Gönderi

Sanrı
Kaos sokağında menzilli hüzünler yaşıyor. Asfalt rengi mor, apartmanların pencereleri, şehre bakan kapılar hep güneş vurduğunda yangın varmış gibi duruyor. Koşup söndürmek istiyorum yangınları, Haliç engel oluyor bana, dingin, sakin ve biraz gülümser bakıyor bana “sakin ol” der gibi. Güneş aldatıyor bugün de bazen bulutların ardından bakıyor, bazen de öyle kızgın vuruyor ki yüzüme. Bir sokak ki o sokak orada kaybolmuşum, ağlamışım çocuklar gibi. Kaldırımlara düşmüş hala kendini avutan ruhum. İçimde kopup, uzaklara giden şeyler varmış gibi. Ruhum kendine dönüp baksana, nafile dinlemiyor beni, benim başkalarını kendi gibi sanan yaslı ruhum… Etrafımdaki insanlar bir dil konuşuyorlar, duyuyorum ama anlamlandıramıyorum. Gitmek istiyorum, yalnızlığımı hep elime yüzüme bulaştırıyorum ve yalnız kalmayı bile beceremiyorum. Hep o yolsuz sokaklar, taşlar var önümde takılıp düşeceğim diye çocuk gibi kalbim çarpıyor. Aşık olmuş gibi arşınlayarak yürüyorum sokakları. Oysa aşk hiç beni ziyaret etmemiş, uzaktan kıs kıs gülüyor şimdi aşk. “Sen kimsin, ben kimim ?” diyor. “Seninle ne işim olabilir ?” diye de ekliyor. Çekip gidiyor taşlı yolda ayakları yere değmeden… Aşk eski bir ezber insanların durmadan dillendirdikleri diyorum. Bertaraf oluyorum… Bütün yoksunluklarım, bütün pahalı acıklanmalarım beş para etmiyor. Düşlerime giriyor zenci kadın yine. Bağırmak istiyorum, bağıramıyorum sesim kısık, uyandığımda huzurlu bir gerçeklik sarıyor etrafımı. Sonra büyüyorum ve daha fazla üşüyorum, üşütüyor beni büyümek, çıkmaz sokaklara sapıp geri dönüyorum. Düşlerimde bu defa araba kullanıyorum, bir yerlere çarpıp paramparça olacağımdan korkarak. Ama yine de saplantılı bir inatla arabayı sürmeye devam ediyorum. Geri planda olan bir hayat seçiyorum kendime. Oyuncaklarım, fesleğenim, sessizliğim ve kızıl saçlı bir bebek. Ve bir insanı terk etme özlemi… İçinde biriktirdiğin, parçalanmış ve belki de akabilecek olan her şeyi boşaltmanın sessiz sonsuzluğu ve huzuru… Şimdi sorduğum tüm sorular bir nehrin azgın sularında soldu, yine sorular soruları doğurdu. Ben kimim ? Neyin nesiyim ? Ardımda doğurduğum ve doğurmamakta da bazen ısrar ettiğim küçük, cılız, solgun, dokunmaktan korktuğum menzilli hüzünler. Etrafa gülümsemekte yüzüm ne yaptığını bilmeden. Ay ışığı sokağında çocukca sevdalar vardı. Köşeden döndüğümde hapse konulmuş, tutulmuş, alı konulmuş saf serzenişlerim yolculadı beni… Platonik miydi ? Bütün hayata heveslerim platonikti o zamanlar. Sen bende olsan da, ben sende doğmamayı tercih ediyorum. Doğmak bazen sancılı, bazen karşı konulmaz. Feryat figan ağladı bir bebek… Bugün, yarın ve sonsuzluğa inat susmadı. Çaresizce çırpınan kalpler meleklere teslim edildi. Bir kalaşnikof patladı, çelik çomak oyunu bozuldu… Sustu bütün sokaklar ve bir bütünün parçalanmış tüm halleri… Susmak ya da susturulmak… Biri senin tercihin, diğeri mecbur bırakıldığın. Bütün ağızlar konuşunca susmak unutuldu, oysa susmanın da kaçınılmaz zorunluluğu sarıyordu her yanı. Susmalar sokağında susmaya ramak kala konuştum ben Bütün suratlar bana teğet geçti, bütün ezberler dağılıp, pul pul oldu başımın üzerinde. Gözlerim anlatmayı istediklerinden küstüler, onlar da istedi kendi başına buyruk çalım atmayı. Bir kıraç yol bürüdü gözlerimi, toz duman kör mü olmuştum, ya da gözlerimin anlama dair son sahnesi miydi ? Sahnelerin aldatıcı dumanı sarmış etrafı, şimdi tüm sahneler gerçek mi ? Benim gözlerim gibi gerçek mi tüm sahneler ? Menzilli hüzünlerimle oynaşıyorum şehrin safiyane Arnavut taşlarına takıla takıla. Birgün denize bakıyorum, birgün semaya. Aldatıyor bütün yediverenler, şehrin allı pullu yüzünde kaybolmuş muyum ? Ben ellerimi yazmaya hazırlıyorum, ruhumu da melankolik yaradılışlarıma… Mevlana: “ insan gözden ibarettir, geri kalan cesettir, göz ise ancak gerçek dostu görendir” Göz sözün aynası, tutsağı, çaresiydi güz zamanlarında, yağmur camları derin derin tırmalarken. Sözümüz kefilimizdi, pranga gözlerimizde özgürlük naralarına yanmışken… Çevirmişken gözümü şafaklara, kutsayacak bizi er ya da geç soldurduğumuz kaçaklı zamanlar. Şimdi herşey menzilli kaderlerden ibaret… Sen, ben ve kısacık konuşmalarla, sebepsiz susmalarla çevrili hayat… İnkar etsek de içimizdeki benliksizliklerimizi, paklıyor bizi sebepsiz susmalarımız. Susmalarla karşıladık içimizde yolcu ettiğimiz kimsesizliklerimizi. Menzilli hüzünlerle başladım yine cümlelerime… Sezgi Eren Yıllar önce epey gençken karaladığım satırlar..
·
121 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.