mübahele ayetinde Allah Teala Resulullah'a emrediyor ki, bütün bu delillerden sonra artık yine Hz. İsa (a.s) hakkında seninle tartışır ve cidala girişirlerse onları mübaheleye davet et ve de ki, çocuklarını, kadınlarını getirsinler; sen de çocuklarını ve kadınlarını götür ve Allah Teala'nın yalancıyı rezil etmesi için dua edin. Yukarda söylendiği şekilde mübahele, o zamana kadar arapların arasında belki de benzeri yoktu ve bu davet Resulullan'ın (s.a.a) davasının doğruluğunu açıkça gösteriyordu. Tam anlamıyla Allah Teala ile ilişki ve irtibatı olmayan bir kimsenin böyle bir olaya teşebbüs etmesine imkan var mı?! Muhaliflerini çağırarak, gelin Allah'a yalvaralım ve O'ndan yalancıyı rezil etmesini isteyelim ve siz sonuçta Allah Teala'nın yalancıyı nasıl cezalandırdığını çok beklemeden hemen göreceksiniz. Kesinlikle böyle bir işe girişmek çok tehlikelidir ve eğer duası kabul olmayacak olur da muhalifler cezalandırılmazsa bunun sonucunda mübaheleye davet eden kişi rezil olacaktır nihayet. İşin sonucuna kesinlikle güvenmeyen akıllı bir kimse bu tehlikeyi görmezlikten gelerek böyle bir işe girişebilir mi?! İşte bu yüzdendir ki, Resulullah'ın (s.a.a) onları mübaheleye davet etmesi, getirdiği dinin hak olduğunu açıkça ispatlıyordu. Hadislerden anlaşıldığına göre mübaheleden bahsedilince Necran hıristiyanlarının temsilcileri bu konuda etraflıca düşünmek için Resulullah'tan (s.a.a) kendilerine zaman tanımasını istediler, kendi ileri gelenleriyle görüşüp danıştılar ve sonuçta psikolojik bir noktadan kaynaklanan bir karara vardılar ve kendi adamlarına dediler ki, Muhammed'in gürültü çıkararak, bir kalabalıkla mübaheleye geldiğini görürseniz korkmayın onunla mübahele edin; çünkü bu onun gerçekçi olmadığını göstermektedir; ancak kendi yakınlarından sadece özel birkaç kişiyle ve küçük çocuklarıyla mübaheleye geldiğini görürseniz bilin ki o Allah'ın peygamberidir, onunla mübahele etmek tehlikelidir; bu durumda mübaheleden sakının! Hıristiyanlar önceden belirtilmiş şehrin dışındaki yere gittiler ve Resulullah (s.a.a) da torunu Hüseyin kucağında, Hasan'ın elini tutmuş, Fatıma arkasında ve Ali de Fatıma'nın arkasında hareket ettiği halde mübahele yerine geliyorlardı[5]. Resulullah (s.a.a) onlara, "Ben dua ettiğim zaman siz de amin deyin" diye tenbih ediyordu. Necran piskoposu Resul-i Ekrem'in (s.a.a) yanında gelenlerin kim olduğunu sorduğunda dediler ki: "Bu amcasının oğlu, kızı Fatıma'nın kocası ve kendi yanında herkesten daha sevimli olan (Ali)dir, bu ikisi kızı Fatıma'nın Ali'den olan çocuklarıdır ve bu kadın ise, insanlar arasında en çok sevdiği kızı Fatıma'dır." Fahr-i Razi Tefsir-i Kebir'inde diyor ki: O gün Resulullah yünden dokunmuş olan siyah bir elbise giymişti… Necran hıristiyanları bu etkileyici manevi sahneyi görünce dehşete kapıldılar; Resulullah ciğer parelerini, en aziz kimselerini getirmişti mübahele için; masum yavrucuklarını getirmişti. Bambaşka bir heybet ve haşmet vardı gelenlerde; bu hareketiyle sadece kendisini tehlikeye atmayı göz önüne almakla kalmayıp biricik kızını ve torunlarını da getirmişti. Hak olduğunda en küçük bir şüphesi olsaydı azizleri ve en çok sevdiği kimseler için Allah'ın azabına razı olmazdı; Hz. Peygamber'in sadece kendisi şahsen hıristiyanların başlarıyla lanetleşmesi gerekirken Ehl-i Beyt'inden en yakınları da mübaheleye getirmesi davasının hak olduğu içindi. Allah Teala herkesin kalbinde karısının ve çocuklarının sevgisini yerleştirmiştir; öyle ki herkes kendi canını tehlikeye atarak onları korumaya çalışır, ancak kendisini korumak için onları tehlikeye atmaya razı olmaz; dolayısıyla ayette de ilk önce çocukları, ikinci sırada kadınları ve en sonda da nefisleri zikredilmiştir; güya Resulullah (s.a.a) onları mübaheleye davet ederek, gelin ey hıristiyanlar! Tüm varlığımızla birbirimizle lanetleşelim ve Allah'ın lanetini tüm yalancıların üzerine kılalım; öyle ki bu lanet çoluk-çocuğumuzun da üzerine olsun da sonuçta yalancının soyu yeryüzünden kesilsin ve batıldan bir eser bile kalmasın. Bu manzarayı gören Necran piskoposu dedi ki: "Ben öyle çehreler görüyorum ki, Allah'tan en büyük dağları yerinden koparmasını, dağılmasını isteseler duaları hemen kabul olur ve dağlar dağılıverir. Bu nurlu çehrelerle mübahele edecek olursak hepimizin yok oluruz ve Allah'ın azabı yeryüzündeki bütün hıristiyanları kapsamına alabilir ve kıyamet gününe kadar dünyada bir hıristiyan bile kalmaz!"[6] Necran hıristiyanları mübaheleden sakınarak anlaşmaya karar verdiler ve her yıl bir miktar cizye vererek İslam'ın meziyetlerinden yararlanmaları kararlaştırıldı. Bunun üzerine Resul-i Ekrem (s.a.a) buyurdu ki: "Canım elinde olan Allah'a andolsun ki eğer benimle mübahele edecek olsalardı masholup maymun ve domuzlara dönüşürlerdi ve -bu- çölde tutuşan ateşte yanıverirlerdi ve ateşin eteği Necran'a kadar uzanırdı." Ayyaşi'den nakledilmiştir ki: Resulullah (s.a.a) mübahele günü -mübahele için getirdiği-yanındaki dört kişiyi siyah renkteki abasının altına alarak şu ayeti okudu: "Ey Ehl-i Beyt, doğrusu Allah pisliği sizden gidermeyi ve sizi tertemiz kılmayı diler." Ehl-i Beyt'in Üstünlük ve Azametini Gösteren Canlı Bir Belge Şia ve Ehl-i Sünnet müfessirleri Mübahele ayetinin Resulullah'ın (s.a.a) Ehl-i Beyt'i hakkında indiğini açıklamış ve Resulullah'ın (s.a.a) zevceleri ve ashabından hiç birini değil, sadece iki torunu Hasan ve Hüseyin'i (a.s), kızı Fatıma (s.a) ve Hz. Ali'yi (a.s) götürdüğünü bildirmişlerdir. Bu demektir ki, ayette geçen "evlatlarımız" kelimesinden maksat sadece Hasan ve Hüseyin'dir ve "kadınlarımız" kelimesinden maksat Hz. Fatıma (s.a) ve "nefislerimiz" kelimesinden de sadece Hz. Ali (a.s) kastediliyordu ki bu konuda çok sayıda hadisler de nakledilmiştir. Bazı Ehl-i Sünnet müfessirleri bu konudaki hadislerin olduğunu inkar etmeye çalışmışlardır; örneğin "el-Minar" tefsirinin yazarı diyor ki: "Bu konuda gelen hadislerin hepsi Şia kanalıyla nakledilmiştir ki, onların hedefi de bellidir ve onlar bu hadisleri yaymak için o kadar çalışmışlardır ki bu kadar sade olan bir konuyu Ehl-i Sünnet bilginlerinden birçoğuna bile müphem kalmıştır!!" Ancak Ehl-i Sünnet kaynaklarına müracaat edilecek olursa bu hadislerin birçoğunun Ehl-i Sünnet kaynaklarında yer aldığı ve Ehl-i Sünnet ravilerince nakledildiği görülür. Ehl-i Sünnet kaynaklarında geçen bu hadisleri inkar edecek olursak diğer Ehl-i Sünnet hadisleri ve kitapları da itibarını kaybeder. Bu konunun açıklığa kavuşması için burada Ehl-i Sünnet yoluyla nakledilen hadislerden bir kısmını kaynaklarıyla birlikte naklediyoruz: Kâzi Nurullah-i Şuşteri "İhkak-ul Hak" adlı nefis kitabının yeni baskı 3. cildinde sayfa 46'da diyor ki: "Mübahele ayetinde geçen "evlatlarımızı" kelimesinden maksadın Hasan'la Hüseyin (a.s) olduğu, "kadınlarımız"dan Hz. Fatıma'nın ve nefislerimiz"den maksadın da Hz. Ali'nin olduğu konusunda müfessirler ittifak etmişlerdir." Daha sonra aynı kitabın dipnotunda, Mübahele ayetinin Ehl-i Beyt hakkında indiğine tasrih eden büyük Ehl-i Sünnet alimlerinden yaklaşık altmış kişinin ismini kaydediyor ki kitabının 46. sayfasından 76'ya kadar onların isimlerini ve kitaplarını genişçe zikrediyor. Bu konuyu açıkça kaydeden meşhur Ehl-i Sünnet bilginlerinden bazıları şunlardır: 1- Müslim b. Haccac-i Nişaburi meşhur "Sahih" adlı kitabında, c.7, s.120'de, Muhammedali Sabih-Mısır, basımı. Bu kitap Ehl-i Sünnet'in altı hadis kaynağından (Kutub-i Sitte'den) biridir. 2- Ahmed b. Hanbel, "Müsned" kitabında c.1, s.185, Mısır basımı. 3- Taberi meşhur tefsirinde mübahele ayetinin tefsirinde, c.3, s.192, Meymeniye-Mısır basımı. 4- Hakim "Müstedrek"inde c.3, s.150 Haydarabad-Deken basımı. 5- Hafız Ebu Nuaym-i İsfahani, "Delail-un Nubüvvet" adlı kitabında, s.297 Haydarabad basımı. 6- Vahidi Nişaburi, "Esbab-un Nüzul" adlı kitabında, s.74, el-Hindiyye basımı. 7- Fahr-ur Razi meşhur Tefsirinde, c.8, s.85, el-Behiyye-Mısır basımı. 8- İbn-i Esir, "Cami-ul Usul" adlı kitabında, c.9, s.470, Sünnet-ul Muhammediyye-Mısır basımı. 9- İbn-i Cevzi, "Tezkiret-ül Havas" adlı kitabında, s.17, Necef basımı. 10- Kazi Beyzavi kendi Tefsirinde, c.2, s.22, Mustafa Muhammed-Mısır basımı. 11- Alusi, "Ruh-ul Meani" adlı tefsirinde, c.3, s.167, Muniriyye-Mısır basımı. 12- Meşhur müfessir Tantavi "el-Cevahir" adlı kitabında, c.2, s.120, Mısır basımı. 13- Zemahşeri, "Keşşaf" adlı tefsirinde, c.1, s.193, Mustafa Muhammed, Mısır basımı. 14- Hafız Ahmed b. Hacer-i Askalani, "el-İsabe" adlı kitabında, c.2, s.503, Mustafa Muhammed-Mısır basımı. 15- İbn-i Sabbağ, "el-Fusul-il Muhimme" adlı kitabında, s.108, Necef basımı. 16- Allame Kurtubi, "el-Cami-u li Ahkam-il Kur'an" adlı eserinde, c.3, s.104, 1936 Mısır basımı. Yine Sahih-i Tirmizi ve diğer Ehl-i Sünnet kaynaklarına müracaat edilsin. "Gayet-ul Meram" adlı kitapta "Sahih-i Müslim"in, Fezail-u Ali b. Ebi Talib babından naklen şöyle diyor: Bir gün Muaviye Sa'd b. Ebi Vakkas'a; "Niçin Ebi Turab'ı (Hz. Ali'yi) sabbetmiyor ve hakkında kötü şeyler söylemiyorsun?" demesi üzerine Sa'd dedi ki, "Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali hakkında buyurduğu üç şeyi hatırladıktan sonra bu işten vazgeçtim… (Onlardan birisi şu ki;) Mübahele ayeti inince Resulullah (s.a.a) sadece Hasan'ı, Hüseyn'i, Fatıma'yı ve Ali'yi davet ederek; "Allahım! Bunlar benim Ehl-i Beyt'imdirler." buyurdu. Ehl-i Sünnet'in ileri gelenlerinden olan Keşşaf tefsirinin yazarı Mübahele ayetinin tefsirinde diyor ki: "Bu ayet, Kisa ehlinin (Ehl-i Beyt'in) faziletini isbatlayan çok güçlü bir delildir." Şia müfessirleri, tarihçiler ve muhaddisler de ayetin Ehl-i Beyt (a.s) hakkında indiği konusunda ittifak etmişlerdir. "Nur-us Sekaleyn" tefsirinde bu konuda birçok hadis nakledilmiştir. Mesela "Uyun-u Ahbar-ir Rıza" adlı kitapta Abbasi halifesi Memun sarayında düzenlediği bahis toplantısı hakkında şöyle yazıyor: İmam Ali b. Musa er-Rıza (a.s) buyurmuşlardır ki: "Allah Teala kullarından temiz olanları Mübahele ayetinde tanıtmış ve pergamberine buyurmuştur ki: "Bundan sonra seninle tartışırlarsa…" Orada bulunan saray alimleri, ayette geçen "nefislerimiz"den maksat Resulullah'ın kendisidir, dediler. İmam, "Yanıldınız; maksat Ali b. Ebi Talib'dir." buyurdu. "Bunun delillerinden birisi şu ki, Resulullah (s.a.a) Beni Velia kabilesi hakkında buyurdular ki: "Beni Velia kötü işlerinden vazgeçsinler, aksi takdirde onları bastırmak için benim nefsim (yerinde) olan bir kişiyi gönderirim onlara" Resulullah'ın (s.a.a) maksadı da Ali b. Ebi Talib'di. "Evlatlarımızı" kelimesinden maksat, Hasan ve Hüseyin, "kadınlarımız"dan da maksat Fatıma idi. Bu ise öyle bir üstünlüktür ki, bu üstünlükte ümmetten hiç kimse onlardan öne geçemez; öyle bir fazilettir ki, bu fazilet ve şerefte insanlardan hiç kimse onlara ulaşamaz. Çünkü, Resulullah (s.a.a) bu sözünde Ali'yi (a.s) kendi nefsi saymıştır… Bu ayet indikten sonra Resulullah (s.a.a) Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'i kendisiyle birlikte mübaheleye götürdü… Bu sadece Ehl-i Beyt'e mahsus olan bir özelliktir… Bu hiç bir insanın ulaşamadığı bir fazilettir ve bu, o zamana kadar hiç kimsenin sahip olmadığı bir şereftir.[7] Bu konuda Bihar-ul Envar'da, Ayyaşi ve Burhan tefsirinde de bir takım hadisler nakledilmiştir ve bunların hepsinden anlaşıldığına göre bu ayet Ehl-i Beyt hakkında inmiştir. Selam ve dua ile…
·
553 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.