Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Refah Partisi 12 Eylül darbesinden sonra MSP'nin yerine kurulmuş bir Milli Görüş partisiydi. 1987 seçimlerinde barajı geçemeyen (%7) RP, 1991 seçimlerine yanına MÇP ve IDP'yi de alarak girdi. 1991 seçimlerinde %16 oy alan RP, 1994 seçimlerine tek başına katıldığı halde %19 oy almayı başardı. Bu, RP'nin düzenli bir şekilde yükseldiğini gösteriyordu. İstanbul ve Ankara Belediyesinin başarılı çalışmaları, 1995 seçimleri öncesinde RP'nin yükselişine katkı yaptı. DYP ve SHP (CHP) dört yıllık koalisyon döneminde yıpranmıştı. Önceki dönemin yıpranmış partisi ANAP ise Özal'ın ölümünden sonra iyice gerilemeye başlamıştı. Merkez sağ ve merkez solun bölünmüş olması da RP'nin önünü açan diğer etkenlerden biridir. 1995 seçimleri öncesinde yaşanan iktisadi kriz, yoksulluk ve yolsuzluk olayları halkı yeni bir arayışa itmişti. RP'nin bu dönemde dolanıma soktuğu “Adil Düzen” sloganı, tam da kitlelerin psikolojik durumuna hitap eden bir slogan olarak algılandı. Yolsuzluğa bulaşmamış dindar insanların kuracağı adil bir düzen, geniş toplum kesimleri için bir umut olmuştu. Ancak düzen değişikliği fikrinden rahatsız olanlar da vardır. Özellikle 27 Mayıs'ın kurduğu vesayetçi düzeni sürdürmek isteyen, ordu içindeki bir takım gruplar, düzen değişikliği fikrinden rahatsız olmuşlar ve hemen hazırlıklara başlamışlardı... Bu hazırlıklar seçimlerin sonrasında 28 Şubat Darbesi olarak tezahür edecektir... Seçimlerden kısa bir süre önce başta Aydın Menderes olmak üzere merkez sağın bazı isimlerinin RP'ye katılması, RP'yi marjinal bir parti olmaktan çıkarıp merkeze yaklaştırmıştı. RP'nin bu seçim sürecinde dini bir söylem yerine sosyal ve iktisadi sorunları ön plana çıkaran başarılı adil düzen kampanyası da RP'nin yükselişinde önemli bir rol oynadı. Bu seçimlerden önce merkez sağın iki partisi ANAP ve DYP, birbirleri aleyhinde negatif bir kampanya yürüttüler. DYP kendi içinde bölünmüştü; Demirel'e yakın olanlar partiden ayrılmıştı. ANAP da kendi içinde bölünmüştü. Parti içi mücadele sonucunda kendilerini dışlanmış hisseden muhafazakârlar ANAP'tan ayrılmıştı, Ayrılanların bir kısmı RP'ye girmişti... Merkez solun CHP kanadı, koalisyon nedeniyle yıpranmıştı. Ecevit, yıpranmamış ve dürüst bir isim olarak daha ön plana çıkmıştı. MHP ise DYP ile ittifak girişimi sonuçsuz kalınca seçimlere tek başına girmeye karar verdi. MHP'den ayrılan Muhsin Yazıcıoğlu'nun kurduğu BBP ise bu seçimlere ANAP ile ittifak yaparak girdi. 24 Aralık 1995 günü yapılan seçimlerin sonuçları şöyledir: (...) RP %21,38 (...), DYP 19,18 (...), ANAP %19,65 (...), DSP %14,64 (...), CHP %10,71 (...), MHP %8,18 (...), HADEP %4,17 (...). Seçim sonuçları, Refah Partisi'ni bir öcü gibi gören veya gösteren çevrelerce, şaşkınlık ve üzüntüyle karşılandı. İki merkez sağ partinin kavgalarından rahatsız olan merkez sağ seçmen ise Erbakan'a bir şans verilmesini istedi. (...) Sonuç itibariyle merkez sağda büyük bir erime olduğu görülmektedir. ANAP ve DYP'nin boşalttığı yeri RP doldurmaktadır. Marjinal ve ideolojik parti olarak yola koyulan RP gittikçe bir merkez partisi görünümünü almaktadır. Özellikle bu seçimlerden önce ANAP'tan bazı isimlerin ve Aydın Menderes'in RP'ye katılmaları, RP'yi merkeze yerleştirmiştir. (...) Bir sonraki seçimde CHP, düşüş trendini sürdürerek barajın altına düşecek, DSP ise yükseliş trendini sürdürerek birinci parti olacaktır... (...) Bu seçime ittifak yapmadan, kendi başına giren MHP barajın altında kaldığı için hiç milletvekili çıkaramamıştır. Kürt kökenli solcu kesimin son partisi HADEP de barajın altında kalmıştır. Bu seçimlerde, entelektüel kesimlerin desteğini alan liberal sol çizgideki Cem Boyner'in Yeni Demokrasi Hareketi %1'in altında kalmıştır. ANAP'tan ayrılan Hasan Celal Güzel'in kurduğu YDP ve Yusuf Bozkurt Özal'ın kurduğu YP de %1'in altında kalmıştır. Aykut Edibali'nin yeniden kurduğu Millet Partisi ile Doğu Perinçek'in İşçi Partisi de %1'in altında kalan diğer iki partidir. Sonuçlar hiçbir partinin tek başına iktidarına imkân vermiyordu. Yine koalisyon kurulması gerekiyordu. Seçim sonuçlarına göre hükümeti kurmakla Erbakan'ın görevlendirilmesi gerekiyordu. Demirel de öyle yaptı. Erbakan, ANAP'tan başlayarak sırasıyla bütün partileri ziyaret etti. Fakat hiçbir parti, resmi ideoloji ve vesayet düzeni tarafından “irticacı” (gerici) olarak yaftalanan RP ile koalisyon kurmak istemedi. Ordu içindeki darbeci çevreler ile laikliği önemseyen merkez medya, iş adamları ve siyasi çevreler, RP'nin içinde yer aldığı bir hükümetin kurulmaması için gizli-açık pek çok çalışma yaptılar. Onlara göre Erbakan iktidara gelirse laiklik elden gidecek ve Türkiye, İran olacaktı... Bu laik çevrelerin gönlünden geçen, merkez sağdaki iki partinin, yani ANAP ve DYP'nin bir koalisyon kurmalarıydı. Ancak bu iki partinin liderleri, birbirlerine karşı aşırı öfkeliydiler. (...) Erbakan 10 günlük çalışmasına rağmen hükümeti kuramayınca görevi Demirel'e iade etti. Demirel bu defa görevi Çiller'e verdi; fakat o da hükümeti kuramadı. Demirel üçüncü olarak görevi Mesut Yılmaz'a verdi. Çiller gibi Yılmaz da RP ile koalisyonu istemiyordu. Bu yüzden diğer partilerle görüşmeler yaptı. Gerek CHP ve DSP, gerekse laik çevreler Yılmaz'a, DYP ile hükümet kurmasını önerdiler. Yılmaz, DYP ile görüşmelerinden bir netice hâsıl edemedi. Çiller ile anlaşamıyordu. Bunun üzerine Yılmaz, Refah Partisi ile görüşmeye başladı. Yılmaz, Erbakan ile tam 7 defa görüşme gerçekleştirdi. Hükümet kurulmasına ramak kalmıştı. Tam o esnada Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, ANAP'lı Meclis Başkanı Mustafa Kalemli'yi arayarak, daha önce dolaylı olarak ifade ettiği (...) RP ile bir hükümet kurmamaları yolundaki görüşlerini doğrudan ifade etti. Kalemli bu görüşmeyi Mesut Yılmaz'a iletti. Yılmaz'a aracıyla görüşlerini söyleyen Karadayı, Çiller'e ise doğrudan doğruya kendisi söylemiştir ve ondan fedakârlık yaparak ANAP'la hükümet kurmasını istemiştir. (...) Askerlerin, merkezi laik medyanın ve TÜSİAD benzeri iş örgütlerinin baskısına dayanamayan Çiller sonunda, dayatılan ANAYOL hükümetine ikna edildi. ANAP ile DYP zoraki bir şekilde anlaşmıştı. Fakat bu iki partinin Meclisteki toplam sandalye sayısı hükümet kurmalarına yetmiyordu. Sonuçta DSP'nin desteği (güvenoyunda çekimser kalmak şeklinde) sağlanarak 6 Mart 1996'da Mesut Yılmaz başkanlığında ANAP-DYP azınlık hükümeti kuruldu. (...) Kurulan hükümette Mesut Yılmaz başbakan, Tansu Çiller başbakan yardımcısı oldu. İmzalanan koalisyon protokolüne göre iki yıl sonra Yılmaz ve Çiller görev değişikliği yapacaklardı. (...) Hükümet mecliste çoğunluğu sağlamıştı ancak bu çoğunluk yarıdan bir fazla değildi. Yani aslında hükümet güvenoyu almamıştı. Güvenoyu için DSP'lilerin çekimser değil evet oyu vermeleri gerekiyordu. Bu açık hukuksuzluğu gören RP Anayasa Mahkemesine oylamanın iptali için dava açtı. Bu kadar hayati bir konuda mahkemenin hemen karar vermesi gerekirken, mahkeme davayı uzun bir süreye yayarak, hükümetin görevde kalmasını sağlamıştır. (Ortakların zaten anlaşamadığı görüldükten sonra mahkeme, tam üç ay sonra, oylamayı iptal etmiştir.) (...) RP, bunun dışında Meclise, hem Çiller hem de Yılmaz hakkında, çeşitli yolsuzluk iddialarını içeren soruşturma önergeleri verdi. Mecliste ilkin Çiller hakkında verilen önerge oylandı. Önergeye, muhalefetteki partilerin yanı sıra hükümet ortağı olan ANAP da evet oyu verdi. Buna çok kızan Çiller ve DYP'liler de, daha sonra oylamaya sunulan Yılmaz hakkındaki önergeye evet oyu verdiler. Böylece hükümet fiilen bitmiş oldu. Buna ilaveten Anayasa Mahkemesi de güven oylamasını iptal etti. Ayrıca RP, Yılmaz hakkında gensoru önergesi verdi. İyice köşeye sıkışan Yılmaz 6 Haziran günü istifa etti. Böylece zorlama bir şekilde kurulan ANAYOL hükümeti üç ayın sonunda sona erdi. Seçimlerden sonra hemen hükümet kurulamadığı için iki ay kaybedilmişti. ANAYOL macerası ile de üç ay kaybedildi. Tam beş ay sonra dış zorlama olmaksızın bir hükümet kurulabildi. ANAYOL'un dağılmasından sonra RP yetkilileri alttan alta DYP ile temaslara başlamışlardı. Uzun süren temasların ve müzakerelerin sonunda, bütün aleyhte baskılara rağmen Çiller, RP ile hükümete yeşil ışık yaktı. Cumhurbaşkanı Demirel 7 Haziran 1996'da hükümeti kurma görevini tekrar RP genel başkanı Erbakan'a vermiştir. Erbakan bu defa, daha önceki sert söylemini terk ederek daha ılımlı/uyumlu mesajlar vermiştir. (...) DYP ile anlaşma sağlayarak 28 Haziran 1996'da REFAHYOL olarak adlandırılan 54. Cumhuriyet Hükümeti kurulmuştur. (...) Sonuçta RP ve DYP liderleri dönüşümlü başbakanlığa dayanan koalisyon modelinde uzlaştılar. Anlaşmaya göre önce Erbakan, daha sonra ise Çiller başbakan olacaktır. RP liderinin başbakanlığında kurulan 54. Hükümet (...) güvenoyu almıştır. (...) Bu hükümet, daha kurulmadan önce 28 Şubat süreci denilen süreç başlamıştı. Bu süreçte cuntacı askerlere, merkez medya (Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet, Sabah vb.) ile TÜSİAD çevresi de destek verdi. (...) Başbakan Erbakan, iktisadi alanda devletin sıkışık durumu üzerinde yoğunlaştı. O dönem 5 Nisan krizinin etkileri devam ediyordu. Devlet borçlarını borç ile ödüyor ve sürekli borçlanıyordu. Birçok şirket, kendi faaliyet alanında üretim yapmaktan vazgeçmiş, parasını devlete borç verip faiz geliri elde ediyordu. Birçok şirketin faaliyet dışı geliri (yani faiz geliri) faaliyet gelirinin üzerine çıkmıştı. Devlet bu şirketlerden borç alıyor, borcunu ödemek için yeniden borç alıyordu... Bu kısır döngüyü kırmak isteyen Erbakan, kamu gelirlerini bir havuzda toplamaya karar verdi. Havuz Sistemi denilen bu sisteme göre, kamu kurum ve kuruluşlarının bütün gelirleri değişik bankalar yerine bir havuzda toplanıyor ve giderler de bu havuzdan karşılanıyordu. Kamu kurumlarının gelirlerini, kendilerinde toplamaya alışmış olan özel bankalar bu sistemden memnun olmadılar... Genel olarak, paradan para kazanmaya alışmış rantiye sınıfı toptan Erbakan'a cephe aldılar... Erbakan, milli ekonomiyi geliştirmeye yönelik bu hamlesine ilaveten, İslam ülkeleri arasındaki ekonomik ilişkileri geliştirmeye yönelik olarak da D-8 Ekonomik İşbirliği Teşkilatı'nı kurdu. 22 Ekim 1996 tarihindeki “Kalkınmada İşbirliği Konferansı”nı izleyen bir dizi hazırlık toplantılarından sonra 15 Haziran 1997 yılında İstanbul'da yapılan Devlet ve Hükümet başkanları zirvesinde D-8'in kuruluşu resmen ilan edilmiştir. (...) Ancak bu teşkilatın kuruluşundan 15 gün sonra hükümet yıkıldığı için bu girişim akim kalmıştır. Refahyol hükümeti, (...) 12 aylık ömründe 11 defa gensoruyla düşürülmeye çalışılmıştır... Bu hükümetin maruz kaldığı en büyük saldırı, hiç kuşkusuz, tarihe “post-modern darbe” olarak geçen 28 Şubat darbesi olmuştur. (...) Çünkü bu darbe, klasik darbeler gibi bir gece yarısı, ansızın yapılan bir silahlı müdahale şeklinde gerçekleşmemiştir. (...) 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısında somut bir talepler listesine dönüştürülmüş, 28 Şubat sonrasında da peyderpey uygulanmış bir darbedir. (...) Darbeci askerler, “irtica ile mücadele” kapsamında kendilerine destek vermeleri için medya mensuplarına, akademisyenlere, yargı mensuplarına ve bürokratlara, genelkurmayda brifingler vermeye başladılar. Özellikle medya mensuplarına yoğun bir baskı uyguladılar. Yoğun bir propagandanın ardından askerler, 4 Şubat 1997 günü Sincan caddelerinden tankları harekete geçirdiler. Hükümetten gelen tepkiler üzerine bunun rutin bir nakil işlemi olduğu söylendi. Fakat kamuoyunda, bu girişim, darbenin ayak sesleri olarak algılandı. (...) 28 Şubat darbesinin ana üssü, daha öncekilerde olduğu gibi kara kuvvetleri ya da genelkurmay değildi; deniz kuvvetleriydi. Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya, 28 Şubat sürecinde başı çeken bir aktördü. Askerler, irtica ile mücadele bağlamında, deniz kuvvetleri bünyesinde “Batı Çalışma Grubu” adı altında bir yapı kurmuşlardı. Bu grup, yapılacak işleri planlıyor, takip ve gözetleme yapıyor, sivil ve kamu alanındaki “sakıncalı” kişileri fişliyordu... Bu grubun hazırladığı dosyalar 28 Şubat 1997 günü yapılan MGK toplantısına getirildi. 9 saat süren toplantıda ilk sözü Güven Erkaya alarak Erbakan'a ağır ithamlarda bulundu. Toplantı boyunca askerler adeta hükümeti sorguya çeken bir tavır içinde oldular, Toplantı boyunca askerler saldırdılar, siviller ise savunmada kaldılar. Toplantının sonunda askerler sivillere 18 maddelik bir liste vererek, bunların harfiyen uygulanmasını istediler. Darbeci askerlere göre, rejimin selameti açısından irtica, PKK'dan daha tehlikeliydi... (...) Erbakan bu bildiri metnini imzalamamak için 5 gün direndi. Bu süreçte kendisine destek verilmesi için mecliste grubu bulunan bütün parti liderlerini (Yılmaz, Ecevit, Baykal) ziyaret etti. Ancak hiçbirinden destek bulamadı. Cumhurbaşkanı Demirel de askerlerin tarafına geçmişti. Darbeciler karşısında yalnız bırakılan Erbakan, 5 günlük direnişten sonra bildiriyi imzalamak zorunda kaldı. Erbakan metni imzalamış olmakla birlikte başta imam-hatip liselerinin kapatılması olmak üzere, kendi tabanını doğrudan rahatsız ettiği için, uygulama bağlamında ciddi bir eylemde bulunmadı. Konuyu zamana yayarak ortamı soğutma yolunu tuttu. (...) MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç ise kararların derhal uygulanmasını, aksi takdirde yaptırımların geleceği yolunda uyarılarda bulundu. Batı Çalışma Grubu ise takip ve propaganda çalışmalarını hızlandırdı. Bu bağlamda brifingler vermeye devam etti; provokatif eylemlerde bulundu; yeşil sermaye etiketiyle bazı firmalara ambargo uygulanmasını istedi... Darbeci askerler, bir taraftan da mecliste hükümetin çoğunluğunu sona erdirmek için siyasi alana baskı yapmaya başladılar. Bu hükümetin düşürülmezse darbe olacağı tezi, özellikle hükümetin DYP'li milletvekillerine söylendi. Bunun üzerine, DYP'nin eski genel başkanı Demirel'in de yönlendirmesi ve teşvikiyle DYP'den kopmalar başladı. Milletvekillerinin yanı sıra iki bakan da istifa etti. Buna rağmen hükümet salt çoğunluğun altına düşürülemedi. Bunun üzerine, tamamen darbecilerin kontrolüne giren yüksek yargı devreye sokuldu. Tarihte ilk defa olarak iktidardaki bir partiye kapatma davası açıldı. (...) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu gerekçesiyle Refah Partisi aleyhinde kapatma davası açtı. (...) Tamamen siyasi sebeplerle ve askerlerin zorlamasıyla açılan davayı Anayasa Mahkemesi de kabul etti ve RP 16.1.1998 tarihinde temelli kapatıldı; Erbakan ve yakın arkadaşlarına 5 yıllık siyaset yasağı getirildi. Kapatma davasından sonra özellikle DYP kanadından çözülmeler arttı. Hükümet çözülmelerin önüne geçmek için başbakan değişikliğinin uygun olacağını düşündü. Erbakan'ın yerine Çiller'in başbakan olması durumunda DYP'deki çözülmeler durabilir ve askerlerin baskısı hafifleyebilirdi. (...) 11 Haziran 1997 tarihindeki brifingte askerler ilk defa silahtan söz etmiş ve “irticaya karşı gerekirse silah kullanılacağını” açıklamışlardı. Bu açık tehdidin üzerine, askerlerin daha fazla ileriye gitmesinden çekinen Erbakan kendisini geriye çekmek ve Çiller'i başbakan yapmak üzere 18 Haziran'da istifasını açıkladı. (...) Çiller'in askerleri teskin edeceğini ümit etti. Demirel'in de Çiller'i başbakan yapacağını düşünmüştü... Fakat evdeki hesabı çarşıya uymadı... Askerlerin baskısı hükümetin RP kanadına yönelikti. Askerlerin bastırmasıyla RP geriletildi ve en sonunda Erbakan pes etti. Bu sürecin bir boyutudur. Öteki boyutunda DYP ve onun derin ilişkileri vardır. Hükümetin DYP kanadını yıpratan ve gerileten hadise, Susurluk Olayı olarak bilinen olaydır. Susurluk Olayı olarak bilinen olay, 3 Kasım 1996 günü Balıkesir'in Susurluk ilçesinde meydana gelen bir trafik kazasıyla patlamıştır. Kaza haberi Türkiye'de yeni bir tartışmayı başlatmıştır. Bu kazada ölen ve yaralananlar arasında bir milletvekili (DYP'li Sedat Bucak), bir emniyet müdürü (Hüseyin Kocadağ) ve 12 Eylül askerî müdahalesinden sonra çeşitli suçlardan aranan bir kişinin (Abdullah Çatlı) olması, ülkedeki “Derin Devlet” tartışmalarını arttırmıştır. Toplumun bir kesimi Susurluk olayını protestolarla karşılarken olayın tüm yönleriyle aydınlatılamaması koalisyon hükümetine yönelik eleştirileri arttırmıştır. (...) Susurluk olayının ve derin devlet iddialarının kökeni, aslında bir önceki döneme, DYP-SHP dönemine uzanır. Bu dönemin başbakanı Tansu Çiller'in güvenlikçi politikası, Susurluk'takine benzer birliktelikleri teşvik eden bir içeriğe sahipti. Çiller, terörün bitirilmesi için güvenlik bürokrasisine geniş yetkiler vermişti. Onlar da bu yetkilerini kullanırken zaman zaman hukukun dışına çıkmışlardır. Susurluk olayının ardından yaşanan yoğun eleştiriler sonucunda dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar istifa etmiş ve yerine Meral Akşener atanmıştır. Susurluk olayı hem mecliste araştırılmış hem de mahkemelerde yargılanmıştır. Uzun yargılamalar sonucunda Mehmet Ağar, 5 yıla mahkûm olmuş ve 1 yıl hapiste kalmıştır. Ancak yargılamalar, yasak savma kabilinden yapılmıştır. Olayın bütün boyutları ve arka planı aydınlatılmamıştır... Susurluk olayını araştıran Meclis Araştırma Komisyonu, özellikle askeri kesimden istediği bilgi ve belgeyi alamamıştır; ifadeye çağırdığı askerler de meclise gelmemişlerdir. Pek çok devlet kurumu “devlet sırrı” diyerek, özel bankalar da “ticari sır” diyerek istenilen bilgileri vermemişlerdir. Konuyu araştıran Başbakanlık Teftiş Kurulu da gerekli bilgi ve belgeye ulaşamamış; bu konuda ısrarcı olmaması için MİT tarafından uyarılmıştır. Konu, hiçbir zaman bütün boyutlarıyla ve arka planıyla açığa kavuşturulamamıştır... 28 Şubat sürecinde, bu olay da, hükümeti düşürmek isteyen çevreler tarafından, esas mecrasından saptırılarak, hükümetin her bakımdan karanlık işlerle uğraştığı yolundaki propagandada kullanılmıştır... (...) Erbakan'ın istifasından sonra, ellerini ovuşturarak bekleyenlere, beklediklerini Demirel vermiştir. Demirel meclis çoğunluğunu oluşturan RP-DYP-BBP Bloku yerine hükümet kurma görevini Yılmaz'a verdi. Çünkü askerler kesinlikle REFAHYOL'un sona ermesini istiyorlardı. (...) Demirel, Mesut Yılmaz'ın yeni hükümeti kurabilmesi için DYP'den istifaları teşvik etmiş ve onların bir parti kurarak yeni hükümete girmelerini sağlamıştır. Demirelci grubun başını çeken Hüsamettin Cindoruk ve İsmet Sezgin liderliğinde 7.1.1997 tarihinde kurulan partinin adı Demokrat Türkiye Partisi (DTP) olarak belirlenmişti. Mesut Yılmaz, RP, DYP ve BBP'nin dışındaki bütün partilerin desteğini alarak 30 Haziran'da hükümetini kurdu. Hükümet ANAP, DSP ve DTP'nin katılımıyla kuruldu ve Anasol-D adıyla anıldı. Üç partinin toplamı bile çoğunluğu sağlayamadığı için dışarıdan da CHP hükümete güvenoyu vermiştir. Bu katılımla birlikte yamalı bohçaya dönen hükümete Anasol-DC hükümeti denilmiştir.
Sayfa 231Kitabı okudu
·
411 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.