Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Seçimin (3.11.2002) son düzlüğüne girilirken iki partinin önde gittiği görülmüştü. Bir seçmenin deyimiyle bu iki parti “Halk Partisi ve Ak Partisi” idi. Merkez sol seçmen solun büyük partisi olan CHP'ye, merkez sağ seçmen ise sağın büyük partisi Ak Parti'ye yönelmişti... Sonuçlar bu gözlemi doğruladı. Barajı sadece bu iki parti geçebildi. Parti Oy Oranı: (...) Ak Parti %34,28 (...), CHP %19,39 (...), DYP %9,54 (...), MHP %8,56 (...), Genç Parti %7,25 (...), DEHAP %6,22 (...), ANAP %5,13 (...), SAADET P. %2,49 (...), DSP %1,22 (...), YTP %1,15 (...), BBP %1 (...), BAĞIMSIZ %1 (...). Seçim sonuçları herkesi şaşırtmıştır. (...) Geçen seçimin birinci partisi DSP yüzde 1'e düşmüştür. Merkez sağın ikinci partisi DYP de kıl payı bir oranla barajın altına düşmüştür. Yeni kurulan Genç Parti, önemli bir çıkış yapmış olmakla birlikte barajı geçememişti. HEP'in yerini alan DEHAP da oylarını yükseltmekle birlikte barajı geçememişti. (...) Bu seçimlerin sonucunda, 1950 seçimlerinden sonra ilk kez iki partili bir parlamento oluşmuştur. 1987'den sonra ilk kez Meclis aritmetiği tek partili bir hükümet kurulmasını mümkün kılmıştır. (...) Ak Parti, seçimleri büyük bir zaferle kazanmıştı ancak genel başkanını milletvekili, dolayısıyla başbakan yapamamıştı. Cumhurbaşkanı Sezer, hükümeti kurmakla Abdullah Gül'ü görevlendirdi. Bu durum cumhuriyet tarihinde bir ilkti: Birinci partinin genel başkanı başbakan olamamış, partinin ikinci adamı başbakan olmuştu. Bu anormal ve demokrasi dışı durumun düzeltilmesi için anayasa değişikliği gerekiyordu. Anayasa değişikliğine, ana muhalefet lideri Baykal da destek verdi. Baykal'a göre Erdoğan'ın yasağının devam etmesi, onu daha da yüceltecek ve efsaneleştirecekti. Bunu önlemek için bir an önce yasağın kaldırılması gerekiyordu...  Büyük çoğunlukla kabul edilen anayasa değişikliğini, bu dönemde 28 Şubatçıların yörüngesine giren Cumhurbaşkanı Sezer veto etti. Meclisin aynen kabul edip yeniden göndermesi üzerine mecburen onaylamak zorunda kaldı. Siyasi yasağı kaldırılan Erdoğan, teknik bir sebepten dolayı Siirt'teki seçimin iptal edilmesi üzerine, burada yenilenen seçime aday olabildi (9 Mart 2003). Burada yaptığı konuşma nedeniyle siyasi yasaklı duruma düşen Erdoğan, kaderin bir cilvesi olarak, burada yapılan seçimle siyasi yasaktan kurtulmuş ve milletvekili olmuştur. (...) Meclise girmeyi başaran Erdoğan, başbakanlığı da elde edip yürütmenin başına geçmiştir. (...) Bu dönemde askeri vesayet devam ettiği için ordu ve başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere ordunun kontrolündeki yüksek yargı, Ak Parti'nin birçok icraatını engelleyici bir rol oynamışlardır. Yine bu dönemde askeri vesayetin bir aktörü gibi davranan Cumhurbaşkanı Sezer de veto mekanizmasını sonuna kadar işletmiştir... (Sezer Çankaya'daki resepsiyonlara da Ak Partililerin başörtülü eşlerini davet etmemiştir; onları dışlamıştır... ) Yasama organını vetolarla durdurmaya, en azından yavaşlatmaya çalışan Sezer, yürütme alanında da, bürokrat atamalarında sorun çıkarıyor, üçlü kararnamelerin tamamlanmasına mani oluyordu. (...) Sezer Ak Parti'nin önemli reformların gerçekleşmesi için çıkarmak istediği temel kanunları da veto etmiş ya da iptali için Anayasa Mahkemesine dava açmıştır. (...) İlk göreve başladığında cumhurbaşkanının yetkilerinin fazla olduğunu söyleyip yetkilerinin kısıtlanması gerektiğini söyleyen Sezer, özellikle Ak Parti iktidarı döneminde bütün yetkilerini sonuna kadar kullanmıştır. Veto hakkını en çok kullanan cumhurbaşkanı olarak tarihe geçen Sezer, görev süresi boyunca toplam 67 yasa, 22 bakanlar kurulu kararı ve 729 müşterek kararnameyi iade etmiştir. Erdoğan, kökeni 27 Mayıs'a dayanan ve son olarak 28 Şubat döneminde tahkim edilen askeri vesayet düzenini, iç politik gücüne dayanarak aşamayacağını anlamıştı. O yüzden Erdoğan, daha başbakan olmadan önce, 3 Kasım sonuçlarından hemen sonra, Ak Parti Genel Başkanı sıfatıyla Avrupa turuna çıktı. AB'ye üyelik yolunda girişimlerde bulundu. Askeri vesayeti aşmak için Avrupa Birliği'nin desteğini elde etmeye çalıştı. Bu yolda başarılı olduğu da söylenebilir... (...) Ak Parti, 2003 yılının ilk yedi ayında, 4, 5, 6 ve 7. AB'yle uyum paketlerini, 2004 yılının hemen başında ise 8. Uyum Paketi'ni yasalaştırdı. Uyum paketleri yoluyla sivil-asker ilişkilerinden, ana dilde yayın ve dernek kurma faaliyetlerine kadar birçok konuda, demokratik ilerleme bağlamında köklü değişiklikler gerçekleştirildi. (...) AB'yle uyum yasaları bağlamında MGK'nın yapısı ve fonksiyonu değiştirilmiş, MGK genel sekreterinin siviller arasından seçilmesinin önü açılmıştır. (...) Nitekim 2004'ten sonraki tüm MGK genel sekreterleri siviller arasından atanmıştır. (...) Bütün bu uyum yasalarının çıkarılmasından sonra, 15 Aralık 2004 tarihinde AB, Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin başlamasına karar verdi. (...) Tam üyelik süreci günümüz (2023) itibariyle tıkanmış durumdadır. Bu tıkanmanın pek çok sebebi olmakla birlikte bunların en önemlisi Kıbrıs sorunudur. (...) Ak Parti iktidarını dış politikada zora sokan en önemli konu, ABD'nin Irak'ı işgal planı ve bu bağlamda Türkiye'den istenen destek konusu olmuştur. ABD, 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra başta Afganistan ve Irak olmak üzere birçok bölgeye müdahale etmeye başlamıştı. ABD, Irak'ta var olduğunu iddia ettiği nükleer silahları bu ülkeden temizlemek ve Saddam'ın Baas rejimini yıkmak amacıyla Irak'ı işgal etmeye hazırlanırken Türkiye'den topraklarını geçiş için kullanma noktasında destek istedi. (...) 25 Şubat 2003 yılında TBMM genel kuruluna sunulan tezkere, o dönemde Irak'a müdahaleye hazırlanan ABD'ye bazı üslerin kullanıma açılması gibi askeri destek sunma amacındaydı. AK Parti çoğunluğunun, tezkerenin Meclis genel kurulundan geçmesi yönünde bir eğilimi olmasına ve oylamadan beklenen sonucun da bu şekilde olmasına rağmen muhalefetin de ret oyu kullanmasıyla istenmeyen bir sonuç çıktı. Herkesi şaşırtan bir sonuçla tezkere, (...) oylamada  (...) salt çoğunluğa ulaşılamadığı için reddedildi. (...) Bütün hazırlığını tezkerenin geçeceği üzerine bina eden, hatta gemilerini İskenderun limanına kadar getiren ABD, çıkan olumsuz sonuca çok kızdı. (...) Tezkerenin reddi kimilerine göre olumlu, kimilerine göre olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Reddin olumsuz sonuçlar doğurduğunu iddia edenlere göre, ABD Türkiye'nin yerine Kuzey Irak'taki Kürt oluşumları devreye sokmuş ve bunun sonucunda Kuzey Irak'taki oluşum güçlenmiştir. Böylece, ABD'nin Kürtlere bağımlılığı, Kürtleri Irak'ta güvenlik konusunda önemli bir ortak yapmış, Türkiye'nin ise Irak üzerindeki nüfuzu azalmıştır. Reddin olumlu olduğunu söyleyenlere göre, tezkerenin reddiyle Türkiye'nin İslam dünyasındaki saygınlığı artmıştır. Türkiye'nin bağımsız karar alabilme kapasitesi artmıştır. Türkiye'nin bu tavrı, Batı'dan bağımsız bir dış politikanın yürütülebileceğinin de bir işareti olarak yorumlanmıştır. Türkiye'nin bu dönemden itibaren dış politikasında sergilediği proaktif, dinamik ve öz güveni yüksek tutumu da, bu tezkerenin reddi ile ilişkilendirilmiştir. (...) Bu dönemde, iç politikadaki en önemli gelişme 28 Mart 2004 tarihinde yapılan yerel seçimlerdir. (...) Bu seçimlerde CHP ikinci, MHP üçüncü, DYP dördüncü, DEHAP beşinci parti olmuştur. (...) Askeri vesayetin devam ettiği bu dönemde Ak Parti, mümkün mertebe askeri bürokrasi ile karşı karşıya gelmemeye, bir çatışma içine girmemeye özen gösterdi. (...) Ak Parti'nin bütün bu temkinine rağmen, 2007 yılının ilk aylarında hükümet ile ordu karşı karşıya geldi. Konu yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleriydi. (...) Sezer'in görev süresi Mayıs ayında bitiyordu. Ak Parti'nin milletvekili sayısı cumhurbaşkanı seçimi için yeterliydi. (...) Süreç normal seyrinde ilerlerken eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, Meclis içtüzüğünü kendi kafasına göre yorumlayarak ortaya bir görüş attı. Onun şahsi görüşüne göre karar için gerekli 2/3 (367) şartı, toplantı için de gerekliydi. Buna göre meclisin cumhurbaşkanlığı seçimine geçebilmesi için oturumda en az 367 milletvekili hazır bulunmalıydı; aksi halde cumhurbaşkanı seçilemezdi. (...) İlk oylama 27 Nisan 2007 günü yapıldı. Başta CHP olmak üzere muhalefet partileri, seçimi sabote etmek için Kanadoğlu'nun tezine sarılarak meclise girmediler. İlk tur oylamaya 361 milletvekili katıldı ve Ak Parti'nin adayı Abdullah Gül 357 oy aldı. Oylamaya CHP, ANAP ve DYP milletvekilleri katılmadılar. CHP'lilerin katılmamaları, kendi iradeleriyle olmuştur. ANAP ve DYP'lilerin katılmamaları ise, askeri çevrelerin baskısı sonucunda olmuştur. (Bütün baskılara rağmen ANAP ve DYP'den iki milletvekili oturumlara katılmışlardır.) 27 Nisan günü yapılan oturuma 367 milletvekilinin katılmamasını gerekçe gösteren CHP konuyu aynı gün Anayasa Mahkemesine taşıdı. Aynı günün gecesinde ise Genelkurmay Başkanlığı doğrudan siyasete müdahale ederek, internet sitesinden bir muhtıra metni yayınladı. Tarihe E-Muhtıra olarak geçen bu metinde TSK, cumhurbaşkanlığı sürecine açıkça müdahil oldu ve Ak Parti karşıtı cephede en ön safta yerini aldı. (...) Ak Parti Hükümetinin bildiriye karşı tavrı, daha önce TSK ile benzer gerilimler yaşamış iktidarlardan çok farklı oldu. (...) Hükümet sözcüsü, Genelkurmay bildirisi karşısında geri adım atmayacaklarını ima ederek, sivil otoritenin üstünlüğüne vurgu yaptı: “...Anayasa'ya göre, Genelkurmay Başkanı görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana karşı sorumludur.” (...) Genelkurmayın ve CHP'nin baskısı altına giren Anayasa Mahkemesi, görülmemiş bir hızla CHP'nin başvurusunu karara bağlayıp, Kanadoğlu'nun 367 yorumunu aynen kabul etti. (...) Genelkurmayın daha ileri gitmesinden çekinen Ak Parti, (...) erken seçim kararı aldı. (...) 27 Temmuz 2007'de seçimlerin yapılmasına karar verildi. Ak Parti, bu krizi fırsata çevirip, cumhurbaşkanını doğrudan halkın seçmesi için anayasa değişikliği yapmaya karar verdi. Bu teklife ANAP da destek verince değişiklik kolayca meclisten geçti. Ancak her zaman olduğu gibi Sezer bu değişikliği veto etti; meclis kararında direnince Sezer onaylamak zorunda kaldı ama konuyu halkoyuna götürme kararı aldı. 21 Ekim 2007 tarihinde yapılan halk oylamasında değişiklik %68 oy oranıyla onaylandı... (...) Cumhurbaşkanının meclis tarafından değil, halk tarafından iki turlu oylamayla seçilmesi kararlaştırıldı; yedi yıl olan görev süresi beş yıla düşürülerek, iki kez seçilebilmesinin önü açıldı. (...) 2007 seçimleri bir hesaplaşma seçimi şeklinde gerçekleşmiştir: Kökeni 27 Mayıs'a dayanan ve 28 Şubat'ta alevlenen, 27 Nisan E-Muhtırası ile yeniden başını kaldıran askeri vesayeti savunanlar ile demokratik hukuk devletini savunanların hesaplaşması. Resmi sonuçlar şöyledir: Ak Parti %46,38 (...), CHP %20,88 (...), MHP %14,27 (...), DP %5,42 (...), Bağımsızlar %5,24 (...), Genç Parti %3,04 (...) Saadet Partisi %2,34 (...). Bu seçimlerde seçim barajına takılmamak için bazı ünlü isimler bağımsız aday olarak seçimlere katılmışlardır. Seçim sonucunda eski ANAP genel başkanı Mesut Yılmaz Rize'den, Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu Sivas'tan, Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Genel Başkanı Ufuk Uras İstanbul'dan, DYP eski milletvekili Kamer Genç Tunceli'den, ANAP eski milletvekili Seyid Eyyüboğlu Şanlıurfa'dan bağımsız milletvekili olarak Meclise girmişlerdir. Seçim sonuçlarına göre Ak Parti, bir önceki seçimlere göre oy oranını 12,5 puan artırarak açık ara tek başına iktidara elde etmiştir. (...) CHP ise bu seçimlere DSP ile birlikte girmesine rağmen oy oranını sadece %1 artırabilmiştir. (...) MHP, yeniden meclise girebilmiştir. (...) Bu seçimlere ANAP ile birleşerek gireceğini ilan eden, son anda tek başına giren, adını Demokrat Parti olarak değiştiren eski DYP, beklediği artışı gösterememiş ve yine barajın altında kalarak meclisin dışında kalmıştır. (...) Seçim sonucunda, oturumlara katılmayarak darbecilerin safında yer alan hem ANAP lideri Erkan Mumcu, hem de DYP (DP) lideri Mehmet Ağar, meclis dışında kalmıştır. (...) Kürt kökenli solcu siyasetçilerin partisi DEHAP (DTP), 21 milletvekili ile yeniden meclise girmiş ve grup kurmuştur. DEHAP'ın yerine kurulan DTP, PKK ile ilişkisi sebebiyle 11 Aralık 2009'da Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmıştır. (...) Eski meclisin kapanma sebebi, cumhurbaşkanlığı seçiminin, vesayet odakları tarafından sabote edilmesiydi. Dolayısıyla yeni meclisin öncelikle yapması gereken, cumhurbaşkanlığı seçimini tamamlamaktı. Nitekim, meclis başkanlığı seçiminin hemen akabinde cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. 23. Dönem TBMM 4 Ağustos günü ilk toplantısını yaparak resmen açıldı. (...) 13 Ağustos'ta Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı adaylığı kesinleşti. CHP seçim öncesindeki demokrasi dışı tutumunu devam ettirerek Meclis'teki Cumhurbaşkanlığı seçimi oturumlarına katılmadı. Ama bu defa tek başına 367 oyununu oynayamadı. (...) Sonuç olarak MHP ve DSP'nin Meclise girmesiyle tekrar bir 367 krizi çıkma olasılığı ortadan kalktı ve (...) salt çoğunluğun yeterli olduğu üçüncü tur oylamada Abdullah Gül 339 oy alarak Türkiye Cumhuriyeti'nin 11. Cumhurbaşkanı oldu (28 Ağustos 2007). (...) Cumhurbaşkanı seçilmişti ancak 367 krizinden sonra başlayan referandum süreci devam ediyordu. Ak Parti artık referanduma yoğunlaşmaya başladı. (...) Referanduma götürülen değişiklik paketinin içinde şu hususlar bulunmaktaydı: Cumhurbaşkanını doğrudan halkın seçmesi, görev süresinin beş yılla sınırlandırılması, yasama döneminin dört yıla düşürülmesi ve TBMM'nin bütün toplantılarında toplantı yeter sayısının 1/3 olarak kesinleştirilmesi. Referandum oylaması 21 Ekim 2007 tarihinde yapıldı ve %68,95 gibi yüksek bir oranla değişiklikler kabul edildi. Bu suretle cumhurbaşkanı seçimine askerlerin ve diğer kurumların müdahale etmesi önlenmiş oldu.
Sayfa 273Kitabı okudu
·
216 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.