Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

2011 itibariyle Türkiye, 27 Mayıs'ın kurduğu askeri vesayetten kurtulmuş, demokrasisini geliştirmiş ve AB'ye üyelik yolunda ilerlemiş bir Türkiye'dir. (...) Ak Parti, seçim sürecinde, son on yılda gerçekleşen kalkınma ve dönüşüm siyasetinin kurumsallaşmasına ve hâlâ çözülememiş sorunların da kolaylıkla çözülebileceğine yönelik bir siyasal duruş belirledi. Bu bağlamda AK Parti 2011 seçimlerine giderken “Yeni Türkiye”nin inşa edileceği söylemini siyasal kampanyasının merkezine yerleştirdi. CHP bu seçime, yeni lideri olan Kemal Kılıçdaroğlu ile ve “Yeni CHP” sloganıyla girmiştir. Yeni CHP'yi, CHP dışındaki pek çok sol grup da desteklemiştir. Örneğin 2009 yılında Türkiye Değişim Hareketi'ni başlatan ve 2010 başında parti kuracağını ilan eden Mustafa Sarıgül, Kılıçdaroğlu'nun genel başkan olması üzerine, hareketini sonlandırıp CHP'yi destekleme kararı verdi. Bülent Ecevit'in ölümünden sonra DSP ile ilişkisini kesen Rahşan Ecevit de Yeni CHP'yi destekleme kararı verdi. MHP, 2007 seçimlerinden sonra, cumhurbaşkanlığı seçimi ve başörtüsü sorunu konusunda demokrasi yanlısı bir tutum benimsemişti. 2010 referandumunda ise CHP ile ortak hareket edip hayır kampanyası yürütmüştü. 2011 seçimlerine doğru istikrarlı ve durgun bir şekilde seyrederken, seçime üç hafta kala “kaset komplosu” ile derin bir şekilde sarsıldı. MHP'de Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ekici'nin ahlaki açıdan uygunsuz görüntüleri, 2011'de "farklıülkücülük.com" sitesinde yayımlandı. (...) Ardından, MHP'nin o dönemdeki genel başkan yardımcıları Recai Yıldırım ve Metin Çobanoğlu'na ait olduğu iddia edilen görüntüler medyaya yansıdı. (...) Görüntülerin ardından istifalar geldi. 12 Haziran seçimine hazırlanan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, genel başkan yardımcıları ve milletvekillerinden oluşan ve "A Takımı” olarak nitelendirilen 10 yöneticisini kaybetti. (15 Temmuz sonrasında, hem bu komplonun hem de Baykal'a yapılan komplonun FETÖ tarafından yapıldığı anlaşıldı ve iki dosya birleştirilerek soruşturma derinleştirildi...) Bugünkü HDP'nin o günkü karşılığı olan Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) bu seçime marjinal sol grupları da yanına alarak bağımsız adaylar yöntemiyle Demokrasi ve Özgürlük Bloku adı altında girmiştir. (...) Resmi sonuçlar şöyledir: (...) Ak Parti %49,83 (...), CHP %25,98 (...), MHP %13,01 (...), Bağımsızlar %6,97. (...) Bu seçimlere Mustafa Kamalak liderliğinde giren Saadet Partisi %1,27, Saadet'ten ayrılan Numan Kurtulmuş'un kurduğu HASPARTİ %0,77, Yaşar Topçu liderliğindeki BBP %0,75, N. Kemal Zeybek liderliğindeki DP %0,65 oy toplayabilmiştir. 3 puanlık artışla oy oranını %50'ye ulaştıran Ak Parti, tarihindeki en yüksek oy oranına ulaşmıştır. Bu oy oranı tarihimizde, Demokrat Parti ve Adalet Partisinden sonra bir partinin ulaştığı en yüksek oy oranıdır. CHP, bu seçimlere Yeni CHP olarak girmesine ve CHP dışı pek çok grubun desteğini almasına karşın oy oranını sadece 5 puan artırabilmiştir. MHP ise kaset komplosuna karşın oy oranını büyük bir oranda korumuş, sadece %1 civarında bir kayıp yaşamıştır. Bağımsız adaylarla seçime giren BDP ise, pek çok marjinal sol grubu bünyesine katmış olmasına rağmen oy oranını sadece %1 civarında artırabilmiştir... (...) 2011 yılında askeri vesayeti kaldıran Ak Parti, oyunu artırarak tek başına hükümet kurmayı başarmıştı. Kendine özgüveni iyice artan Ak Parti, Anayasa değişikliğinin getirdiği imkânları da kullanarak, 2012 yılında, geçmişe yönelik olarak bütün darbelerle hesaplaşmaya karar verdi. 2012 yılında TBMM'de “Darbeleri Araştırma Komisyonu” kuruldu. (...) Hayatta olmadıkları için 27 Mayıs ve 12 Mart darbecileri yargılanamadı. Aktörleri halen hayatta olan son iki darbe ise yargı sürecine dâhil edildi. Bu bağlamda, 12 Eylül'ün hayatta kalan son iki aktörü Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya ağır ceza mahkemesinde yargılandılar. 2012'de başlayıp 2014'te sonuçlanan yargılama sonucunda, darbe yapmaktan suçlu bulunan Evren ve Şahinkaya, (darbe suçunun cezası olan idam cezası kalktığı için) müebbet hapis cezası ile cezalandırıldılar. (...) Davanın temyiz aşamasında her iki darbeci de öldüğü için cezalar fiilen hayata geçirilemedi. Fakat ilk defa, bir darbenin yargılanması, siyaset tarihimize önemli bir kırılma noktası olarak geçmiştir... Yargılanan ikinci darbe 28 Şubat darbesi olmuştur. Dönemin hükümetini “zorla devirmeye, düşürmeye ortaklık” ile suçlanan ve aralarında dönemin Genelkurmay Başkanı İ. Hakkı Karadayı, dönemin YÖK Başkanı Kemal Gürüz, dönemin orgeneralleri Çevik Bir ve Çetin Doğan'ın da olduğu 103 sanık hakkında açılan dava Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesinde görülmüştür. 2012'de başlayıp 2018'de biten yargılama sonucunda sanıklar darbe yapmak suçundan mahkûm olmuşlardır. (...) 21 sanığa müebbet hapis cezası verilmiş ve rütbeleri sökülmüştür... (...) Türkiye 2011 yılında, kendisini devletin sahibi olarak gören, devlet içinde devlet gibi davranan, bir nevi paralel devlet gibi çalışan askeri vesayet odaklarını bertaraf etmişti. Ancak bu süreçte ve sonrasında, askeri vesayetin yerini almak isteyen, kendi vesayet mekanizmalarını kurmak isteyen iki odak ortaya çıktı: FETÖ ve PKK. (...) FETÖ, Ak Parti iktidarının askeri vesayetle mücadelesini istismar ederek, tasfiye edilen darbeci odakların yerini almaya çalışmıştır. (...) PKK ise, Ak Parti iktidarının çözüm sürecini istismar ederek, Güneydoğu Anadolu'da örgütün vesayetini kurmaya çalıştı. Bu bağlamda il merkezlerinde KCK isimli yan örgütünü kurarak, bölgede paralel ve fiili bir devlet yapılanması kurmaya çalıştı. Devletin resmi kurumlarını fiilen çalışamaz hale getirerek, kendisinin ihdas ettiği gayri resmi odakları hâkim kılmaya çalıştı. Bölgede kendi yargısını kurup, ahaliyi yargılamaya çalıştı... (...) 2011 sonrasındaki on yıllık dönemde Ak Parti iktidarı, bu iki odakla mücadele etmek ve bunların vesayet kurmalarını engellemek hedeflerine yoğunlaştı. Çok çetin ve çatışmalı süreçlerden sonra her iki terör odağı, bütün mekanizmalarıyla birlikte bertaraf edilmiştir... FETÖ, o zamanki adıyla “cemaat”, 2010 referandumundan sonra, yargının yeniden yapılanması sürecinde, çeşitli sızma kanallarını kullanarak, yüksek yargıda ve HSYK'da önemli mevziler elde etti. TSK ve Emniyet içinde ise 40 yıllık süreçte, adım adım ilerleyerek, üst makamlara kendi unsurlarını yerleştirmeyi başarmıştı. 2010'lu yılların başında, ordu içinde en güçlü grup haline gelmişti. Bu gücünden cesaret alan FETÖ, 2011 seçimlerinden önce, Ak Parti'ye sızmak ve bu partiyi de ele geçirmek istedi. 2011 seçimlerinde Ak Parti'den, kimi rivayetlere göre 50 civarında milletvekilliği talep etti. (...) Cemaatin bu maksimalist talebini reddeden Ak Parti, cemaatin hedefi haline geldi. Yeterince güçlendiğini düşünen FETÖ, devleti tamamen ele geçirmek üzere açık mücadeleye başladı. Ak Parti ile FETÖ arasındaki ilk çatışma, 7 Şubat 2012 tarihinde somut olarak ortaya çıktı. FETÖ mensubu savcılar, 7 Şubat günü, Erdoğan'ın bir hastanede ameliyata gireceği sırada MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı ifadeye çağırdılar. Amaçları, çözüm sürecindeki girişimlerinden ötürü Fidan'ı tutuklamak ve buradan ilerleyerek Erdoğan'ı bertaraf etmekti. Ancak Erdoğan'ın ameliyata başlamasının biraz gecikmesi ve olaya müdahale etmesi üzerine FETÖ'nün bu ilk girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. Fidan ifadeye gitmedi. Daha sonra yapılan yasal düzenleme ile MİT Müsteşarının yargılanması Başbakan'ın iznine bağlandı... FETÖ, ikinci hamlesini 2013 yılında Gezi Olaylarını kışkırtarak gerçekleştirdi. 2013 yılının Mayıs ayında, İstanbul Gezi Parkında yapılması planlanan düzenlemeler, bazı gruplar tarafından protesto edildi. Masum protestolar şeklinde başlayan eylemler, FETÖ mensubu polislerin, eylemcilerin çadırlarını yakmaları sonucunda yaygınlaştı; şiddet eylemlerine dönüştü... İstanbul'da başlayan eylemler bir anda, bütün muhalif kesimlerin ve terör örgütlerinin katılımıyla ülke çapına yayıldı. (...) Gezi olaylarını bastıran hükümet, FETÖ'nün beslendiği kaynağı kurutmak üzere harekete geçti. 2013'ün ikinci yarısında hükümet, büyük kısmı FETÖ'nün kontrolünde bulunan dershanelerin kapatılma sürecini başlattı. Hükümetin bu hamlesine FETÖ, çok sert tepki gösterdi. FETÖ, hükümetin dershane hamlesine, emniyet ve yargıdaki unsurlarını kullanarak, 17/25 Aralık operasyonlarını başlatarak karşılık verdi. FETÖ unsuru olan savcılar 17 Aralık 2013 günü, yolsuzluk ve rüşvet suçlamasıyla, aralarında bakanlar, Ak Partili belediye başkanları, ünlü iş adamları ve bürokratların da bulunduğu çok sayıda kişiyi gözaltına aldılar. 25 Aralık'ta ise Başbakan'ın yakın çevresinden kişilerin de ifadeye çağrıldığı ikinci bir dalga başlattılar. Hükümet FETÖ'nün bu saldırı girişimini de emniyet ve yargı bürokrasisinde değişiklikler yaparak, FETÖ'nün hâkim olduğu özel yetkili mahkemeleri kaldırarak ve HSYK'nın yapısına müdahale ederek püskürtmeyi başardı. Kilit konumdaki FETÖ mensubu yargı ve emniyet mensupları görevlerinden uzaklaştırıldı. (...) Hükümet bu olaydan sonra, resmen “paralel devlet yapılanması ile mücadele”yi başlattı. (Bu dönemde henüz FETÖ ismi kullanılmıyordu.) (...) 2014 yılında, siyasi alanda iki seçim yapıldı. Birinci seçim, 30 Mart yerel seçimleridir. (...) Seçim gündemi daha çok 2013 yılında Gezi Parkı eylemleri ile başlayan ve 17-25 Aralık'ta iktidara karşı yürütülen yolsuzluk iddiaları ve siyasete müdahale süreci ile devam eden siyasal ve toplumsal krizlerin tartışılması üzerinden şekillendi. (...) Seçim sürecinde başta CHP olmak üzere muhalefet partileri, FETÖ'nün ürettiği yolsuzluk iddialarını gündemde tuttular. (...) Seçim sonuçlarına bakıldığında AK Parti bir önceki yerel seçimlere göre oylarını artırarak %43,4 oranında oy aldı. (...) CHP %25,6 oranında oy alırken MHP ise oylarını artırarak %17,6 oranında oy aldı. HDP/BDP çizgisi batıda ve doğuda farklı partiler altında seçime girmiştir. HDP, seçim öncesinde oluşturulan olumlu havanın aksine seçimlerde önemli bir varlık gösteremezken BDP Doğu bölgelerinde oy oranlarını korumuştur. Yerel seçim engelini başarıyla geçen Ak Parti, bütün ağırlığını, ilk defa halk tarafından doğrudan seçilecek olan cumhurbaşkanı seçimlerine yoğunlaştırmıştır. (...) CHP ve MHP, bir çatı adayında uzlaşarak ve sonradan 13 farklı siyasal partinin de desteğini alarak, muhafazakâr kesimlerden oy alacağı beklentisiyle İslam İşbirliği Örgütü (İİÖ) eski Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu'nu aday gösterdi. BDP/HDP çizgisi ise Selahattin Demirtaş'ı aday gösterdi. (...) Ak Parti'nin adayı Recep Tayyip Erdoğan seçmenlerin %51,79'unun oyunu alarak Türkiye Cumhuriyeti'nin 12. Cumhurbaşkanı seçildi. Erdoğan, doğrudan halkoyuyla seçilen ilk cumhurbaşkanı unvanını aldı. Çatı aday Ekmeleddin İhsanoğlu oyların %38,44'ünü, HDP adayı Selahattin Demirtaş ise oyların %9,76'sını aldı. (...) CHP-MHP'nin çatı adayının istenilen düzeyde başarıyı elde edememesi, CHP içinde bazı kişiler tarafından Kılıçdaroğlu'na yönelik bir tartışmayı başlattı. AK Parti ise kurucu lideri Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olmasının ardından, olağanüstü kongresini toplayarak Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nu Genel Başkanlığa seçti. (...) 2011 yılından itibaren Suriye'de başlayan iç savaşın olumsuz etkileri Türkiye'ye yansımaya başladı. Kitlesel göçler sosyal ve siyasi hayatta çeşitli şikâyetlere konu oldu. Suriye'nin kuzeyinde PKK'nın Suriye kolu olan PYD'nin, Türkiye'ye yakın bir bölgede özerk bir yönetim kurması büyük bir tehlike olarak algılandı. PKK ise PYD kontrolündeki bölgedeki kazanımlarını Türkiye'ye taşımak ve Türkiye'de de özerklik elde etmek için eylemlere başladı. Çözüm sürecini de istismar ederek, şiddet içerikli bir takım sosyal ve siyasi karışıklıklar çıkarttı. HDP, 6 Ekim 2014'te Parti Meclisi ve MYK toplantılarının ardından, Suriye'nin kuzeyindeki Kobani'de yaşanan katliamları gerekçe göstererek halkı sokağa çağırdı. Selahattin Demirtaş'ın eylem çağrısından sonra, çıkan olaylarda 50'den fazla kişi yaşamını yitirdi ve yüzlercesi de yaralandı. Başta Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi olmak üzere birçok yerde iş yerleri yakıldı ve harap edildi. Maddi hasarın boyutları 300 milyon lirayı geçti... Olaylar bastırıldıktan sonra, başta Demirtaş olmak üzere siyasi sorumlular da yargılandılar ve mahkûm oldular... (...) “6-7 Ekim Olayları” olarak tarihe geçen bu olaydan sonra bölgede geçici bir durgunluk dönemine girildi. 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından PKK tekrar “devrimci halk savaşını başlattığını” açıklayarak terör faaliyetlerine devam etti. Bu suretle PKK, çözüm sürecini bitiren taraf oldu. Bunun üzerine hükümet PKK'ya yönelik operasyonları yoğun bir şekilde başlatarak peyderpey PKK'yı bertaraf etti. Türkiye'deki gücünü tamamen kaybeden terör örgütü, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye'ye çekildi. Ancak TSK, operasyonlarını bu bölgelere de yaygınlaştırarak, bu bölgelerde de PKK'yı bitirmek üzere operasyonlara başladı.
Sayfa 309Kitabı okudu
386 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.