..kusursuzluk basamakları ...Ne olduğunu bilmek istermisiniz? Ona göre, kusursuzluğun ilk basamağı ‘değirmende, bir üst basamağı’ sürülmüş tarlada, bir üstü de, ..., ‘dinlendiğin yatak’ta bulunur.
Değirmen bu dünyadaki yaşamı simgeler. Hiç fena bir seçim değil doğrusu. Sürülmüş tarla, dünyevi insanın ruhunu yani, din adamlarının ve vaizlerin çalışma alanını. Daha yüce bir düzey. Yatağa gelince...”
“Yeter! Biliyoruz!” diye haykırdı Settembrini. “Beyler, şimdi size hovarda yatağının amacını ve kullanımını anlatmaya başlayacak.”
“Bu kadar tutucu olduğunuzu bilmiyordum, Lodovico.
Kızlara göz kırparken de gördüm sizi. Sizin o dini umursamaz açık görüşlülüğünüze ne oldu? Yatak, düşünsel bağlamda, iki sevgilinin, Tanrı’yla birleşmek amacıyla bu dünyadan ve onun yaratıklarından kopup birleştiği yerdir.”
“Aman, andante, andante!” diye karşı çıktı İtalyan, neredeyse ağlamaklı. Herkes güldü buna. Sonra Settembrini onurla, “Ah, hayır, ben AvrupalIıyım, bir Batılıyım. Sizin derecelemeniz tam Doğu’ya göre; Doğu eylemden nefret eder. Lao-Tzu, yerle gök arasında hiçbir şey yapmamak kadar hayırlı bir şey olmadığını ve insanlık eylemlerden vaz geçmiş olsa yeryüzüne tam bir barışın ve mutluluğun egemen olacağını öğretir.
Alın size biriyle yatmayı!”
“Deme! Peki, Batı mistisizmi? Ya kiyetizm? Fenelon’un da savunduğu gibi, her eylemin kusurlu olduğunu ve bunun tek başına iradesini uygulamak isteyen Tanrı’yı gücendireceğini varsayan bu öğretiye ne demeli?
Molino’nun önerilerine değinmem yeterli. Kanımca, dinlere tek ruhsal açıdan selamete erebileceğini sanmak tüm insanlık için geçerli bir şey.”
Tam bu noktada Hans Castorp saflığın verdiği yüreklilikle söze karıştı ve boşluğa bakarak, “Düşünceye dalmak, kendini çevreden soyutlamak - bunlar boş şeyler değil, mantıklı geliyor. Burada dünyadan elimizi eteğimizi iyice çekmiş olarak yaşıyoruz denebilir. Beş bin feet yükseklikte şezlonglarımıza uzanıyor -şaşılacak kadar rahatlar- ve dünyayı ve onun yaratıklarını yukarıdan izleyip onu bunu düşünüyoruz. Gerçeği söylemek gerekirse, durup düşündüğümde, yatağım -yani, şezlongum demek istediğimi anlamışsınızdır- son on aydır çok yararlı oldu çünkü benim düzlükte o kadar yıldır düşündüğümden çok daha fazlasını düşünmemi sağladı; bunu yadsıyamam,” dedi.
Settembrini ona ışıl ışıl parlayan hüzünlü gözlerle baktı. “Mühendis bey,” dedi sıkıntılı bir sesle ve onlara duyurmadan öğüt verecekmişçesine onu kolundan yakalayıp öbürlerinden biraz uzaklaştırdı. “Size kaç kez, bir insanın kim olduğunu ve ona uygun düşen düşünceleri bilmesi gerektiğini söyledim. Bir Batılıyı, ne önerilirse önerilsin, tek bir şey ilgilendirir: akıl, analiz, iş ve ilerleme, yoksa bir keşişin tembel döşeği değil!”
Naphta söylenenleri dinlemişti. Arkaya bakıp,
“Keşişler! Avrupa toprağındaki kültürü ve Almanya’nın ve Fransa’nın balta girmemiş ormanlarla ve bataklıklarla kaplı olmamasını onlara borçluyuz. Bize tahıl, meyve ve şarap vermelerini de. Keşişler beyim, büyük işler başardılar.”
Cilt 2