Gönderi

423 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 günde okudu
Ne tuhaf okurlarsınız siz, ne tuhaf ülke burası!
Şeyh Galip’in "Gah kar yağıyordu, gâh karanlık." sözü bu kitabın epigraflarından biri değil sadece, kitabın özeti. Adı gibi kara, kasvetli bir roman bu, en çok da karlı. Batılı panjurların arasından alaturka bahçemiz İstanbul’un üstüne yağan karları seyrediyoruz uzun uzun. Şehrimiz hınca hınç dolmamış daha. Tramvaylar kağnı hızında gidiyor. Güzelim ceviz ve kestane ağaçları da nüfusa dahil. Singer dikiş makinelerinin tıkırtısı geliyor kulağımıza. Sonra o karlar erirken kendiyle birlikte bir şeyleri de sürükleyip götürmeye başlıyor. Avrupalılaşma, her şey gibi geç ve çarpık gelen kapitalizmin unutturduğu, silikleştirdiği hikayelerimiz giriyor işin içine. Bedii ustanın bize benzediği için camekanlarda yer bulamayan mankenlerini sahneye çıkarıyor Pamuk. Onların, yani bizim yüzlerimizin gizli şiirine, bakışlarımızın korkunç esrarına bakmaya çalışıyor roman boyunca. Bu roman biraz İstanbul, biraz da Galip. Kapanan bir devir ve o devrin kendine bir kimlik bulmaya çalışan insanı. Galip’in İstanbul’da ve kendinde kayboluşu, ama en çok da arayışı bu kitap. Yazarın dediği gibi belki biraz da İranlı şair Feridüddin-i Attar'ın şiirindeki kayıp padişahları Simurg'u arayan bir kuş sürüsünün yaptığı yolculuğa benziyor, hani şu en sonunda aradıkları şeyi kendi içlerinde bulan. Mevlana’dan Şems’e, Proust’tan Albertine’e, kuşlardan Simurg’a, Galip’ten Rüya’ya, insandan kendisine sorulan ve her seferinde cevabı bir sisin içinde kaybolan bir sorunun romanı bu: "Ne kadar zaman arayacağım seni ev ev, kapı kapı? Ne kadar zaman köşeden köşeye, sokak sokak?" Hepimiz onu arıyoruz. “Hepimiz O’nu bekliyoruz.” Avuç içlerimizde mor halkalar bırakan pazar fileleri gibi taşıyoruz hayatı ve filenin yırtıklarından düşenleri ardımız sıra bırakıp, neydi o, kaçırdığım hayat parçacığı nerede, diye bakınıp duruyoruz nafile yere. Yeşil tükenmez kalemi tutkuyla seven, gözlerini kısışını sevdiğimiz insanlar biriktiriyoruz hayatımızda, sonra onların, bir “ne bileyim” e dönüşmesini seyrediyoruz. Sonra bırakıp Rüya’mızı çocukluğumuzun çıfıt çarşılarında, bal gibi de devam ediyoruz yaşamaya. Hayat bize anlatılan hikayelerle, bizim başkalarına ve kendimize anlattıklarımızla sürekli kurup bozduğumuz bir oyun alanı ve biz, “İnsan kendisi olabilir mi” ile “insan kendinden başkası olabilir mi” arasında bir yerlerde sıkışıp kalmış oyuncular olduğumuzu fark ediyoruz irkilerek. Galip’in Rüya’yı aradığı gibi arıyoruz O’nu. Rüya gerçekten var mıydı, bizim miydi ondan bile emin olamıyoruz, ama arıyoruz. Kara bir aynadan yansıyan apartman boşluklarına bakıyoruz Galip’le birlikte. Her şey, bu bakış, bu apartmanlar ve bu boşluklar, bir tuhaf. Doğru, “Ne tuhaf okurlarsınız siz, ne tuhaf ülke burası.” -.- Epey tartışmalı bir kitap bu. Orhan Pamuk’un bu kitabı yazarken başka yazarlardan fazlasıyla esinlendiğini dair dedikodular var, özellikle yan karakterlerin çok bilinen eserlerden toplanıp derlenmiş olduğu iddiaları. Tahsin Yücel de kitaptan kötü cümleler toplayıp kitabın ne kadar kötü yazıldığını ispat etmeye çalışmış bir yazısında. Kitabın bütününe bakınca bunlar süpürgeye hacet olmadan halının altına giriyor bana kalırsa. Öte yandan, bu tartışmaların üstüne serpiştirilen tuz da biraz Orhan Pamuk alerjisinin güneşte kurutulmasıyla üretiliyor. Okur bu kitabı sevmeyebilir, zor, karmaşık bulabilir, hatta sıkılabilir de okurken. Ama bu kitaba kötü demek büyük haksızlık olur. Çok katmanlı, çok uğraşılmış, müthiş bir emek ve zekayla yazılmış iyi bir kitap bu. Ve Nobel Edebiyat Ödülü verilirken “Kentinin melankolik ruhunun izlerini sürerken kültürlerin birbiriyle çatışması ve örülmesi için yeni simgeler bulan..” diye başlayan konuşmanın gerekçesi de en çok bu kitap. Sonsözden yazarın cümleleriyle: “Sivri dilli bir İngiliz eleştirmen böyle sıkıcı bir kitabı yalnızca Fransızların sevip okuyabileceğini ve İsveçlilerin de ünlü ödüllerini vereceklerini yazmıştı, alaycılıkla. Bu kehanet de on iki yıl sonra kitabın ruhuna uygun bir şekilde doğru çıktı. Kırka yakın dile çevrilen Kara Kitap en çok Fransa'da sevildi ve Nobel jürisi başkanı da en çok bu romanımdan etkilendiklerini 2006 yılında ödülü duyurduktan hemen sonra açıkladı.” ~.~ Orhan Pamuk, malum, herkesin kendine göre haklı-haksız bir gerekçesi olmakla birlikte, çok sevilen ve sahiplenilen bir yazarımız değil. Varsa eğer, yazarla aranıza koyduğunuz o mesafeyi korumayı sürdürebilirsiniz. Ama bu kitabını okuyun derim. Peki niye 10 değil 9 puan verdi derseniz? -Kimi yerlerde anlatım ansiklopedi okuyormuşum hissi verdiği için. -Kimi cümleler insana çeviriden okuyormuş gibi hissettirdiği için. Yok hayır, çok iyi bir kitap olmakla birlikte, bu kitapla ilgili defalarca gördüğüm “Türkçe’de yazılmış en iyi metindir” sözü doğru değil. Hülasa, Türkçe yazılmış en iyi metin hala Tanpınar’ın
Huzur
Huzur
’udur :)
Kara Kitap
Kara KitapOrhan Pamuk · Yapı Kredi Yayınları · 20229,2bin okunma
·
2.624 görüntüleme
Levent okurunun profil resmi
Kara Kitap anlaşılması zor, ağır bir kitap. Kitabı anlamak ve keyif almak iyi bir alt yapı gerektiriyor. Kitabı okumamış olan arkadaşlarıma kitabı okumadan önce sizin kitap hakkındaki yorumunuzu okumalarını önereceğim. Teşekkürler Bu arada ben ilk sıraya Orhan Pamuk'un "Kafamda Bir Tuhaflık" romanını koyuyorum. Güzel kitaplarınız olsun..
Emel Keleş okurunun profil resmi
Kafamda bir tuhaflık’ı henüz okumadım ama kitaplığımda bekliyor. Umarım kendini sevdirir. Teşekkür ederim yorumunuz için🙏
2 sonraki yanıtı göster
MehmetÇE okurunun profil resmi
PAMUK kitaplarının hep bir derinliği ve ön okumaları olmalı diye düşünüyorum. İnceleme için teşekkür ediyorum. Keyifli okumalar diliyorum 👏
Emel Keleş okurunun profil resmi
Ben teşekkür ederim 🙏
Burak Turker okurunun profil resmi
Başarılı bir inceleme olmuş. Teşekkürler 👍
Emel Keleş okurunun profil resmi
Ben teşekkür ederim.
tugbaokuyor okurunun profil resmi
Kitap çok iyiydi ,her babayiğidin harcı değil yalnız .Incelemeniz de çok özel, beğenerek okudum🤗❤
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.