Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

"Aşkımıza Reklam aldım" II
Ben bu yazıyı yazarken; Başbakanımız, Fatih Projesi kapsamında öğrencilere bilgisayar dağıtıyordu. Güle güle kullansınlar. İlim ile irfan ile kullansınlar. Lakin nasıl güle güle kullanacaklar! Okuma alışkanlığı kazandıramadığımız çocuklarımızın, internet üzerinden bilgi sahibi olacakları aldatmacasından büyüklerimiz kendilerini bir kurtarabilse! Ben bu yazıyı yazarken; yer gök "dindar gençlik" tartışmalarına odun taşıyordu. Başbakanımız'ın "Dindar bir gençlik istiyorum" derken bunun bir strateji mi yoksa bir taktik mi olduğu üzerinde iyi düşünmesi gerekiyor. Eğer stratejik olarak bunu ifade ediyorsa, ilk yapması gereken şey, eylemin söz üzerinden imha edilmesine engel olmaktır. Mevcut duruma baktığımızda, dindar gençlik yetiştirmek ile ilgili olarak stratejik bir durumdan bahsetmek mümkün görünmüyor. Geriye kalıyor bir taktik olarak "Dindar bir gençlik yetiştireceğiz" söylemi. Dinin "taktik " olarak söylemin içine yerleştirilmesinden bu ülkede en çok dindarlar zarar gördü. Yok, eğer Başbakanımız strateji olarak dindar bir gençlik yetiştirecekleri konusunda ısrarlı ise önce şu hakikati kabul etmeleri gerekiyor: Dindarlar ve sekülerler diye bir şey yok. Farklı zamanlarda dindarlığımız söz konusu. Farklı mekânlarda sekülerliğimiz. Pazartesi günü dikkatinize sunduğum yazı tam da bu durumu idrak etmemizi sağlıyor. Neydi konu? Pendik Meydanı'nda dev ekrandan yapılan "Sürpriz evlilik teklifi". Mevlit Kandili'nde; sürpriz evlilik teklifinin tanıkları, özneleri, tarafları olarak çoğunlukla başörtülü insanlardık o meydanda. Sürpriz evlenme teklifinin bütün sahnelerine tanık olmayı beklerken... Tam saniyeler geriye saymaya başlamışken... Canhıraş bir şekilde bağıran genç kızların sesini duydum. Yaşları 14-17 arasındaki iki kız iki erkek birbirine girdi. Zabıtalar orada duruyor. "Ayırın şu çocukları!" dedim. Kimse oralı değil. Ben hayretten, şaşkınlıktan ölmek üzereyim. Rabbim hayretimi arttır diye dua ederim. Sosyoloji okumalarına devam eden Zeynep "Hocam" dedi "sizi görünce hayretinize hayret ederek sizi izlemeye başladım. Ben artık hiçbir şeye hayret etmiyorum." En kötüsü bu ya! Hiçbir şeye hayret etmemek. Donup kalmak! Donuk kalmak. Işıksız. Kör karanlık. Bu durum, galeyandan önceki son beş dakikanın haletiruhiyesidir. Bir taraftan çocukların kavgasını bitirme telaşındayım bir taraftan sürpriz evliliğe tanık olmanın. Tercihimi gençlerin kavgasından yana kullandım. Zabıtalardan ikisi kavgayı ayırırken diğer ikisine ne olup bittiğini bana anlatın dedim kalp şeklinde kırmızı balonlarla süslenmiş masayı göstererek. Zabıta bütün merakını ve duygusunu evde bırakmış, mesai saatinin bitmesini bekleyen bezgin memur tavrıyla , "Ne kadar tantana o kadar erken ayrılık. Televizyondan özeniyorlar işte" dedi. Cümlelerinin alt metni 'Hadi hanım teyze evine git' şeklindeydi. "Ben şurada ders veriyorum" deyince hadi hanım teyze hadi modunu terk etti. Gençlerin kavgasının bitişine ikna olduktan sonra, sürpriz evliliğin öznesi öğretmen genç kızı gördüm. Hiç zannettiğiniz gibi değildi. Hani sokaklarda gördüğümüz nevzuhur tesettürlü genç kızlar var. Post modern kimliğin bütün parçalarını en aşırı şekliyle taşıyan. En moda, en renkli, en özgür, en ışıklı, en makyajlı, en aksesuarlı... Listeyi genişletebilirsiniz. Hayır bu kız yüzü, hali, tavrı, sadeliği ile haza hanımefendi duruşlu bir kız idi. Peki kırk dakikadır dev ekranda izlediğimiz, deniz kenarında "sevgilisi" ile dolaşan genç kız görüntüleri ne idi! Bütün bu tantana "aşkımızı meydana yazdım" hikâyesi nereden çıkıyor? Bu hikâye mahalle aralarında bile rastladığımız "organizasyon şirketleri" tarafından yazılıyor. Arz kendisine köle olacak talebi oluşturmakta gecikmiyor. Bayramı bile artık bayram bilmeyen dindarların başına ne düştü de bu nevzuhur sürpriz/kutlama/tören adabını itina ile gerçekleştirir oldu? Dindarlık nedir? Devam edeceğiz... Fatma Barbarosoğlu - Yeni Şafak
·
142 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.