Gönderi

212 syf.
·
Not rated
Kültürel Bir Abide
Fuad Köprülü, ‘‘Bütün Türk edebiyatını terazinin bir gözüne, Dede Korkut’u öbür gözüne koyarsanız, yine Dede Korkut ağır basar.’’ ifadesini kullanırken Dede Korkut Destanı’nın bütünüyle Türk kültürüyle yoğurulduğunu, Türk tarihinin önemli dönüm noktalarının eserde güçlü bir şekilde aksettiğini işaret eder. Dede Korkut Destanı’nın bu aktarım gücü, destanın geniş bir zaman diliminde yankılanmasına bağlıdır. Destan, M.S. 3-4. yüzyıllarda Türkistan coğrafyasında, Türk boylarının çekişmelerinden, günlük yaşamlarından yansıyan parçalarla beslenirken Türklerin 7. yüzyılın sonlarından itibaren İslam’ı benimsemeye başlamaları sonucunda, boyların batıya göçleri hız kazanmıştır. Dede Korkut Destanı’nı oluşturan hikâyeler de fertlerin hafızasında, İslami ögelerle kaynaşarak yeni bir coğrafyaya, Kuzeydoğu Anadolu, Doğu Anadolu ve Kafkaslar’a intikal etmiştir. Asırlarca sözlü olarak aktarılan hikâyeler, 16. yüzyılın başında adı bilinmeyen bir sanatçı tarafından yazıya geçirilmiştir. Dede Korkut Destanı, Türk milletinin ruhunda, yaşayışında meydana gelen farklılıkları göstermesiyle bir tarih vesikası olarak da görülebilir. Orta Asya’nın coğrafi şartları ve boylar arasındaki mücadeleler sebebiyle Türkler çetin bir yaşam sürmekteydiler. İslamiyet öncesi Türk destanlarında Alp tipi, bu zorlukların neticesinde ideal bir tip olarak ortaya çıkmıştır. Alp kişisi, her türlü zorluğa göğüs geren, zorlu çatışmalardan galip çıkan bir karakterdedir. Dede Korkut Destanı’nda da Alp tipinin örnekleri Basat’ın ve Boğaç Han’ın şahsiyetlerinde gözlemlenir fakat İslamiyet öncesi Türk destanlarına göre, kahramanlar manevi gücün denetimine daha fazla girmişlerdir. Basat, Tepegöz ile savaşırken, gücünün tükendiği bir noktada Allah’a sığınarak bir çıkış kapısı bulmuştur. Boğaç Han, babası tarafından yaralandığında Hızır’ın yardımıyla ölümden kurtulmuştur. Dede Korkut Destanı, bu noktada Türk kültürüne İslam’ın etkisini yansıtmaya başlamış, Türklerin hayat anlayışında manevi yönde başlayan değişimlerin yansıtıcısı olmuştur. Bu değişimler, Türk devletlerinin yönetim tarzlarına kadar sirayet etmiştir. Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nu kuran Oğuzlar, Türk- İran coğrafyasında etkili olurlarken, Dede Korkut Destanı’nın içerikleri, devlet aklının oluşmasında etkili olur. Dede Korkut Destanı, içerdiği hikâyelerde Türklerin yaşamında aile bağlarının ne denli önemli olduğunu göstermektedir. Geleneksel aile yapısının muhafaza edildiği hikâyelerde, her birey aile ve toplum için belli bir rolü temsil eder. Aile fertleri, her koşulda birbirlerine destek olurlar. Boğaç Han, babasının attığı okla yaralansa dahi, annesinin tavsiyesi üzerine babasını esir alan grupla savaşarak babasını kurtarır. Segrek, ağabeyi Egrek için canını tehlikeye atar ve onun güvenliğini sağlamadan gerdeğe girmez. Aile üyelerinden birinin zor durumda kalması, ailenin bütün bireylerini rahatsız eder. Aileye karşı duyulan hassasiyet, günümüze kadar Türk toplumunda ve kültüründe aynı ölçüde devam etmektedir. Hikâyelere bakıldığında dikkat çeken diğer bir husus, annenin önemi ve kutsiyetidir. Anne, evi ve aileyi bir arada tutan temel taşıdır. Boğaç Han yaralandığında, onu yarasından kurtarırken şifalı sütünü veren, sonrasında kendisini yaralayan babası Dirse Han’ı kurtarmasını söyleyen kişi evin annesidir. Salur Kazan, evine saldıran yağmacılarla mücadele ederken, önceliği annesini ve onun namusunu korumaktır. Annenin Türk aile yapısındaki rolü, destandaki şekliyle tarihsel zaman içinde benzer şekilde sürmüştür. Dede Korkut Destanı’nın iç yapısında, kadınların erkeklerle birlikte toylara, eğlencelere özgürce katıldıkları görülür. Türk destanlarının genel özelliklerinden biri olan, kadınların eşlerine her alanda yardım etmeleri, onlara denk meziyetlere sahip olmalarına Dede Korkut Destanı’nda da rastlanır. Bamsı Beyrek, kendisiyle benzer vasıfları taşıyan bir kızla evlenmek ister. Bu vaziyetler, Türk kültüründe köleliğin olmadığını ve müşterek bir hayatın yaşandığını gösterir. Türk kültüründe çocuk, ailesinin ve milletinin soyunu devam ettireceği düşüncesiyle kıymetlidir. Dede Korkut Destanı’nın ilk hikâyesi, Boğaç Han Destanı’nda, Han Bayındır bir ziyafet düzenler. Ziyafete katılacaklar arasında erkek çocuğu olanlar ak otağa, kız çocuğu olanlar kızıl otağa, çocuk sahibi olmayanlar ise kara otağa yerleştirilir. Türk kültüründe siyah renk, olumsuz durumları karşıladığından, bu hikâye çocuk yapmanın ve onları yetiştirmenin önemini de gösterir. Dede Korkut Destanı, Oğuzların evlilik geleneklerini de aktarır. Saygı duyulan, bilge kişilerin ‘‘Tanrı buyruğu, peygamberin kavliyle kızını almaya gelmişim.’’ sözleri, asırlarca değişmeden bugünlere kadar gelmiştir, bununla birlikte destanlarda, Türkiye’nin bazı bölgelerinde hâlâ devam eden beşik kertmesi geleneği de geçmektedir. Banı Çiçek ve Beyrek doğmadan önce, aileleri arasında sözlü bir anlaşma ile, çocukların büyüdüklerinde birbirleriyle evlenmeleri karara bağlanmıştır. Düğünlerden önce ele kına yakılması, yine destanlarda görülen, etkisi süren geleneklerden biridir. Düğünler ise ziyafet havasında, ailelerin ve konukların eğlendiği etkinlikler olarak karşımıza çıkar. Ak sakal, Korkut Ata’nın dış görünüşünde belirgin bir özelliktir. Türk kültüründe bilgeliğin, tecrübenin göstergesi olarak kabul edilen ak sakal, Kırgızca’da yaşlı erkekleri anlatan bir sözcük olarak kalmıştır. Türkiye Türkçesinde ise yüce, görmüş geçirmiş kişi anlamını korumaktadır. Yiğitçe, önemli bir olaya şahit olunduğunda, Korkut Ata’nın muvaffak olan kişiye ad koymak için çağırılması ve dualar etmesi, Türk kültüründe yaşça büyük, tecrübeli kişilerin özellikle taşra bölgelerinde bebeklere isim koymaları şeklindeki geleneği doğurmuştur. Dede Korkut Hikâyeleri’nde dikkat çeken diğer nokta, ozanların kopuz çalarak dinletiler vermeleridir. Korkut Ata, bu çalgının en önemli ustası olarak meydana çıkar. Saz ve müzik, Türk kültüründe önemlidir. Ozanların diyarları gezerek müzik eşliğinde şiirler okumaları, Türk edebiyatının başlangıcı olarak kabul edilir. Ozanlar, zaman içerisinde aşıklık geleneğinin doğmasını sağlamıştır. Dede Korkut Hikâyeleri’nin geçtiği Orta Asya ve Anadolu’da, aşıklık geleneği yaşatılmaktadır. Destana baktığımızda, Beyrek’in düğününe ‘‘Deli Ozan’’ mahlasıyla gelen bir ozan ve Banı Çiçek’in atıştıklarını okuruz. Atışmalar, iki kişinin birbirlerini müzikle ve sözle alt etmeleri esasına dayanır ve aşıklık geleneğinde mühim bir yere sahiptir. Türk kültüründe gözlemlenen, misafire değer veren düşünceye Dede Korkut Destanı’nda da rastlanır. Mukaddime kısmında geçen ‘‘Misafir gelmeyen ev yıkılsa daha iyi.’’ ifadesi, bunun göstergesidir. Aynı zamanda kadınların karakterleri ve becerilerinin değerlendirilmesinde, misafir ağırlamalarındaki hünerleri önemli bir dayanak noktası olarak gözlemlenir. Dede Korkut Destanı’nda geçen ve günümüze kadar varlığını koruyan birçok atasözü ve deyim vardır. Bunlar Türk diline muazzam bir zenginlik katmakta, dilimizin ifade gücünü arttırmaktadır. Örneklere göz attığımızda ‘‘Ana hakkı Tanrı hakkı.’’ sözü, ‘‘Ananın hakkı ödenmez.’’ şeklinde kullanılmaya devam etmektedir. ‘‘At işler, er öğünür.’’ sözü ise, ‘‘Alet işler el övünür.’’ biçiminde varlığını sürdürmektedir. ‘‘Komşu hakkı Tanrı hakkı.’’ sözü, Türk kültüründe komşuluğun ehemmiyetini aynı biçimde kullanılarak anlatmaktadır. Deyimlere döndüğümüzde, ‘‘baş koymak’’ deyimi, bir emel uğruna korkusuzca can vermek anlamında sıkça söylenmektedir. Neticesinde Dede Korkut Hikâyeleri, İslamiyet öncesi Türk hayatından parçalar ile İslam’ın Türkler tarafından kabulü sonrasında yaşanan değişiklikleri bünyesinde toplayarak, Türkler için değerlerin ve geleneklerin taşındığı önemli bir kültür köprüsü oluşturmaktadır. Şaman adetleri ile İslami geleneklerin toplumda aynı anda sürdürülebilmesi, bir yandan şarap içilirken, arka planda dua edilmesi bizlere Türk kültürünün oluşum aşamalarına tanıklık etme fırsatını vermektedir.
Dede Korkut Kitabı
Dede Korkut KitabıMuharrem Ergin · Boğaziçi Yayınları · 20001,695 okunma
·
282 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.