Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

206 syf.
·
Puan vermedi
kötü bir kitap ne kadar iyi okunabilirse
Bu kitabı Ortamlarda Satılacak Bilgi podcastinin rezonans kanunu bölümünü dinleyince merak edip okumaya karar verdim. O bölümü dinlediğim an o kadar heyecanlanmıştım ki, çok ama çok az kişinin farkında olduğu derin bir hakikati anlamış hissetmiştim. Bu hakikati anlamama yardımcı olan şeylerden biri de bu podcastti. Aslında dinleyeli uzun zaman oldu ama kitap ayın 19’unda, terapiden sonra ansızın aklıma geldi ve sipariş vermek için bile sabredemedim. Hemen dışarı çıkıp aldım ve eve gelip okumaya başladım. Kitabın yazılış şeklini, tavrını beğenmedim. Pierre Franck’ın üslubu hiç hoşuma gitmedi. Kitap bana aşırı kasıntı geldi. Bilimselliğe olan vurgular o kadar can sıkıcıydı ki ezik bir kendini ispat çabasından daha öteye gidemiyordu. Oysa hiç gereği yoktu. Takipçilerinden gelen mektup kısımları ise en nefret ettiğim kısımlardı. Bütün bunlara rağmen kitabı bir çırpıda bitirdim ve çok keyif aldım. Neden mi? Çünkü müthiş bir fikir barındırıyor içinde. Bilime girmeden, sadece bir düşünce yazısı olarak ve daha ciddi bir tavırla yazılsaydı harika bir kitap olurdu. Pierre bile bazı noktalarda ne kadar felsefi konulara değindiğinin farkında olmamış olabilir. Kafamdan inanılmaz düşünceler ve bakış açıları geçti. Gerçekten çok etkilendim. Pozitif düşünmeyle alakalı lame bir kitap gibi görünüyor ve birçok insan da muhtemelen öyle düşünüp ciddiye almamıştır. Ama bu kitabın, onu diğerlerinden farklı kılan bir yanı var. Bu kitap daha önce parıltılarını gördüğüm ama kafamda tam oturtamadığım bir sistemi daha iyi anlamamı sağladı. Ayrıca uzun süredir üzerine düşündüğüm birtakım sorulara da okurken cevap buldum. Önemli olan, ne okuduğunuzdan ziyade okuduğunuz şeyden ne anladığınızdır. Bu kitapta bahsedilen şeyin anlaşılması çok zor bir şey olduğunu düşünüyorum. Aslında kitap bana o kadar tanıdık geldi ki. Sanki her şeyi zaten biliyordum da tekrar edercesine öyle bir okuyordum. 2 senedir terapiye gidiyorum, müthiş analiz kabiliyetine sahip bir terapistim var ve bütün bu süreç hayatımı değiştirdi. Terapistimin rezonans kanunundan veya kitabından haberi yok ama biz aslında seanslarımızda bunu o kadar çok işlemişiz ki. Çünkü bu kitapta kanun adı altında anlatılan bu sistem zaten modern psikiyatrinin temel taşlarından biri. Bu kitabı okurken bazı konularda aydınlandım ve kafamda her şey yerli yerine oturmuş gibi hissettim. Daha iyi anlaşılması için birazdan deşeceğim. Bölüm bölüm okurken ki düşüncelerim: **S.7 ‘Rezonans Kanunu’nun altında yatan olağanüstü güç hiç şüphesiz hayatımız için en büyük keşiflerden biridir’** Girişte böyle bir cümle var. Çok sevdim. Bu fikri keşfetmek, tam olarak ne kastettiğini anlamak çok güzel. Fakat insanlara anlatamamak üzücü. Konusunu açmak bile tedirgin edici çünkü insanlar ‘secret’ olumlu düşünce filan deyip dalga geçiyor altta yatan felsefeyi kavramıyor, ona bir şans vermiyor. Kitap o saçma yerlere kaçıyor, ciddiyetini kaybediyor ama bu altta yatan hayata bakış açısının, fikrin kötü veya anlamsız olduğu anlamına gelmiyor. Burada kastettiğim şey tam olarak rezonans kanunu da değil, zaten olan bir gerçeğin bu fikirle desteklenmesi. Ama maalesef zeki ve akıllı insanlara anlatmak bile zor. Konunun karmaşıklığından ve biraz felsefeye kaçmasından dolayı kavraması zor. Zaten benim de kavramam uzun sürdü, terapi süreci, o süreçte okunan kitaplar, yaşanan olaylar, değişen şeyler.. Ama ne yapabilirim ki, anlamak isteyen zaten anlar ve araştırır. Bunu kendime dert edinmek istemiyorum. **S.10** Mesela kitapta eleştirdiğim şeye bir örnek vereceğim. Diyor ki ‘*Kuantum fiziğinin, kuantum biyolojisinin, modern matematiğin ve epigenetiğin bulguları sayesinde,* istediğimiz kişiye dönüşmemizi sağlayan etkinin, inancın gücü olduğu gittikçe daha belirgin şekilde ortaya çıkmaktadır.’ Ya kardeşim, siktir et kuantum fiziğini, biyolojisini ya. Bilimin bu konuya şu an karşı olduğunu, sen bir bilim insanı olmadığın için yazdığın şeylerin ciddiye alınmadığını ve dalga geçildiğini, herhangi bir şeyin henüz kanıtlanmadığını kabul et. Burada bahsedilen araştırmalara bile güvenemedim ki. Çünkü bu bir bilimsel kitap değil. Mesela şöyle yazsaydı, ‘İstediğimiz kişiye dönüşmemizi sağlayan etki, inancın gücüdür.’ Ve bu şekilde sadece fikirlerini anlatsaydı, kitap çok daha kaliteli olurdu. Fakat bunu bilimle kanıtlama isteğini de anlıyorum. Bazen gerçekten çok somut şeyler olabiliyor, yine de araştırılması ve ispatlanması çok zor bir konu. Evrim ağacının rezonans kanunu ile ilgili yazdığı bir yazıyı okudum ve kitaba baya saydırmıştı. Bunun hiçbir bilimsel gerçekliğinin olmadığını, safsata olduğunu yazıyordu. Bilimsel açıdan sıkıntılı bir konu olabilir ama buna tamamen safsata demek çok saçma. Her şeye bir şans verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ne biliyoruz ki Ne biliyoruz? Şu an etrafıma baktığımda gördüğüm ışık bile spektrumun %0.0035’i. Görünür ışığın sadece bu kadar olduğu bilgisi de evrim ağacından. %99 unu göremiyoruz. Bu bilgi bile dehşet verici. **Varlıklar arası henüz keşfetmediğimiz birtakım bağlantılar ve dinamikler olamaz mı? Bilim neden bu konuda bu kadar katı?** Doğada, evrende henüz keşfetmediğimiz birtakım enerjiler, bağlantılar, dinamikler olması çok mümkün. Neden bu da onlardan biri olmasın? Kendime bakıyorum, etrafımdaki herhangi bir canlıya, bitkiye bakıyorum. Bir mikroskop alıp büyütsek, büyütsek, hücre düzeyine insek. Sonra hücrenin içine girsek, daha da büyütsek, moleküllere baksak, elementlere baksak, sonra daha da büyütsek atom altı düzeye insek orada ne var? Atom altı fizik bilgim çok yok ama atomun çekirdeğiyle elektronları arasında bahsedilen bu mesafe nedir, aralarındaki bu bağlantı nedir? Enerji mi? Daha da büyüttüğümüzde fotonlar, nötrinolara indiğimizde orada ne var? Neyden oluşuyorlar? Elektron, foton neyden oluşuyor tam olarak? Öz nedir? Bu öze enerji diyeceğim şimdilik ve bu bakış açısıyla her şeyin enerjiden oluştuğu ve birbiriyle bağlantılı olduğu fikri kafamda daha da oturuyor, daha da anlamlı hale geliyor. Felsefede, 3 bin sene önce bile söylenen her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğu fikri, evrim teorisi, bütün bunlar kafamda aynı bağlantıları kuruyor; her şeyin bir enerji olduğu ve birbiriyle bağlantılı olduğu. Kesinlikle böyle bir şey var, %100 inanıyorum, bilim de kanıtladı zaten demiyorum ama NEDEN OLMASIN. Böyle düşünmek gerçekten beni mutlu ediyor, evrendeki her şey daha anlamlı ve değerli geliyor. Birde ek olarak canlılar ve cansızlar olarak düşünmek istiyorum. Mesela bir demire baktığımızda o sadece demir, altın sadece altın, bakır sadece bakır. Tabi ki tam olarak saf değiller ama demek istediğim daha basit yapılar oldukları. Oysa canlılar; insanıyla, hayvanıyla, bitkisiyle içinde her şeyi barındıran kompleks bir yapı. İçimizde demiri magnezyumu, oksijeni, suyu, binlerce elementi, molekülü barındırıyoruz. Sadece 2-3 şeyden oluşmuyoruz, oldukça kompleksiz, bu yüzden organizmayız. Sudan, topraktan oluşuyoruz, doğanın bir parçasıyız. Ve hepimiz enerjiyiz. Birbirimizle ilişki kuruyoruz, bağlantılar kuruyoruz. Ben hem canlılar arası bir enerji akışı, bir tür bağlantı olabileceğini düşünüyorum (özellikle insanlar arası ve insan-hayvan arası çok belirgin) hem de cansız varlıklarla bir enerji akışı olabileceğini. **Her şey dediğimizde sonuçta HER ŞEY’i kastediyoruz.** Aslında buna enerji akışı diyorum ama aradaki bağlantının tam olarak ne ve nasıl olduğunu bilmiyorum. Mesela nasıl oluyor da düşündüğümüz şey oluyor? Beynimizi kodladığımızda, şartladığımızda, nasıl oluyor da dış dünyadaki olayları veya kendi bedenimizi etkileyebiliyoruz? Aradaki dinamik tam olarak nedir? Hepimiz enerjiysek, bağlantılıysak, yaydığımız enerjiyi değiştirip olayların değişmesine mi sebep oluyoruz? Bu nasıl oluyor? Bunu defalarca yaşamamış olsam inanmakta zorluk çekeceğim ama yaşadım. Bütün bu terapi süreci neydi? Geçmişin bağlarından ve yüklerinden kurtulmak ne demek? Nasıl oluyor da travmalarım hayatımı yönetiyor ve bana daha fazla travma çekiyor? ben bunu farkedip çözdüğümde ne oluyor, ne değişiyor? Daha doğrusu NASIL değişiyor? Bütün bunlar inanılmaz ve cevabı olmayan sorular. Psikolojide sürecin nasıl işlediği anlatılıyor, terapilerde birtakım tekniklerimiz var, düşünce yapılarını değiştiriyoruz. **FAKAT TAM OLARAK NE OLUYOR DA DEĞİŞİYOR HAYATIMIZ BEDENİMİZ, BEYNİMİZ NE YAPIYOR,NASIL YAPIYOR?** Bütün bu değişim sadece bizle kalmıyor, hayatımızdaki olaylar, çevremizdeki bizden bağımsız bazı şeyler de değişiyor. Bütün bunlar çok karmaşık ve ilgi çekici. Terapiyle insanların hayatlarının değiştiği zaten bilimsel olarak defalarca kanıtlanmış, benim de deneyimlediğim bir şey eğer derdimiz illa bilimsel olarak kanıtlamaksa. İyi de tam olarak ne oluyor? Nasıl oluyor? Tuhaf bir mekanizma söz konusu. HER ŞEYİN BİRBİRİYLE BAĞLANTILI OLDUĞU FİKRİ Bu fikirle ilk evrim teorisiyle tanıştım. Sonrasında Stoa hakkında araştırma yaparken de oldukça dikkatimi çekti. Başka başka yerlerde de karşıma çıktığı oldu. **S.77 de ‘Her şeyle nasıl bağlantılı olduğumuzu anladığımızda, Evren’in en büyük gücüne erişebiliriz.’** diyor. Erişebilir miyiz bilmiyorum ama bu bağlantıyı hayal etmek ve düşünmek çok anlamlı geliyor bana. **S.17** **‘Evrendeki her şeyin titreşimler aracılığıyla birbiriyle etkileşime geçmesi, dünyadaki her şeyin ve her canlının kendine özgü bir titreşiminin olması’** Benim enerji dediğim şeye bu kitapta titreşim deniyor gibi, tam karşılığı olmasa da. Bu da güzel bir bakış açısı, gerçekten belli bir titreşimimiz, yaydığımız dalgalar olabilir mi? Biraz önce sorduğum ‘nasıl’ sorusuna bi cevap seçeneği olabilir. **S.11** **‘Zamanla artan ve duygularımızla desteklenen inançlarımız güçlü bir rezonans alanı oluşturuyor. Ve bu dünyada bu rezonans alanıyla uyumlu bir şekilde titreşen her şey bu titreşimin etkisi altında kalarak en sonunda ona uyum sağlıyor.’ Why not coconut? diyorum :))** **S.18-27 -** **‘Benzer olan her zaman benzerini çeker. İnsanlar, olaylar, eşyalar bizimle aynı rezonans alanına girdiklerinde titreşmekten başka seçenekleri yoktur. Ve bizimle titreşen şey karşı konulamaz şekilde hayatımıza çekilir. Bu her zaman olumlu bir şey olmayabilir. İçimizde taşıdığımız ‘negatif’ titreşim enerjisi, hoşumuza gitmeyen alanlarda titreşime neden olabilir ve hayatımıza kötü hatta travmatik olayları çekebilir. Her şey birbirine bağlı ve her şey birbirini etkiliyor.’** **S.77- ‘Eski inanç kalıplarımızı, kendimize ve görüşlerimize yüklediğimiz inanışlarımızı değiştirirsek, şimdiye kadar negatif enerji alanıyla rezonans halinde titreşen tüm olay ve kişilerle olan bağımızı da koparmış oluruz, yani bunlar hayatımızdan kaybolur. Bunun yerine pozitif düşüncelerle uyum içinde titreşen, yeni deneyim ve planlarla çevrelenmiş yeni bir rezonans alanına girmiş oluruz.’ S.88 ‘Bize ulaşanları ya da daha doğrusu hayatımıza ‘çektiklerimizi’ düşünerek, neyi yapmaya ‘programlandığımızı’ okuyabiliriz.’** Muhteşem bir cümle. Bu cümleler benim için terapinin temel taşlarından biri. Geçmişte yaşadığımız travmaların etkisinden kurtulmadığımız sürece, kitabın tabiriyle travmanın bizde oluşturduğu rezonans alanından çıkmadığımız sürece, travma hayatımızı kontrol etmeye devam eder ve karşımıza kendisiyle bağlantılı olay ve kişileri çıkarır. Neden karşıma hep böyle insanlar çıkıyor, neden başıma hep bu olay geliyor sorularının temelinde bu var. Babasıyla problemi olan kız çocuk neden yetişkin olunca babasının ona yaptığı gibi kendisini sevmeyen, ilgilenmeyen, ona acı çektiren veya psikopat birilerini hayatına alıyor. İstisnalar vardır ama çoğunlukla bu böyledir, siz farkında değilseniz bile. Hayatımızdaki olayların travmalarımızla olan bağlantısının rezonans ile açıklanması benim çok hoşuma gitti. Öyle veya değil, böyle düşünmek gerçekten çok keyifli ve daha da somutlaştırıyor olan şeyi. Benim de aslında 2 senedir terapide yaptığım şey rezonans alanımı değiştirmekti, artık başka şeyler hissediyor, başka şeyler düşünüyor, başka insanlarla karşılaşıyorum. Neden karşıma hep böyle insanlar çıkıyor, neden psikopatlara serserilere beni sevmeyeceklere aşık oluyorumla alakalı **S.157 de şöyle bir şey var: ‘Bu sorunun cevabı bizdedir. Çoğu zaman rezonans alanımız ruhumuzun partnerine yönelmemiştir. Bazen tamamen farklı çekim noktaları oluştururuz. Bazen cinsel tatmine ya da belli bir maddi güvenliğe daha fazla anlam yükleriz veya yalnız kalamayız ya da tatile çıkmak için birine ihtiyacımız vardır. Liste sonsuza kadar uzar.’** Evet ama bazen bilinçli olarak doğru şeyleri isteseniz ya da gerçekten istediklerinize anlam yükleseniz de olmaz çünkü kontrol tamamen bilinçaltındadır, siz bilincinizde sizi seven, dürüst, düzgün ve sadık bir insan istersiniz ama bilinçaltınız travmanızı size tekrar yaşatacak, sizi sevmeyecek insanları çeker size. Çünkü bilinçaltının etkisi çok daha güçlüdür, fark edilmedikçe de güçlenir ve kontrolü ele geçirir. **S.51 de ‘Aralıksız olarak yayın halindeyiz. Olumlu veya olumsuz düşüncelerimizle sürekli olarak rezonans alanımızı programlıyoruz. İsteklerimize ve görüşlerimize ya da korkularımıza ve endişelerimize bağlanırken, rezonans alanımız aynı dalgada yer alan her şeyi kendine çeker.’** **S.49 da muhteşem bir söz var, ‘Zeki insanlar sahip olmak istedikleri deneyimleri kendileri seçerler.’ -Aldous Huxley.** Dediğim gibi eğer travmalarımızın oluşturduğu rezonans alanından çıkmazsak, hayatımızın kontrolünü elimize alamayız. Bunlardan kurtulduğumuzda kontrol bize geçer. Aklıma psikolojideki iç kontrol odağı -dış kontrol odağı meselesi geldi. ‘İç kontrol odağı, kişinin kendi hayatını kontrol edebileceğine dair inancıdır; dış kontrol odağı ise hayatın dış faktörler tarafından kontrol edildiği, kişinin kendi hayatını kendisinin etkileyemeyeceği, hayatlarını şans veya kaderin kontrol ettiği inancıdır.’ -Vikipedi. Bazen hayatta başımıza gelen olaylar karşısında çok çaresiz hissederiz, tamamen bizim elimizde olmayan, hiçbir şey yapamayacağımızı düşündüğümüz, tamamıyla dış kontrol odağından kaynaklanan durumlardır bunlar. Ama bu çok ince bir çizgi. Neyin gerçekten bize bağlı olup olmadığı, neyin gerçekten dış kontrolden kaynaklandığı çok ince bir çizgi. Eskiden bende dış kontrol odağı daha ağır basıyordu, hatta kadere inanmadığımı söylesem bile aslında kaderciler gibi düşünüyor ve yaşıyordum. Fakat artık iç kontrol odağımın daha baskın ve güçlü olduğunu düşünüyorum. Hayatta tabiki elimizde olmayan, hiçbir şey yapamayacağımız durumlar var. Hayatta ne olacağı da belli olmaz fakat karşımıza çıkan bu olaylar karşısında, biz, sandığımız kadar da çaresiz ve kontrolsüz olmayabiliriz. Artık iç kontrolüm sayesinde dış kontrol odağını da etkileyebiliyormuşum gibi geliyor. Gerçekten neyin bana bağlı olup neyin olmadığı konusunda ciddi bir analize giriştim; düşünce yapımdaki bazı major değişikliklerle dış kontroller üzerinde de bazı etkilerim olabileceğini düşünmeye başladım. Sanırım o yüzden rezonans kanunu denen bu bakış açısına kendimi çok daha yakın hissediyorum. Geçmişin etkilerinden kurtulduğumda ‘şu anım’ ve ‘geleceğim’ de değişiyor, yani bir bakıma dışsal kontrol olaylarını değiştiriyorum. Onun üzerinde azda olsa bir kontrolüm mevcut. Ve böylece Huxley’in dediğine geliyoruz, hayattaki deneyimlerimizi kendimiz seçmiş oluyoruz. Sadece hayat bize bu deneyimleri getirdiği için değil, biz de onu seçtiğimiz için yaşıyoruz bu deneyimleri. Bu kavraması güç, muhteşem bir dinamik. **S.22** Burada kalple yazılan şeyler doğru mu bilmiyorum ama evrim ağacı bu konuyla ilgili ‘kalp sadece kan pompalayan bir organdır, böyle bir şey yok’ demişti. Bu cümleyi okuyunca biraz kırıldım, bu kadar mekanik bakılmasını sevmiyorum. Biraz romantizme kaçıyorum ama böyle seviyorum ve bunu tercih ediyorum. Bilimsel olarak böyle bir şey kabul edilmiyor olabilir, ekg ve eeg dalgalarının elektriksel yoğunluğuyla bunun bir alakası var mı onu da bilemem. FAKAT kalp deyince hele de yürek deyince aklıma yoğunluk ve derinlik geliyor. Organlarımız arasında en önemlisi, duygularımızı en çok yansıtanı.. Kitap ‘en yürekten inandığınız şeyler gerçek olur’ diyor, ‘kalbimizle dünyayı değiştirebiliriz.’ diyor ve ben bunlara inanıyorum. **Kendi hayatıma baktığımda, bir şeyi çok ama çok yürekten istemişsem genellikle onun olduğunu gördüm. Her zaman değil, çoğunlukla. Bunu deneyimleyen çok insan vardır. Bunun sebebi nedir? Sadece, olma ihtimali vardı ve oldu diyebilir miyiz?** Bence bir şeyi çok istediğinde, dile getirdiğinde, bir nevi beynine komut veriyormuşsun gibi oluyor ve beynin kodlanıyor. Sonrasında da beynin onu gerçekleştirebilmek için tüm potansiyelini kullanıyor. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama belki de bu kitapta bahsedilen rezonans kanunu gibi bir şeyle, beyin istediğimiz şartları oluşturmaya çalışıyor, hayatta buna karşılık veriyor. Kalp ise beynin kodlanmasını destekliyor ve potansiyelini arttırıyor, ikisi birleştiğindeyse bir şekilde hayatımıza istediklerimizi çekiyor, uygun ortam ve şartları hazırlıyor olabiliriz. Benim kendi hayatımda anlatmak istediğim bir şey var; yıllarca dürüstlüğün, her türlü güzelliğin, karşılıklı sevginin olduğu bir ilişki istedim. Ve uzun seneler olmadı, bu yüzden çok acı çektiğim zamanlar oldu. Genel olarak çok fazla kişiyle görüşmedim ama karşıma çıkan birkaç kişi de bana hiç uymayan, bana daha da acı çektiren, kalbimi kıran insanlar oldu. Fakat ciddi manada kötü bir şey de yaşamadım. Bana en acı veren şey istediğim şeyi bir türlü bulamayışımdı. Sonrasında terapiye gittim. Geçmişte yaşadığım birtakım büyük travmaların hayatımı nasıl etkilediğini gördüm, kendi ilişkilerimi nasıl sabote ettiğimi gördüm, eğer terapi almasaydım işlerin nasıl da daha kötüye gidebileceğini gördüm. Aslında benim frekanslarım travmalarım yüzünden bozuktu ve bozuk frekanslarımın çektiği insanlar karşıma çıkıyordu. Terapiden sonra her şey çözüldü, frekanslarım düzeldi. Karşıma sadece erkekler anlamında değil, arkadaş ve dostluklar açısından da bambaşka insanlar çıkmaya başladı çünkü artık doğru frekansları yayıyordum. Bunu ve hayatımla, bedenimle, karakterimle, arkadaş çevremle, ailemle ilgili başka birçok şeyi o kadar çok istemiştim ki, hayat önce ‘isteklerimi elde edebilecek bir insana dönüşmem için’ terapi ile yolumu kesiştirdi.Geçmişte sürekli keşke şöyle bir insan olsam derdim ve uzun listeler yapardım, şimdi o insana dönüştüm. Bütün bunlar yıllar içerisinde oldu, çok çalışma ile çok fazla istemekle oldu, sonuç olarak oldu. O kadar yürekten isterdim ki olmasını istediğim şeyleri. Kendim değiştim, çevrem değişti, hayatım değişti. Zamanla daha da çok karşılığını alacağımdan eminim. O yüzden bu ‘en yürekten istemek’ konusuna katılıyorum, kalbin gücüne, yürekten istemeye, samimiyete inanıyorum. **S.42 de ‘Yaydığımız en güçlü enerji aşktır, isteklerinize aşık olun.’ yazıyor. Çok etkileyici bir cümle, o yoğun istemeyi, arzuyu ancak aşk ile anlatabiliriz. **S.33 ’Rezonans Kanunu her zaman evet der. Yasa her zaman inancınızı onaylar, asla size karşı çıkmaz. Enerji, özünde kayıtsızdır. İsteğinizin kabul edilebilir veya ayıplanabilir olmasının da, size destek veya köstek olmasının da bir önemi yoktur. Enerji, ahlaki bir talepte bulunmaz ve sizi yargılamaz. Enerji yaydığınız etkilerden hareketle sürekli olarak tepki verir.’ S.75- ‘Rezonans Kanunu’na göre umutlarımızı da endişelerimizi de hayatımıza çeken düşüncelerimizdir. Endişelerimiz, onlara düşünce enerjisi verdiğimizde onaylanmış olur.’ Bunu okuduğumda çok etkilendim, artık düşüncelerime ve ağzımdan çıkanlara daha çok dikkat ediyorum. Sanki ‘ben aptalım, ben başarısızım’ dediğimde beynim veya rezonans kanunu bana diyor ki; ‘hmm, evet, sen aptalsın, hadi seni daha da aptallaştıralım, daha da başarısız hisset’. Sonra da beni daha da aptal hissedeceğim durumlara düşürüyor. Daha doğrusu ben kendi kendimi düşürüyorum ve diyorum ki ‘al işte, ben aptalım’. **S.92- ‘Mantığımız çoğu zaman bizi, aşağılık kompleksi konusunda doğrulamaya çalışır.’** Kimse çıkıp ‘ya bu kız aptal değil başarısız değil, aslında güzel şeyler yapmış ama kendini böyle hissediyor, birkaç güzel şey başına gelsin de böyle hissetmesin.’ DEMİYOR. Çok basit bir örnek ama çoğu durum için geçerli. Biraz da korkunç bir şey. Olumlu şeyler için güzel ama biz insanlar doğamız gereği negatif şeylere daha çok odaklanıyoruz, herhalde o yüzden insanlık olarak ne kişisel düzeyde ne toplumsal düzeyde burnumuz boktan çıkmıyor. **S.77- ‘Eski inanç kalıplarımızı, kendimize ve görüşlerimize yüklediğimiz inanışlarımızı değiştirirsek, şimdiye kadar negatif enerji alanıyla rezonans halinde titreşen tüm olay ve kişilerle olan bağımızı da koparmış oluruz, yani bunlar hayatımızdan kaybolur. Bunun yerine pozitif düşüncelerle uyum içinde titreşen, yeni deneyim ve planlarla çevrelenmiş yeni bir rezonans alanına girmiş oluruz.’** **S.35** Hücreleri düşünce gücüyle etkileyebilir miyiz diyor. Fikirsel olarak bunun mümkün olabileceğini düşünüyorum, sonuçta vücudumuzu beynimiz yönetiyor ve yönetim şeklini kontrol edebilirsek hücre düzeyinde de birtakım değişiklikler mümkün olabilir, terapilerden sonra bazı hastalıkların iyileşmesi gibi. Bunu kendim de yaşadım. Terapi ile birçok semptomum geçti ve temelde yaptığım şey düşünce sistemimi değiştirmekti. Beyin vücudu iyileşmeye kodluyor olabilir, bazen hastalığı tamamen yok etmese de oldukça geriletiyor. En basit örnek, reflüm. Daha ciddi hastalıklar için de mümkün. Kitap, **‘Duygularımızın bedenimiz üzerinde güçlü bir etkisi olduğunu uzun zamandır biliyoruz.’** diyor. Bu artık bilimsel bir gerçek, defalarca terapilerde de kanıtlandı. Açıklamaya gerek bile duymuyorum. Üzüntüyü, kederi, depresyonu geçtim tek başına stres faktörü, anksiyeteye ve nelere nelere sebep oluyor. Vücudun bütün sistemleri etkileniyor, nasıl etkilendiğini nelerin olduğunu da biliyoruz. İşin en muhteşem yanı, terapiyle bu sistemleri düzeltebilmemiz ve iyileşme sağlanabilmesi. Bu da temelde düşünce yapısının değişmesiyle oluyor, çoğu zaman aslında ilaca bile gerek yok. Ben hiç ilaç kullanmadım. **S.37 de ‘Neşe, sevgi, minnet gibi duyguları hissetmeye çalışmak çok önemli, çünkü bu şekilde bağışıklığımız güçleniyor’ diyor.** Kesinlikle çok doğru, depresyon hastalarının bağışıklığının düştüğü de bilinen bir gerçek, o yüzden tam tersi duygular içindeyken de güçlenmesi mümkün, hastalıkları engelleyebilmesi mümkün. **S.41 de ‘Sağlığımız sandığımızdan daha büyük oranda kendi elimizde, bu benim en sağlam inancım.’** yazıyor, çok güzel. Bedenimiz üzerindeki kontrolümüzün sandığımızdan daha çok olması rahatlatıcı ve motive edici. Kendi vücudumuzu ve hücrelerimizi etkileyebilmemiz akla zaten çok yatkın. Asıl yanıtlayamadığımız diğer canlıları nasıl etkilediğimiz. Kitaptaki kompleks deneylere bile gerek yok, 2 bitkiyi alın; birine sürekli kötü ve negatif şeyler söyleyin, diğerine de iyi ve pozitif şeyler. Kötü şeyler söylediğimiz çiçek solarken, diğeri capcanlı yaşamaya devam ediyor. Bir arkadaşım merak edip yapmıştı ve gerçekten de öyle olmuştu. Çevremizden veya tarihten de bu tarz şeyler duyup görüyoruz. İşte o zaman tepkim şöyle oluyor; WHAT THE FUCK? Bu nasıl nasıl mümkün olabilir? Açıklaması nedir? Böyle bir şeyi inkar edebilir miyiz? Bazıları ‘belki de solan çiçek kötü şartlardaydı ve güneş görmüyordu, diğerine göre az sulandı bilemeyiz’ diyebilir. Bilmiyorum, bu tarz şeyleri ben sık duyuyorum ve inanıyorum, bir anlam da veremiyorum. Kesinlikle çok tuhaf. Ve enerjimizle başka varlıkları etkileyebildiğimiz fikri mantıksız gelmiyor sadece muhteşem geliyor. **S.46 ‘İç dünyamızda zaten sahip olduğumuz her şey, dış dünyada da bizi bulacaktır.’ S.90 ‘Bu enerji aynı miktarda bizim içimizde de olmasaydı, odan etkilenmemiş olurduk.’ S.146 ‘Başka bir insanın pozitif yanlarını keşfetmek istediğimiz ve ona odaklandığımız anda bu özellikleri enerji açısından kendimizde bulur, kendi içimizde uyandırırız. ÇÜNKÜ KENDİ İÇİMİZDE BULUNMAYAN HİÇBİR ŞEYİ BAŞKA BİRİNDE GÖREMEYİZ. BAŞKALARINDA SADECE BİZİM TİTREŞİMLERİMİZLE UYUMLU ŞEYLERİ GÖRÜRÜZ.’ S.98- ‘İsteklerimiz, içimizde yatan potansiyelin habercileridir.’ -Goethe S.56- ‘Bugün düşündüğün şeye yarın dönüşürsün’ -BUDA** Bu bölümdeki fikir de beni etkiledi, değişik bir bakış açısı. Bir insan eğer bir şeyi anlayamıyorsa, fark edemiyorsa, içinde ondan yoktur. Bu muhteşem bir şey. Nasıl anlatsam bilemiyorum nasıl bir örnek versem bilemiyorum. Yani bir insanda bir şeyi fark ediyorsan, onun farkındalığı ve enerjisi sende vardır. Oysa çoğu insan sendeki veya diğerlerindeki bazı önemli şeyleri fark edemiyor. Bu o özelliğin sende olmadığı anlamına değil, onların sendeki bu özelliği göremediği ve fark edemedikleri anlamına geliyor. Bu müthiş bir bakış açısı, müthiş bir fikir. Hiç böyle düşünmemiştim. Bunu geçenlerde Meryl Streep’i araştırırken de düşündüm. Mesela hayatını araştırırken, videolarını izlerken bir yandan da karakterinin analizini yapmaya çalışıyordum. Kendimce birçok özelliğini gördüm, böyle kadınlar hep dikkatimi çekmiştir. En yakın arkadaşı Emma Thompson’a yıllar önce takmıştım kafayı. Kendime bir süreliğine onları idol olarak seçiyordum. Mesela güçlü kadın figürler olmaları, akıllı ve zeki olmaları, muhabbetlerinin çok güzel ve komik olması, mizah yeteneklerinin yüksek olması, birçok deneyimlerinin olması, çevrelerinin çok geniş olması, saygın olmaları, seksepalitelerinin yüksek olması gibi.. Ve bunlar benim de sahip olmak istediğim özellikler, o yüzden idol olarak seçiyorum zaten. Zamanla fark ettim ki çoğu insan bu özellikleri fark edemiyor. Sevseler veya izleseler bile bu özellikleri o kişilerde göremiyorlar. Bunları ben kendi kendime o insanlara yüklemiyorum, tabi ki benim bakış açım, tahminim ve yorumum ama benle hemfikir olan birçok insan var ve düşüncem realiteyle bağdaşıyor. Bu cümleyi okuduktan sonra şöyle düşünmüştüm, ‘benim içimde bu özelliklerin potansiyelleri olduğu için, diğer insanlardaki bu özellikleri fark edebiliyorum. Eğer bir insanın içinde bir özelliğin potansiyeli yoksa, onu fark edip görmesi de çok mümkün değil.’ Yani şurada dediği gibi, **S.90 ‘Bir enerji aynı miktarda bizim içimizde de olmasaydı, ondan etkilenmemiş olurduk.’ Çok farklı bir fikir. Çevremizdeki bazı insanlar bizim potansiyelimizi, karakterimizdeki bazı özellikleri görmüyor olabilir ve bu bizim gerçekten potansiyelsiz bir insan olduğumuz anlamına ya da sahip olduğumuzu düşündüğümüz karakter özelliklerine sahip olmadığımız anlamına gelmez. Eğer göremiyorlarsa onların içinde onun özü yoktur, o yüzden sizdekini de fark edemiyorlardır. Mesela bir insan bizim iyiliğimizi, güzel kalbimizi göremiyorsa, muhtemelen buna sahip olmadığı için göremiyordur. Fark ediyorsa, muhtemelen sahiptir. Ne kadar çok şey fark edersem, o kadar çok potansiyelim olduğu anlamına gelir. Farkındalığım arttıkça potansiyelim de artar. Son olarak şöyle bir şey söylemek istiyorum; bir sevgili, partner isterken istek listesi yapıyoruz, şu olsun bu olsun. İnsan her şeyden önce kendine şunu sormalı ‘Bende bunlar var mı?’ Bende bunlar var mı ki istiyorum. Senin içinde olmayan bir şeyi, bir potansiyeli karşındakinde göremezsin ve rezonansta zaten sana onu getirmez. Önce kendin sahip olmaya çalış. **S.54-** Her şeyin isteyerek olacağına inanmıyorum, kitaptaki bazı örnekler oldukça aptalca. 1 günde bazı şeyleri değiştirmek vs çok aptalca geliyor. Olamaz demiyorum ama bu olumlu düşünme konusunda çoğu insan saçmalıyor. **S.56- ‘Bugün düşündüğün şeye yarın dönüşürsün’ -BUDA S.69- ‘Düşündüklerimizden ibaretiz. Şu an olduğumuz kişi düşüncelerimizden doğar. Düşüncelerimizle dünyayı yaratırız.’ -BUDA** **S.98- ‘İsteklerimiz, içimizde yatan potansiyelin habercileridir.’ -Goethe** Söylediklerinize dikkat edin, düşüncelerinize dönüşür. Düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür. Duygularınıza dikkat edin, davranışlarınıza dönüşür. Davranışlarınıza dikkat edin, alışkanlıklarınıza dönüşür. Alışkanlıklarınıza dikkat edin, değerlerinize dönüşür. Değerlerinize dikkat edin, karakterinizce dönüşür. Karakterinize dikkat edin, kaderinize dönüşür. Mahatma Gandi Buda’nın sözünü okuyunca Gandi’nin bu muhteşem sözü geldi aklıma. Buna o kadar içten inanıyorum ki. O kadar ama o kadar çok inanıyorum ki. Bazen beynimizi bir bilgisayar gibi düşünüyorum, nasıl kodlarsan öyle çalışır. Atasözlerine bayılıyorum zaten birçok gerçeği tek cümleyle özetlemişler. Ne demişler, ‘Bir şeyi 40 defa söylersen olur.’ Beynimize ne söylüyoruz, nasıl kodluyoruz, nasıl programlıyoruz? Bütün mesele bu. Bunu yapmanın en temel yollarından biri de telkin vermek. Zaten terapide de sık kullanılan bir teknik, danışana telkin vermek. Beynimiz, yerleşmiş düşünce yapımız, başta çok dirense de yeterince telkinle kabulleniyor ve kendini yeniden programlıyor. Buradaki en önemli şeyin realiteden kopmamak olduğunu düşünüyorum. Olumlamalar çok önemli ve bir şeyin olumlusunu düşünmek olumsuzu inkar etmek anlamına gelmiyor. Hayattaki bütün ihtimalleri görebilmek, farkında olmak gerektiğini ama pozitif olana odaklanmak gerektiğini düşünüyorum. Beynimi bir pil gibi düşünüyorum, önünde pozitif ve negatif bazı ihtimaller var. Örneğin bir sınavı geçmek veya ondan kalmak gibi. Korku ve anksiyete ile negatife odaklanıyorum, belki de pilimin %75 ini negatife harcıyorum, kendimi gittikçe daha da kötü hissediyorum. Gerek var mı buna gerçekten? Günlerim bok gibi geçiyor, sonuç açıklanana kadar bir huzursuzluk. Onun yerine geçeceğimize odaklansak, hazırlanırken de sürekli bunu düşünsek yani beynimizi buna kodlasak, pilimizin de %80-90 ını buna harcasak daha iyi olmaz mı? Çalışırken motivasyonumuz artar, sınav sonucunu beklerken de bu kadar eziyet çekmeyiz. Bu, ‘sınavı geçeceğimi düşünüyorum, bir bok yapmıyorum ama sadece düşünüyorum ve gerçekleşecek.’ gibi saçma sapan bir şey değil. Bu bir taktik, bu bir odaklanma meselesi. Sınavdan kalma ihtimalinizi yok sayıp realiteden kopmuyorsunuz, onun olabileceğinin de farkındasınız ama ona odaklanmıyorsunuz. Bu kadar. Kendine geçeceğini söylemek, bunu başarabileceğini söylemek, olumlamalar yapmak, başarıya giden yollardan biri. Bu her konuda böyledir. Atlatamadığınız bir olayı sürekli atlatacağınızı söyleyerek kendinize telkin verirseniz, büyük ihtimal atlatırsınız. Karakterinizde, kendinizde bazı özelliklerin değişmesini isteyip telkinde bulunursanız bunu başarırsınız. Bir hastalığınızın geçmesini istiyorsanız, bunu bile bir aşamada gerçekleştirebilirsiniz. Fakat bu konuda çabalamayı ve çalışmayı ihmal etmeyerek. Önemli olan kendinizi nasıl programladığınız yani neye odaklandığınız ve ne kadar çabaladığınız. **S.123- OLUMLAMALAR** Yukarıda kodlamak ve programlamaktan bahsettim. Ve benim telkin dediğim şeye bu kitap olumlama diyor ve şöyle anlatmış. **’Olumlamalar beynimizi hedeflediğimiz yönde yeniden programlamak için en hızlı yoldur. Algımız eski programları silmeye ve yeni bağlantılar kurmaya başlar. Böylece şimdiye kadar hayatımızı sabote etmiş olan negatif prensiplerimizi ve kalıplarımızı olumlu inançlarla değiştirir. Bunu yaparken olumlamalarımıza yürekten inanmamız çok önemlidir. Her olumlu ifade, bilinçaltı tarafından alınan bir emir gibidir.’** Terapi sürecinde de bunu yapmıyor muyuz zaten? Bilişsel davranışçı terapinin yapmaya çalıştığı da bu değil mi? Negatif prensip ve kalıplarımızın etkisinden çıkabilmek, yeni bir sistem kurmak. Danışana telkin vermek, kendi kendine devamlı telkin vermek. Olumlama da bence bu. Ve kesinlikle katılıyorum, çok güzel anlatmış. Her olumsuz ifade de bilinçaltı tarafında alınan bir emir gibi bence. Beynimiz şakadan filan anlamıyor, S.33 kısmında anlatmıştım beynimizin şakadan anlamadığını. Ama bu negatif kalıpları yıkmak o kadar zor ki. Çünkü senelerce onların etkisi altındaydık, senelerce onlara inandık ve öyle yaşadık. Bunun yıkılması ve yeni bir sistemin kurulması uzun bir süreç. Bu kitapta geçen 1 günde olan şeylere benzemiyor. Uzun zaman ve çok fazla emek, çaba gerektiriyor. Bazı şeylerin karşılık bulması, aylar yıllar sürebilir. Ve yine yürekten inanma meselesi.. Yürekten inanırsan beynin başka çaresi yokmuşçasına onun için uğraşıyor, bu gerçekten kilit nokta. Şüphe duymamak. Oldukça zor ama yeterince telkinle oluyor. Kendimde çok yaşadım, bazı kalıplarımı kırmam aylar aldı ama sonunda kırdım. **S.187 ‘Bu cümleleri olumluya çevirirken çok derinde bir şey gerçekleşir. Algımız değişir ve adapte olmaya başlar. Şu zamana kadar ‘doğru’ kabul ettiğimiz şeyler için bir alternatif olduğunu öğreniriz.’** Gerçekten birtakım kırılma anları oluyor. Mesela yıllarca bir şeyi o haliyle kabul etmişsiniz, hep öyle olduğunu ve öyle olacağını düşünüyorsunuz. Sonra birgün fark ediyorsunuz ki öyle olmak zorunda değil, öyle olmayabilir, başka alternatiflerde var. Bunu yaşamadan veya örnek vermeden anlatmak zor ama bu dönüşüm değişim anı muhteşem rahatlatıcı bir şey. İnandığınız o negatifin bazen realiteyle bağlantısı bile olmuyor ve bunu farkettiğiniz an bir aydınlanma anı oluyor. Hayatımda başardığım en önemli şeylerden biri. Ne kadar çapraşık, tuhaf, yanlış fikirlerim varmış. Hem kendim hakkında hem çevrem hem dünya hakkında. Birçok aydınlanma anı yaşadım ve bunları fark ettim. Eski kalıplarımı arkamda bıraktım. **S.61 ‘Düşüncelerimiz ve inançlarımız sadece mekanda değil, zamanda da yayılır. Geçmişten geleceğe ve gelecekten geçmişe yayılan dalgalar söz konusudur. Geleceğe yayılan dalgalara teklif dalgası, geçmişe yayılan dalgalara da yankı dalgası denir. Eğer iki dalga, yani gelecekten bize gelen yankı dalgasıyla bizim yaydığımız teklif dalgası birbirine denk gelirse, bu dalgalardan biri diğerini perdeler ve bir olasılık alanı oluşur. Gelecek uzakta bir yerde zaten var olmaktadır. Geleceğiniz tam şu anda var olmaktadır ama kesin şekilde belirlenmiş değildir, birçok farklı değişken şeklindedir. (paralel gerçeklikler, paralel gelecekler)’ GEÇMİŞİN VE GELECEĞİN VARLIK MESELESİNİ DÜŞÜNDÜM - bu konu beni hayrete düşürdü. Şimdiye kadar hep ‘geçmiş ve gelecek yoktur, sadece şimdi vardır.’ dedik, carpe diem dedik, anı yaşamak dedik ve bu kitap bize geçmişin, geleceğin ve şimdinin aynı anda var olduğunu söylüyor. Bu inanılmaz bir fikir. Zaman doğrusal değildir, her şey aynı anda gerçekleşiyor diyor. Müthiş, hayal etmesi çok güzel. Ayrıca geçmiş ve geleceğin paraleli yok ama geleceğin paralelleri var. Milyonlarca ihtimalden oluşan paralel gelecekler. Şu an ne yaptığınıza göre ve dış kontrollerin de etkisiyle gelecek yavaş yavaş şekilleniyor, ihtimaller azalıyor ve tek bir gerçekliğe dönüşüyor. Ayrıca geçmişte şu anı etkilemeye devam ediyor çünkü şu an geleceği etkiliyor. Geçmişte yaşadıklarımız, düşüncelerimiz, travmalarımız bu anı şekillendiriyor. Eğer bu düşünce yapımızı değiştirmezsek ve zihinsel kontrolümüzü ele almazsak gelecekte aynı şekilde oluşmaya devam edecek. Benzer benzerini çekecek, bize travmalarımızı yeniden yaşatacak insanları hayatımıza çekeceğiz ve neden sürekli böyle oluyor diyeceğiz. **S.65 ‘Geçmişimiz -zaten yaymış olduğu dalgalar- ve sayısız gelecek arasından bir olasılık arasında bağlantı, bir uzlaşma oluşur. Bilinçli ya da bilinçsiz enerji yayan her insan -bu algıladığımız, düşündüğümüz veya inandığımız her şeyi kapsar- geleceğe bahsettiğimiz gibi bir teklif dalgası gönderir, ancak bu dalga aynı zamanda geçmişe de yönelir.’** **S.70** İletken bir varlık olmamız bana hep garip gelmiştir nedense. Elektrik ve manyetik alandan etkilenmemiz ilginç. Etkilenmeyen bir varlıkta olabilirdik. **S.71** deki mektuplar artık sinir bozucu bir hale geldi. Aşırı komik. Saçmalık. Keşke bunları kitaptan yırtıp atabilsem, bütün ciddiyetini bozuyor. **S.99 ‘Eğer kapasitemizi arttırmak istiyorsak, başka insanları gözlemleyip bu ‘bilgileri’ kendi deney dünyamıza katmamız yeter.’** Bu cümleyi okuyunca aklıma şu geldi; ben biyografi okumayı, biyografi filmleri izlemeyi çok severim. İnsanların hayatlarına olan bir ilgim var. Tarih boyunca birbirinden değerli, akıllı insanlar yaşadı. Yaşam hakkındaki düşüncelerini, bir hayatın nasıl yaşanması gerektiğini, kendi deneyimlerini anlatan kitaplar yazdılar. Bunları okuyup bir ders çıkarmaya çalışıyorum, nasıl yaşamam gerektiğine dair kendime bir yol çizmeye çalışıyorum. Elimizde muazzam bir bilgi hazinesi var ve bizden önce yaşamış insanların deneyimlerini okuyup, gözlemleyip bu bilgileri kendi dünyamıza katmalıyız. Tarihi bir şey olması da şart değil, günümüzde bizden yaşça büyük çok değerli insanlar var, bütün bu insanları takip etmemiz ve dinlememiz gerektiğini düşünüyorum. Onlar çok uzun bir ömür yaşadılar, bizim yeni yeni keşfettiklerimizi, yaşadıklarımızı belki onlar birçok kez yaşadı. Bütün bu bilgi kıymetli. Ne kadar çok öğrenirsek o kadar çok kapasitemiz artar. Ayrıca; **S.103- ‘Öncüler, bizim gelişimimiz için çok büyük bir öneme sahiptir, çünkü bilincimize ilham verir ve bizi yeni bir noktaya yönlendirirler.‘** KENDİ DENEYİMİN HALİNE GETİRMEK **S.104 ‘Hangi hedefe ulaşmaya istek duyuyorsanız, başarılı insanların o hedefe nasıl ulaştıklarını deneyimleyin. Okuyun, izleyin, araştırın ve onların deneyimlerini kendi deneyiminiz haline getirin. En başarılı insanların okumayı en sevdikleri kitapların diğer başarılı insanların biyografileri olduğunu okumuştum. Başarılı insanlar hakkında ne kadar okursak, o kadar uyumlu anıyı beynimizde biriktirmiş oluruz. Ayna nöronlarımız içimizde gördüğümüz veya duyduğumuz bu olayı, artık bizim içinde gerçeklik kazanana kadar taklit etmemizi sağlar.’** **S.105 ‘Çok az şey başkalarının başarısı kadar teşvik edicidir.’** **S.101 ‘müsabaka öncesi performansı gözünde canlandırma, başından sonuna kadar her şeyi gözünde canlandırma meselesi’** Plab 1 için Pakistan’a gitmiştim. Sınavdan 1 gün önce o kadar stresliydim ki psikologum Rabia hanıma seans yapabilir miyiz diye sordum, o da şansa müsaitti ve yaptık. Genel endişelerimden, olan olaylardan bahsettikten sonra seansı bitirmeden önce uzun bir canlandırma yaptık. İlk defa böyle bir şey yaptık ve inanılmaz rahatladım. Gözlerimi kapattım, önce birtakım rahatlama şeyleri yaptık. Sonrasında kendimi sınav salonuna girerken hayal etmemi, gidip masaya oturduğumu, sınav kitapçığını açtığımı, soruları sakinlikle teker teker çözdüğümü, sınavı bitirdiğimi ve salondan çıktığımı ayrıntılı ve uzun bir şekilde gözümde canlandırdım. Sonrasında gözlerimi açtım. Gerçekten çok rahatlatıcı ve etkiliydi. Sınav için çok faydalı bir teknik olduğunu düşünüyorum, muhakkak etkisi olmuştur. Kendi içimde kontrolü hissettim, heyecanımı ve stresimi yendim. **** **S.114** ‘te dünya savaşı, kıtlık, ölüm veya başka endişe korkularla kötü şeylerle dolu filmleri, programları sık sık izliyorsak kendimize bu rezonans alanını yaratıyoruz diyor. Bilinçaltımızın bu deneyimleri anı olarak depoladığını, hayal gücü ve gerçekliği ayırt edemediğini söylüyor. Bence biraz fazla iddialı ama bu tür şeyleri çok fazla izlemek gerçekten insanı etkileyebiliyor. Ben de artık bazı filmlerin beynimi kirlettiğini düşünmeye başladım. Gerçekten bu kadar iğrenç ve kötü şeyler izlemeye gerek var mı? Kendimi maruz bırakmama gerek var mı? Keyif alıp almadığımdan bile emin değilim açıkçası. Mesela Gaspar Noe’nin irreversible’ını izledim de ne oldu? O iğrenç tecavüz sahnesini izledim de ne oldu? Beynim bu travmatize edici iğrenç sahneyle doldu, keyif aldım mı? hayır. Neden böyle bir şeyi izleyeyim ki? Manası ne faydası ne. Gerçekten bunlar bilinçaltımı kirletmekten başka bir şey yapmıyor. Porno meselesi de çok korkunç. Dünyada bu kadar izleyenin olması ve onlar farketmeden, bilinçaltlarında zevklerini beklentilerinin dünyaya bakış açılarının, karşı cinse bakış açılarının bozulması, hatta kendi organlarının işlevsel olarak kötü etkilenmesi, psikolojilerinin bozulması, bağımlı olmaları.. Bütün bunlar korkunç. Dünyada ilk kez böyle bir şey oluyor ve ne sonuç getireceğini bilmiyoruz, Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünyası geliyor aklıma. Cinselliğin salt cinsellik olduğu, anlamını kaybettiği, herkesin herkesle yattığı ama kimsenin derinlemesine birbirini tanıyamadığı bir dünya. Korkunç. Biraz öyle bir duruma evriliyor gibiyiz. Şimdilik azınlık gibi ama hızla artıyor, insanların beklentileri değişiyor, cinsellik çok daha kolay elde edilebilir bir şey oldu, git gide artıyor. Bunun sonuçları ne olacak bilmiyoruz ama iyi durmuyor. İyi ve güzel şeyler izlemenin insana huzurlu, keyifli, mutlu hissettirdiği inkar edilemez. Özellikle ben çok etkileniyorum izlediğim şeyden, bazen bir filmi bitirdiğimde içim neşe, mutluluk veya umutla, güzel duygularla doluyor. Bazen ağlayarak, hayret ederek, bazen endişe ederek korkarak bitiriyorum. Filmler duygu durumumuzu çok fazla etkileme potansiyeline sahip. Ama tamamen iyi şeyler izleyip kötü şeyleri hiç izlememekte olmaz. Ölçü.. Önemli olan bu. Şu sıra genellikle güzel ve bilgilendirici şeyler izliyorum. Ve keyifliyim. Keyfimi kaçıran şeyleri izlemek istemiyorum. Beni iyi anlamda hayrete düşürecek şeyler izliyorum. **S.140- ‘İyileştirici rezonans alanı’** İyileştirici kelimesi hoşuma gitti. Bu her şey olabilir, bir parça sakinlik, güzel bir müzik, izlediğin bir film, okuduğun bir kitap. Benim iyileşmeme de çok katkıları oldu, bütün bu şeylerden çok fazla şey öğrendim. Yukarıda neşe keyif mutluluk hissettirdiklerini yazmıştım ama iyileştirici demek çok daha güzel. Kesinlikle bazı filmlerin, kitapların, müziklerin iyileştirici bir potansiyeli var. **S.128- ‘Hayatınızda olmasını istediğiniz şeyler konusunda kendinizi kısıtlamayın.’** Bu cümle beni çok etkiledi. Eskiden bi denge olduğunu düşünürdüm. Hayatın al-ver tarzında işlediğini, eğer bir şey istiyorsan karşılığında bir şeyden vazgeçmen gerektiğini düşünürdüm. Her şeyi isteyemezsin, bi hayatta her şey olamaz. Bir şeye sahip olmak istiyorsan bedel ödemek zorundasın. Mesela çok zengin bazı ünlülere bakıyordum ama bi kısmının sağlık konusunda çok çileli bir hayat geçirdiğini görüyordum. Kendimce buna adalet diyordum. Çok fazla üne ve paraya sahip ama bedelini çaresiz bir hastalıkla ödüyor gibi. Bazen istediğim şeyleri yazardım ve eğer çok fazla şey istersem kendimi kötü hissederdim, açgözlü olduğumu ve abarttığımı düşünürdüm. ARTIK BÖYLE DÜŞÜNMÜYORUM. Neden her şeyi istemeyeyim ki? Ne kadarı olsa kardır. Bir hayatta her şeyin iyi gitme ihtimali de var. Her şeyin kötü gitme ihtimali de. Bazen böyledir. Acısız bir hayat imkansız, acılar yine olacak ama çok fazla şey yolunda gidebilir. Muhteşem bir hayat yaşayabiliriz, bu potansiyel mevcut. Bazı insanların hayatı aşk, aile, arkadaşlar, zeka, başarı, kariyer, para, saygınlık konularında oldukça iyi görünüyor. Gerçeği asla bilemeyiz, kendi içlerinde neler yaşadıklarını bilemeyiz ama güzel bir enerji veriyorlar. Böyle bir yaşamın nadir olduğunu ve muhteşem olduğunu düşünüyorum. Bütün zarlar doğru gelebilir. Benim için ilk 26 sene böyle geçmedi, çok fazla acı vardı ama son 1 senede zihnimde ve düşüncelerimde birtakım major değişiklikler oldu. Bunun yansımasını da hayatımda göreceğime inanıyorum ve artık istemekten utanmıyor ya da korkmuyorum. Güzel ve dopdolu bir hayat yaşamak istiyorum, bunun için ne gerekiyorsa hepsini istiyorum. **S.152 de ki saçlarınla neden konuşmuyorsun fikri** hoşuma gitti. kulağa delice ve saçma gelse de ben de bi yerlerimle konuştum biraz. Mesela mideme sordum; ‘aşkım senin derdin ne, neden yanıyorsun ve ağrıyorsun?’ Faydası olur mu bilmem ama midem sırf onla konuşmuyorum diye onun farkında olmadığımı düşünmesin. Oldukça farkındayım. **S.158 ‘Aşka sahip olmadan onu başkasına sunamayız.’ -Aziz Agustin** Evet bütün bu yazılanlardan sonra çok ama çok anlamlı bir cümle. Birçok anlam çıkarabiliriz bu cümleden. Sen kendini sevmezken başkasının seni sevmesini bekleyemezsin, sen kendini bile sevemiyorken başkasını ne kadar sevebilirsin. **S.170 ‘Hepimizin karanlık tarafları var. Belki de kendi ışığımızı bulacağımız yer burasıdır.’**
Rezonans Kanunu
Rezonans KanunuPierre Franckh · Koridor Yayıncılık · 20193,860 okunma
·
1.214 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.