Sokrates, M.Ö. 469, MÖ 399 yılları arasında yaşayan Yunanlı bir filozoftur. Kendisine ait bir eser bırakmamıştır. O öldükten sonra öğrencileri hayatı üzerine kitaplar yazmıştır.
Sokrates, diyalektik yöntemiyle, insanlar da âdeta "bildiğiniz bütün doğruları unutun!" algısını oluşturmuştur. Bu etkileyici yöntemle, muhataplarının tezlerini her defasında çürütmeyi ve kendine hayran bırakmayı da başarmıştır.
“Okuduklarınızı ve duyduklarınızı değil, kendi öz düşüncelerinizi, kendi içinizde olup bitenleri söyleyin. Başkalarının ağaçlarından meyve yeme alışkanlığından sıyrılarak, kendi bahçenizin fidanlarını yetiştirin. İşte o zaman, meyve yemenin zevkini tadacaksınız” diyen Sokratesin, bu noktada kişinin kendi düşünce gücüyle, birşeylerin doğru/yanlış veya iyi/kötü diye nitelemeye yönlendirdiği sonucuna varıyoruz. Ben bu düşüncesini sık sık kullandığım, "kime göre, neye göre doğru?" sorusuyla bağdaştırıyorum.
Aynı zamanda Sokratese göre, bir insanın iyi yada kötü olması, o insanın bilgisi ölçüsündedir. Çünkü birşeyin iyi veya kötü olduğunu tam manasıyla bilen bir insan yanlış yapmaz.
Bu düşüncesini şöyle dile getirir:
"Hiç kimse bile bile kötülük işlemez,
kötülük bilginin eksikliğinden ileri gelir"
Ve yine bilgi için şöyle der:
“Sadece bir iyi vardır, bilgi ve sadece bir kötü vardır, cehalet...
Cahil İnsan kendinin bile düşmanıdır; başkasına dost olması nasıl beklenir.”
İnsanı her zaman tefekkür etmeye ve dolayısıyla kendini bilmeye davet eden Sokratesin insanlarla olan ilişkisi öğretmen/öğrenci ilişkisinden uzaktır. Zira onu tanıdığımız şu sözlerini kendine ilke edinmiştir: "Bildiğim birşey varsa o da hiçbir şey bilmediğimdir!" Bu bağlamda kendine has üslubuyla, diyalektik yöntemle insanları gerçeği/doğruyu bulmaya sevk eder.
Erdemli yaşamayı herşeyin üstünde tutan Sokrates, bunu elde etme yolunun yine bilgiden geçtiğini şu sözleriyle dile getirir:
"Tüm insanlar iyiyi isterler ve erdem bilgidir. Mutluluk, bilgi ile elde edilen erdemlerle yaşanan bir ahlaki hayatla mümkün olabilir. Herkes, ahlaki bakımdan iyi olanı istemektedir. Herkes iyiyi ister. Fakat temel sorun, insanların iyi adı altında her istediğinin geçekten iyi olup olmadığıdır. Öyleyse iyi, insanların onun öyle olup olmadığını düşünmelerinden veya istemelerinden bağımsız bir varlığa sahip olmalıdır."
SOKRATES FELSEFESİ
Sokrates, felsefeyi:
"Felsefe, ruhu kesin ihtiyaç duymadığı sürece duyulardan uzak durmaya, kendisinden başka kimseye güvenmemeye ve gerçek varlıkları sadece kendisinin algılayabileceğine ikna ederek dikkatini toplamasını, kendi içine yoğunlaşmasını teşvik eder. Aynı şekilde, kendisi görünmeyen ve düşünce yoluyla kavranabilen şeyleri algılayabilirken, diğer duyularla incelendiklerinde farklı
durumlarda, farklı şekiller alabilen şeyleri, duyularla algılanabilir ve görünür oldukları için gerçek kabul etmemesini söyler."
Şekilinde diye tanımlar ve akabinde şu sözleri ekler: "Gerçek bir filozofun ruhu, böyle bir kurtuluşa karşı gelmemesi gerektiğine inanarak zevklerden, tutkulardan, keder ve korkulardan uzak durur.’’
Sokratesin bu düşüncelerinden yola çıkarak, maddiyattan uzak, manevi bir hayatı benimsediğini söylemek mümkün.
SOKRATES MAHKEME SAVUNMASI
Meletos adında ve beraberinde birkaç kişinin Sokratesi mahkemeye vermesi sonucunda, Sokrates idama mahkum edilmiştir. Hem de Sokrates bu iddiaların kendi içinde çeliştiğini, yine muazzam diyalektik yöntemiyle çürüttüğü halde gerçekleşmiştir bu..
Mahkemenin açıklama metni şöyleydi: "Sokrates, kentin inandığı tanrılara inanmadığı, yeni tanrılar icat ettiği ve gençleri yoldan çıkardığı için suçludur. Ölümle cezalandırılmalıdır."
Sokrates etkileyici savunmasınin bir kısmını paylaşmadan geçemiycem:
"Göründüğü kadarıyla benim dışımdaki bütün
Atinalılar gençleri iyi ve erdemli hâle getiriyormuş. Onları yoldan
çıkaran sadece benmişim. Bunu mu kastediyorsun?
— Kesinlikle bunu kastediyorum.
— Bana büyük bir mutsuzluk yüklüyorsun. Yanıt ver o zaman: Aynı durumun atlar için de geçerli olduğuna inanıyor musun?
Herkes atları geliştirirken, kim
olduğunu bilmediğim tek bir kişi mi onlara zarar veriyor? Yoksa tam tersine, atları daha iyi kılabilenler, kim olduğunu bilmediğim tek bir kişi ya da kısıtlı sayıda insanlar, yani atlarla ilgilenen uzmanlar olmasın? Sıradan insanlar ise atlarla ilgilendikleri ya da atları kullandıkları zaman, onlara zarar veriyor olmasın? Atlarla olduğu gibi başka hayvanlarla da öyle olmuyor mu Meletos? Sen ve Anytos kabul etseniz de etmeseniz de öyle oluyor. Kendilerine sadece tek bir kişi zarar verirken diğer herkes yararlı olsaydı, gençler bu durumdan büyük mutluluk duyardı. Öte yandan Meletos, bu söylediklerinle bugüne kadar gençlerle hiç ilgilenmediğini ve beni mahkeme önüne çıkardığın
konularla hiçbir ilgin olmadığını kanıtlıyorsun.
Zeus aşkına, bir de şunu söyle Meletos: İyi yurttaşlar arasında yaşamak mı daha iyidir, kötü yurttaşlar
arasında mı? Haydi yanıt ver dostum, sana zor bir soru sormuyorum.
İyi insanlar çevrelerine her zaman yararlı olurken, kötüler onlara zarar vermiyor mu?
— Kesinlikle öyle!
— O hâlde
yakınlarından yararlanmak yerine onlardan zarar görmek isteyen
herhangi biri olabilir mi? Yanıt ver sevgili dostum, yasa sorumu
yanıtlamanı emrediyor. Zarar görmek isteyen biri olabilir mi?
— Tabii ki yoktur.
— Öyleyse beni gençleri yoldan çıkardığım
suçlamasıyla mahkeme önüne çıkardığına göre, sence bunu isteyerek
mi yoksa istemeyerek mi yapıyorum?
— İsteyerek yapıyorsun tabii.
— Neler diyorsun sen Meletos? Bu genç yaşında bilgelik alanında benim yaşımdaki birinden öyle üstünsün ki, kötülerin çevrelerine her zaman kötülükler, iyilerin de [her zaman] iyilikler yaptığını
öğrenebilmişsin! Oysa ben öyle cahilim ki, çevremdekilerden birini kötü bir insan hâline getirirsem ondan zarar göreceğimi göremiyorum! Üstelik bu çok büyük kötülüğü bilerek ve isteyerek
yapıyorum, öyle mi? Beni ikna edemiyorsun Meletos, başka kimseyi de ikna edebileceğini sanmıyorum. Ben ya kimseyi yoldan çıkarmıyorum ya da yoldan çıkarıyorsam bunu bilerek ve isteyerek yapmıyorum. Öyleyse sen her iki
durumda da yalan söylüyorsun. Eğer gençleri istemeden yoldan çıkarıyorsam, bu türden kasıtsız suçlar için mahkeme önüne çıkmamı emreden yasa yok. Beni bir kenara çekerek doğruyu göstermen, nasihatlerde bulunman gerekirdi. Bana öğretilseydi istemeden yaptığım hatalardan vazgeçerdim. Ama sen bana uzak durdun ve yanıma gelerek nasihat etmeye yanaşmadın. Tam aksine, yasaya göre eğitilmeye değil, cezalandırılmaya ihtiyaç duyanların çıkarıldığı mahkemenin önüne çıkardın."
Mahkeme, idam cezasını onaylanmadan önce, yargıç Sokrates’e, mevzubahis söylemlerin kendisine ait olmadığını, bu söylemleri inkar ettiğini söylemesi durumunda, idam kararını bozacağını söyler. Sokrates bu teklifi reddeder ve “Ben söylemedim dersem, düşüncelerimin insanlar için hiçbir önemi kalmaz. Beni idam edin, çünkü idam ederseniz, düşüncelerim sizin sayenizde bütün dünya insanlarına ulaşacak ve bundan binlerce sene sonra bile Sokrates adı biliniyor olacak” der. Yargıç idamın iptali şartını yineler ve Sokrates “Evet ben bunları söyledim. Sözümün ve düşüncelerimin, hayatım pahasına arkasındayım” der ve af teklifini reddeder.
Sokrates, bu etkileyici konuşmasına rağmen, hâkimleri kızdırdığı iddiasıyla, ne yazık ki mahkemenin heyetinin verdiği 31 oy farkıyla idama mahkûm edilmiştir.
Erdemli bir insan olduğunu her hareketi ve sözünde görmek mümkün. Zira onu hapishaneden kaçırmak isteyen arkadaşlarının teklifini yine etkileyici diyalektikliğiyle reddetmiştir.
SOKRATİK RUH VE BEDEN ANLAYIŞI
Sokrates, ruhun ancak bedenden azad olduğu zaman gerçeğe ulaşacağını öne sürer. Bu bağlamda Sokratesin, bir metafizik anlayışı güttüğüne şahit oluruz.
"Düşüncelerimiz bizi bir patikada ilerlermişçesine şu sonuca
ulaştırıyor: Bedenimiz var olduğu ve ruhumuz onun gibi bir
kötülükle yoğrulmuş hâlde bulunduğu sürece, hiçbir şekilde arzuladığımız, gerçek adını verdiğimiz şeye bizi tatmin edecek
kadar sahip olamayacağız.Bedenimiz
besinlere ihtiyaç duyduğundan, on binlerce can sıkıcı uğraşı doğurur. Ayrıca maruz kalabileceğimiz hastalıklar da gerçeklerin
peşinden koşmamıza engel olur. Haklı olarak söylendiği gibi bedenimiz bizi aşklar, tutkular, korkular, her türden hayaller ve
saçma gevezeliklerle doldurur ve onun yüzünden bir an olsun enbasit bir şeyi bile düşünmemiz mümkün olmaz. Savaşlar, isyanlar ve çatışmalar bedenle onun istekleri yüzünden çıkmıyor mu? Bütün
savaşlar maddi kazanımlar sağlama isteği yüzünden çıkar, maddi kazanımlara da bedenimize köle gibi hizmet edebilmek için ihtiyaç duyarız. İşte bu yüzden felsefeye ayıracak boş zamanımız kalmaz. Fakat işin en kötüsü, bedenimiz herhangi bir şeyi araştırmamız için bize zaman tanıdığında bile, araştırmamız süresince sürekli müdahâle eder, gürültüye ve telaşa neden olur, düzenimizi bozar ve gerçekleri açıkça görmemize engel olur. Bir şeyi hakkıyla öğrenmek istediğimizde bedenimizden kurtulmamız ve sadece ruhumuzla araştırmamız gerektiğini artık kanıtlamış bulunuyoruz. Göründüğü kadarıyla, arzuladığımız ve âşığı olduğumuzu iddia ettiğimiz sağduyuya, yaşadığımız süre içinde değil, ancak öldükten sonra kavuşabiliriz. Bedenimiz aracılığıyla gerçekleri tanımak mümkün olamayacağına göre ya hiçbir şekilde gerçek bilgiye ulaşmak mümkün değildir ya da ona ancak ölümden sonra ulaşabiliriz, çünkü ruh sadece o zaman bedenden ayrılma imkânını bulabilir, daha önce değil. Ama öyle sanıyorum ki, yaşadığımız süre içinde gerçeklere yaklaşmak istediğimizde, zorunluluklar dışında bedenimizle hiç ilişkiye girmediğimiz, bize dokunarak bizi kirletmesine müsaade etmediğimiz
ve tanrı gelip bizi kurtarıncaya kadar ondan uzak kaldığımız oranda bunu başarabiliriz. Bedenin basiretsizliğinden kurtulup
arındığımızda, arınmış varlıklarla birlikte olacağız ve kendi imkânlarımızla arınmış bilgiye ulaşacağız. Gerçek dediğimiz şey belki de bu bilgidir, çünkü arınmamış olanın arınmış olana değmesi kabul edilemez" der ve ruhun bilgiyi önceden bildiğine, bişeyi öğrendiğimizde aslında onu hatırladığını iddia eden ilginç bir tez de atar ortaya.
"Ruhlar insan şekline bürünmeden
önce de bedenlerden ayrı olarak vardılar ve düşünme yetisine sahiptiler."
Ona göre bilgi öğrenmek değil hatırlamaktir.
Ve bu tez, beraberinde Sokratesin reenkarnasyona olan inancını da gözler önüne seriyor.
Bunu yine bir öğrencisiyle sohbetinden yapmış olduğum altında görebiliriz:
"Sürekli tekrarladığımız güzel, iyi ve buna benzer diğer özler varsa ve biz duyularla
gelen her şeyi daha önceden var olan bu özlere indirgiyorsak, bu
özlerin önceden var olması gibi ruhlarımız da biz dünyaya gelmeden önce var olmalıydı. Ama bu özler hiç var olmadıysa,
söylediklerimizin anlamı kalmıyor. Durum öyle değil mi? Bizler daha doğmadan hem bütün bu kavramlar hem de ruhlarımız var olmak zorundaydı. Ama kavramların var olmaması durumunda ruhlar da var
olamazdı."
Sokrates idam edildiği gün dostları tarafından yalnız bırakılmamıştir.
Baldıran zehrini içmeden az önce bir öğrencisinin elinde tanımadığı bir müzik aleti görür. “Bana bunun nasıl çalındığını anlat” der. Öğrencisi üzgün bir şekilde, “Öğreteyim ama Sokrates, sanırım bunu çalıp keyif alacak zamanın olmayacak” der. Sokrates ise “Evet bunu çalıp keyif alacak zamanım yok ama öğrenmenin keyfi var ya” diye karşılık verir. “Ne bilgeler bilgeliği ararlar, ne de bilgisizler bilgeliğin ardına düşerler.” der ve öğrenmenin ona verdiği hazza dikkat çeker.
Sokratesin ona verilen zehri içtikten sonra son sözleri şu olmuştur: “Askleipos'a bir horoz adadık; onu yerine getir, unutma!”
Ölümünden sonra Sokratesin suçsuz olduğu ortaya çıkmıştır. Fakat maalesef bu o saatten sonra gideni geri getirmeyecekti..
"Ayrılma saati geldi ve kendi yollarımıza gidiyoruz.. ben ölmeye, siz yaşamaya. Hangisinin daha iyi olduğunu yalnızca Tanrı bilir.."