Gönderi

160 syf.
10/10 puan verdi
UZUN SÜRMÜŞ BİR GÜNÜN AKŞAMI Post-modernist düşünür ve sanatkâr Bilge Karasu'nun 1971'de Sait Faik Hikaye Armağanı'na layık görülen ikinci öykü kitabı Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı; Ada, Tepe ve Dutlar adlı üç bağlantılı öyküden oluşmaktadır. Ada ve Tepe ortak zaman, karakterler ve olay örgülerinden oluşurken, Dutlar, ayrı bir başlıkla sunulan, Ada ve Tepe'deki felsefi alt yapının güncel yansıması olan kısa bir öyküdür. Musevi asıllı sonradan İslamlaşan bir aileye sahip Karasu'nun pek çok öyküsünün alt yapısını oluşturan inanç, inançsızlık ve varlık sorunları Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı'nda da en önemli konulardır. Kitapta yer alan üç öyküde dini buhranların inanç ve düşünce özgürlüğü üzerindeki etkileri, kaçış-arayış-varoluş üçgeninde hiçlik ve kahramanlık hâlleriyle sorgulanır. Uzun Sürmüş Günün Akşamı, Karasu Türkçesi, parçalı zamanla bilinç gezintileri, metinlerarasılık, seçkincilik ve üst kurmaca unsurlarının gözlendiği, güçlü ve tarihsel hikâye alt yapısı ile Post-modern edebiyatta çok önemli bir eserdir. İkonakırıcılığına Karşı Bir Münzevi Keşiş: Andronikos "Elbette ki sansür her zaman, her diktatörlüğün doğuştan kardeşidir." Vicdan Zorbalığa Karşı Ya da Castellio Calvin'e, Stefan Zweig Ada ve Tepe öyküleri İkonoklastik Dönem'de iki keşişin arayışlarını yansıtır. İkonoklastik dönem, İsoriyalı Leon'un 717- 718 kuşatmasından kurtardığı Konstantinopolis'in Hrsitiyanları üzerindeki pagan etkiyi silmek istemesiyle başlayan dönemdir. Bizansın 8. yy.'da İslamlar karşısındaki giderek artan yenilgileri sorgulanır ve düşmana hak verilir: Müslümanların Hz. İsa'nın ve Hz. Meryem'in resim ve heykellerine tapınmayı putperestlikle özdeşleştiediği gibi bir kesim Bizanslılara göre de putpereslik yenilgilerin sebebidir. İkona karşıtı olan Konstantinopolislilerin karşısında pek çok klise önderi ve Roma'da Papa, ikonakırıcılığa karşıdır, Bilge Karasu'nun Andronikos'u tam olarak burada ortaya çıkar. İkonakırıcılığa karşı duruş sergiledini gizleyen ve yeni kuralları kabul etmeyen Andronikos'un kaçış Ada'sıdır ilk öykü. İsa'nın çarmıha gerildiği yaştaki keşişin bilinci müthiş bir sorgulama içindedir, yüzlerce yıldır inanılan doğrular bir sabah yanlış oluvermiş ve değişmek kaçmaktan daha zor gelmiştir. Uzun bir gün boyunca kaçış onu kendini bulmaya yaklaştırmışır: "Kendi sınırlarını, aklının sınırlarını açınsayacak önce, saptayacak, bunu yaparken bu sınırların ötesine geçmeğe çalışacak. Geçecek belki de; bu sınırlar kesin değil, biliyor. Bu sınırları genişletmek, bu sınırları kırmağa çalışmak, insan için ileriye götüren tek yol olsa gerek. Bilgiyi, bilgeliği artırmak, Tanrıyı tanımada ilerlemek, bu değil mi?.." syf:49 ~~~ Andronikos'un kendini buluşu kesintili bir yansı. Akibeti Tepe öyküsüyle Ada'da da adı sıklıkla geçen İokim'le öğreniliyor. Sene 843, alışılan inanç yollarından ayrılmak istemeyen Konstantinopolis halkı sonunda Bizans İmparatorlarını dize getirir ve ikonaların kırık kalpleri onarılmaya çalışılır. Bugünün gözüyle bir tapınma aracının ötesinde mükemmel sanat eserleri olarak değerlendirilebilecek ikonların, fresklerin korkunç kıyımı İkonoklastik dönemin bir utanç dönemi saymaya yeter midir? "Oyma put yapmayacaksın ve onlara tapınmayacaksın" emrine uyulması insanın tabiatı için her zaman güç mü olmuştur? Sanat eserinin ve putun bir ve eş sayılamayacağı aşikârdır. İnsanın her daim putsevici olduğunu, bugün dahi kendine putlar yaratmaktan vazgeçmediğini göz ardı ermemek gerekir. Ve 8. yy.'da da bugün de asıl meselenin put ya da sanat değil siyasi çatışmalar olduğunu anlamak pek de güç değildir. İokim'in arayışı Ada öyküsünün de üstüne çok zor bir okuma/ tırmanma gerektiren Tepe'de gerçekleşir. Yavru bir tilki ile kurduğu bağla, Andronikos'a duyduğu yakınlık kadar inanç, ölüm, özgürlük, utanç, korku, hepsinin ötesinde kendisiyle sınanır İokim. Kapadokya'nın gizil mabetleri gibi oydukça oyar İokim'in ruhunu Karasu. Korkak olanın korkusuz kıyıcılığıyla bir kahraman yaratır, istemeden. Metinlerarasılığın, üstkurmacanın, parçalı zamanın yarattığı kaosta muhtaşem dil oyunları ile Tepe muazzam bir öyküdür. ~~~ "Bir şehirde ya da bölgede hakiki inançlı sayılırken diğerinde bu yüzden sapkın diye Aforoz edilebilirsin; öyle ki, eğer bir kimse rahatsız edilmeksizin yaşamak istiyorsa şehirlerin ülkelerin sayısı kadar bol inancı ve dine sahip olmak zorundadır." Sebastian Castello - Vicdan Zorbalığa Karşı Ya da Castellio Calvin'e, Stefan Zweig Dutlar, hep oradalar. Bizans zamanında da dutlara tırmanan tırtıllar vardı, bu kurak zamanlarda da varoluştalar. 1200 yıl sonra aynı topraklarda inancın, ırkın, davaların çatıştığı değişmez bir kavganın ortasına bırakır Karasu okuru Dutlar'da. Müslüman ya da Hristiyan oluşunuz hâlâ çok önemlidir. Yurtsuz kalma korkusu her zamankinden daha ağırdır. Kaçıp sığınacağınız ne bir ada ne güçlükle uzun bir günün akşamında tırmanabileceğiniz bir tepe vardır artık. Bir sabah bir darbe olur ve tüm putlar kırılır. Bir sabah başka bir darbe olur ve yeni putlar yapmak için özgürsünüzdür. Dutlar, Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamında' üzerindeki tırtıllarla, orada, ikinci yapraklarını dökmektedir. Bilge Karasu, Türkçesi, kelimeleri birbirine zikzak ayarında dikip bir anda ipin ucunu kesivermesi Zamandan öndeki zamandan bugüne aynı endişe ile çıkıvermesi Bireyin içini oyarken dışının korkunç devinmini de kalibre edebilmesi 'Geçmişimdigelecek'in o muhteşem bilmecesini çoktan bilmesi İle Türk Öykücülüğü'nde kırılmasına asla müsade edemeyeceğim bir İkona. Dutlar'da geçen "Hangi düşünce, yalnız bizimdir? Bir şeyi bir başkası bizden önce söylediği zaman, onun başka birinden yararlanmadığı söylenebilir mi? Nasıl söylenebilir? Nasıl düşünülebilir öyle bir şey?" Satırlarıyla üç öykü arası kurduğu metinsel bağın yanısıra hem kutsal kitaplara hem Sanat Tarihi kitaplarına hem de iki eser arasında ister istemez bağ kurduğum Vicdan Zorbalığa Karşı'ya koştum, Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı'nda. Zweig Sebastian Castellio ve Jean Calvin'in Kutsal Kitap'taki o meşhur şiirden doğan kavgasının dini nasıl kutuplaştırdığını monografiyle ele alırken, Karasu, arkeolojik bir kazı yaptırıyor adeta; arayışlar'la, oyunlarla... Ve Dutlar'la da sezdiriyor; kendini, bize. . . Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı okuduğum en iyi öykü kitaplarından biri oldu, metin çözümlemeyi sevenlerin özellikle okumalarını isterim. Psyche
Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı
Uzun Sürmüş Bir Günün AkşamıBilge Karasu · Metis Yayınları · 20191,596 okunma
·
388 views
Levent okurunun profil resmi
Öykünün ilk bölümünü okudum. Keşis kendini çok iyi yakalamış, uğruna hapis yatmayı dahi (işkence ve ölüm aklına bile gelmiyor) göze alamadığı "inanç" aslında ne kadar zayıf! Kitaptaki dönemin olayı bana Selim İleri'nin "hepsi alev" romanını hatırlattı.
Psyche okurunun profil resmi
"Nosce te ipsum"... Bireyin kendini bulma çabası: kendine yaklaşmak için yola çıkması... İnanç... bazen çok uzun yol gerekir ve herkes sığınacak bir ada bulamayabilir. İleri'nin romanını okumadığım için bilemiyorum.. Son öyküde çok güzel bağlanacak konular. Bakalım hangisini daha çok beğeneceksiniz..
2 next answer
Levent okurunun profil resmi
Kitabı bu yorum ışığında okumak çok faydalı olacak. Teşekkür ederim.
Psyche okurunun profil resmi
Ben teşekkür ederim Levent Bey, mutlaka okuyun.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.