Gönderi

Hâlâ sevgi, saygı içerisinde özgür bir hayat yaşamak mümkün mü?
Bir dünyamız var, bu ortak dünyamızda çok sayıda ülkeler var. Hepsi de farklı farklı anlayışlara, gözlüklere, dünya tasavvurlarına sahip ülkeler. Bizim de kendisine ait bir dünya, medeniyet tasavvuru oluşturmuş bir ülkemiz var. Her ülkenin kendisine göre beslendiği kaynaklar var. Bu kaynaklardan ortaya çıkan değer yargıları var. Bu değer yargıları ise dününden bugüne, nesilden nesile aktarılıyor/devrediliyor: gelenek. Gelenekten beslenen yeni kuşaklar devredilen bu gelene-ek yapma vazîfelerini icrâ etmekle yükümlüler. Dolayısıyla her bir fert yaşadığı ülkeyi, toplumu iyi tanımalıdır. Okumalıdır, öğrenmelidir. Öğrendiklerini hayatına aktarmalı ve yön vermelidir. Bilerek, öğrenmeyi öğrenerek, hayata tüm olup bitenlere eleştirel bir şekilde bakarak toplumunun ilerlemesine yön verecek eylemler peşinde koşmalıdır. Yapacağı her bir işi, söyleyecek olduğu her biri sözü “iyi, doğru ve güzel” üçlüsüne bakarak ortaya koymalıdır. Toplumun genel-geçer, dününden bugüne iyi, doğru ve güzel kabûl edilen hiç değişmemiş olan değer yargılarına, anlayışlarına bağlı kalarak hareket ettiğinde inanan, inanmayan her bir birey bu doğrultuda hareket etme imkânı bulabilecektir ve o üçlünün ne anlama geldiğini daha iyi kavrayacaktır. Zira orada “Sana göre bana göre iyi, doğru, güzel” yahut “Kime göre, neye göre” kargaşası olmayacaktır. Aksine insanı gönül rahatlığına erdirecektir fakat konfor rahatlığına da sokmayacaktır. Çünkü insan bu toplumda dertli olarak büyüyecektir, dertli olarak yetişecektir. Bu dertli olma hâli ise onu içinde bulunduğumuz modern dönemin kaygı bozukluklarına, depresyon ve bunalım hâllerinden uzak, aksine onu her ân tedavi edici bir niteliğe sahiptir. Bu yüzden dertli olan toplumun derdiyle dertlenen bir dertli olma bilincinin farkında bu topluma ve insanlığa hizmet etmek temel vazife olacaktır. Burada hele de bugün sosyal medyada sıkça gördüğü o özenti ve yapmacık hayatlardan uzak aksine tüm doğallığıyla, samimiliğiyle ona yaşama usûlünü gösterecek gerçek anlamda hür, gür, özü-gür ve içsel huzurunu yakalama fırsatını hâiz toplumuna sarılacak ve onun karşı çıktığı anlayışlara kuçak açıp onları ortaya atarak, yok yere hayatını “baskı altında” gibi hissetirecek, sürekli oklar kendisine çevrilmiş bir şekilde içsel huzurunu yakalamaya çalışmakla süslü gösterilen ve yapayımsı tat veren bir hayata ve o çıkmaz, yaşanılamaz hayatın anlayışına sığınmak kişiye zarar verecek, onu zamanla öldürecektir. Onu ne gerçek anlamda özgür kılacak ne de saadet içerisinde bir hayat yaşama imkânı içerisinde tutacaktır. Çünkü isnadsız, hakikatsiz, sadece ev ıslanmasın diye çatı yapmak gibi yapmak istediğine, arzu ettiğine bir dayanak koyarak onu rasyonel göstererek, akla ve gönüle dayanan diğer tasavvurun ise dayanaklarını, delillerini ve malzemelerini (aynı rasyonellikle) ip cambazlığıyla alaşağı ettirip kendisine arzu ettiği o basit hayatın yolunu açacaktır. Bu insanı katiyyen özgür kılmaz, kılamaz. Bu özgürlük bir yanılsamadır. İçerisinde sadece bir gruptan, bir sınıftan, bir yapıdan ayrı olmanın verdiği rahatlık hissinin vermiş olduğu bir özgürlük duyumu vardır. Hep de özgürlük dediğini o hisle karıştırmaktadır. Bir ferdin kendisine ait bir özgürlük tanımlaması olabilir ancak kendine ait kıbleden şaşmış bir özgürlük anlayışı olamaz içerisinde yaşadığımız bu benzersiz toplumda. Yani toplumun anlayışına, değerlerine ters düşecek ve onlarla çatışacak bir anlayış ve tavırla toplumumuzda sağlıklı bir hayat sürdüremez. Tanımlamayı şayet toplumun, dolayısıyla toplumun beslendiği asıl ve hakikî kaynakların tanımlarıyla aynı kıblede yaparsa doğru bir tanımlama yapmış olabilir ancak. Belki eksik olur, belki kapsayıcı olur. Belki farklı bir bakış açısı kazandırmış olur da büyük gelişmelere vesile olmuş olur, öncülük etmiş olur. Ancak anlayışı, anlayışa uymaz ve kendine göre bir anlayış geliştirir de hele de duyduğu zıt anlayışları, fikirleri, değer yargılarını dayatmaya kalkarsa ve tüm ilişkilerini bu doğrultuda sürdürürse, bu tavırla hareket eden pek çok ferdin de böyle yapacak olduğunu düşündüğümüzde (ki bugün olan da budur) o vakit ortaklıklarımızı kaybetmişiz demektir. Anlaşabilmemiz içinse geriye kalan tek seçenek sevgi, saygı duyarak yolumuza bakmak olacaktır. Ancak mevzuular silsilesi, nedenler silsilesi şu hayatımızda tartışma gerektirecek, hatta çatışma gerektirecek, ayrıştıracak mevzuular hiç bitmeyecektir. Sevgi de saygı da her ân bavulu eline verilip evden kovulacak durumda olan biri gibi duracaktır yanımızda. Dolayısıyla ortak bir gözlüğümüz, ki iyiyi, doğruyu ve güzeli aynı yönde gösterecek bir gözlüğümüz hâli hazırda mevcuttur, olmadıkça kaos devam edecektir. Bizleri parçalanmaya da götürebilecektir. Elimizde hazır bulunan bu gözlük, medeniyet tasavvurumuz bir kenara atılıp, bugün tıpkı sosyal medyada her geçen gün bir yenisi eklenen, sanal âlemi reel âlemden sanki büsbütün ayırmışçasına üretilen yeni anlayışları ve parçaları referans alındığında bizleri her geçen gün daha da kavgalı, kavgacı yapacak ve parça içinde parçalanmış kısıtlı, sınırlandırılmış gruplara hapsedecektir. Sözün özü kendimize ait sosyal medya ezberleri olan “Herkes özgür, özgür bir ülkede yaşıyoruz. İsteyen istediğini yapar. Ben de savunmuyorum ama tercih etmeyen de gitmez/yapmaz/etmez” gibi söylemleri toplumun genel anlayışının merkezine tavır koyarak oturtmak bize daha özgür, daha mutlu, daha konforlu bir yaşam getirmeyecektir. Küçük yaşlarda başladığımız örgün eğitimde, okullarımızda nasıl yapmamız gerekenler varsa, disiplin gerektiren kurallar varsa hayat okulumuzda da olacaktır. Zira bu kurallar okul hayatımızda huzurlu, sağlıklı bir ortamda ve okuldaki arkadaşlarımızla birlik hâlinde bir eğitim görebilmemiz ve aldığımız eğitim doğrultusunda bir hayat sürdürebilmemiz içindir. İleride herkesin kendince anlayışlar geliştirip, topluma ters düşmesi, insanlarla sürekli tartışma hâline düşecek şekilde ayrılık yaşaması için değildir. Hele de sosyal medyada bize sürekli ezberletilen, bir ânda her yere ve herkese yayılan, kabûl de görülen kaosa sebep tüm sınırlamaları yok sayan düşünceler için değildir. Toplumsal kurallarımızın sanal âlemi, yanal âlemi olmayacaktır. Anlayışlarımız, ortak anlayıştan farklı oldukça değil, merkez anlayışa ters düştükçe bu ülke, bu toplum, bu âile bize yaşanamaz olacaktır. Bu toplum sadece resmî yasa ve kânunlarıyla yönetilen bir toplum olmaktan ibâret değildir. “Sana yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma” maddesi gibi hiçbir resmî yasanın maddesinde yer almayan değer yargılarımız, maddelerimiz var bizim. Birbirini tamamlayıcı bir yapıya sahip ahlâki olan, etik olan ve olmayanı resmî/gayri-resmî diye ayırıp apayrı dünyaların nesneleri gibi algılamak da bizi eksik kılacaktır. Demem o ki, bugün eğer kaotik bir hayatı değil nizâmî bir hayatı, hür ve mutlu (hakikî içsel huzuru yakalamak manasında) bir hayatı yaşamayı arzu ediyorsak hep birlikte yukarıda da belirttiğim üzere “dünden bugüne, asırlardır değişmemiş” olan anlayışlarımıza kulak vermek zorundayız. Ya bu toplumun bir ferdi olacağız ya da tüm sınırlamaları ortadan kaldırılmış, sürekli kavganın ve gürültünün yahut sahte mutluluk pozları veren insanların da çokça olduğu sanal toplulukların. Karar sizin. Not: Tüm yazılanlar bizim toplumumuz için yazılmıştır. Başka ülkelerin, başka toplumların hayat anlayışlarını da içine alarak genellenebilir bir mantıkla yazılmamıştır.
··
144 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.