Gönderi

79 syf.
·
Puan vermedi
Bir kitap! Kapağıyla bambaşka şeyler vaat etti, içeriğiyle bambaşka şeyler kazandırdı. Kitabın kapağına bakınca, bir ağacın saman sarısının rengin üzenden Anadolu hikayesi fısıldayan haline aldanmamak elde değildi. Ama bu, Yaşar Kemal’in bozkırdan, tarladan, sarı sıcaktan, dağlardan uzak bir seçimiydi; İstanbul’du. Bu yönüyle bir kapağın içeriğinden ne kadar farklı olabileceğini ve binbir gözlü yazarı nasıl kalıpsallaştırdığımı fark ettim. Etkili bir okuma olacağı belliydi. Çok büyük keyif aldım okumaktan. İlk sayfalarında bir siyah beyaz film gibi canlandırırken her diyalogla, son sayfalardaki yoğun anlatım ve tespitler, Mahmut’un umudu ve ifadeleri aldı götürdü kendi istediği görüntülere, benzersizliğe. Nostaljik bir İstanbul havası ile başlıyor kitap. İnsanla doğa arasında, doğayla insan arasında; inançla, yaşamla, geçimle, değişimle, umutla insan olmanın yönlerini anlatıyor. Daha önce birçok değişik meslek duymuşsunuzdur ama bu farklı. Bu bir geleneğin mesleği. Süleyman, Halil ve Semih’in kuş avlama ve satmasıyla temelli cennet bekçisi kuşların tacirliği. Cennet tacirliği olur mu dieceksiniz? Cenneti parsel parsel satan kiliseler vardı ortaçağda. Böyle şeyler anımsattı ve sorgulattı. Orta çağ Avrupa dünyasının bir tür günah çıkarma ve öldükten sonra cennete gidebilmek için Papa'nın sattığı af belgeleri, endüljanslar. Ta ki Martin Luther isimli keşiş çıkıp, cehennemi satın aldım diyene kadar. Luther müminlerin para karşılığı günahlarından kurtulmak yerine günahlarından arınmak için samimi bir pişmanlık göstermesi gerektiğini savunuyordu. Kitaptan şöyle bir alıntıyla anımsamalarımı zorlayayım biraz. “Heceleyerek bir tamam okuduğu yazı şöyleydi: Cehennem yerinde hiç ateş yoktur, herkes ateşini buradan götürür… Herkes ateşini buradan… Buradan… dedi kendi kendine.” (sy.68) Tabii orada konu kurum ve kişiler açısından farklıydı. Kitapta kurum yok ama geleneksel inançlar toplumda kurumlar kadar etkilidir. Şimdi cennet kuşlarına dönelim. “İstanbul şehrinin göğünü çok ucuza cennet karşılığı alınıp bırakılmış kuşlar doldurur.”(sy.11) “Azat Buzat beni cennet kapısında gözet” Bir inanıştır ki, Yahudiler sinagogta, Hıristiyanlar kilisede, Müslümanlar cami önünde kuş satın alır ve üzerilerine dua okuyup özgürlüklerine bırakır. Serbest bırakılan bu kuşların, kendisini kafesten kurtaran kişiyi cennet kapısında bekleyeceğine inanılır. Bu nedenle, kuş serbest bırakılırken “Azat buzat beni cennet kapısında gözet” şeklinde bir “dua” okunur. Geleneğe adını veren de bu kısa dua cümlesi olmuştur. Ben bunu geleneği yaşamadım, muhtemelen çoğumuz da görmedik. Barış güvercinleri biliriz bir tek. İyi ki kitaplar var da böyle geçmişler ansızın bir başka yüzüyle karşımıza çıkıyor. Biz İstanbul’un işlek caddelerinde ya da kabere kültürünün olduğunu zamanları yansıtan filimlerden niyet çeken tavşanlar biliyoruz. Bu da değişik bir kültürdü. İran’da Şadi Şirazi’nin mezarının bulunduğu bahçe önünde hâlâ sürdürülüyor. Bu da çok gerekli olmasa da anımsadım kalsın bilgisi olsun. Çünkü bazı şeyler tarihte yer alırken insanların dokusuna, içine dokunan yönlerini anlatmalı. “İstanbul’un tarihini yazanlar Florya düzündeki kuşların, kuş yakalayıcıların tarihine boş verirlerse tarihlerinin o kadar pek işe yarayacağını sanmam. Emeklerine yazık olur.”(sy.12) Diyor yazar. Kendisi bu emeklerin hiç tanımadığımız sahiplerini bizlere öğretti. Aynı zamanda kitapta sorulan sorularla insanların mesleklerinin içinde yozlaşan insanlıkla nasıl yüzleştiklerini de gösterdi. Kendilerini ve insanları sorgularken buldular kendilerini. Özgür kuşları kafese koyup satmakta bir şey yok ama bunları sarın almayan, tutsaklıktan kurtarmayan insanlarda sorun çoktu. “Niye böylesine insanlar insanlığı unuttular?” (sy.25) “Şimdi, şu İstanbul’da her hangi bir güzellik, iyilik, sevinç verecek bir olay üstüne böylesine ağız dolusu bir sevinçle gülecek bir kişi var mı?” (sy.54) Tutsaklık nedir? Fiil ve ruhsal tutsaklık arasındaki bağ nedir? Tutsak eden kimdir? Tutsaklıktan kurtaran kimdir? Hakları veren kimdir? İyilik algısı göreceli midir? Kötü ve iyi iş ayrımı insana verilen zararla mı ölçülür? Ya hayvana verilen zarar?? Dili olan hakkını da eleştirisini de sunuyor... Birçok durum üzerinden dinliyoruz Mahmut’u. Tüm bu sorulardan sonra bir umutla. "İnsanlık öldü mü?" "Yok." dedi. "Ölmedi, ölmedi ama, bir şeyler oldu, başka bir yerlerde sıkıştı kaldı herhalde." Sıkıştığı yerden kurtulması temennisi ile. Keyifli okumalar!
Kuşlar da Gitti
Kuşlar da GittiYaşar Kemal · Yapı Kredi Yayınları · 202213,8bin okunma
·
158 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.