Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Karmatiliğin bir devamı olan Batınîlik hareketinin Büyük Selçuklu devletinde ilk kez boy göstermesi, Melikşah zamanına rastlar. (...) Batıniler, İsmaili mezhebinin “Nizar” koluna mensupturlar. Bu hareketin öncülüğünü, Hasan b. Sabbah (Ölm. 1124) adında Deylemli terör uzmanı yaptı. Aynı zamanda güçlü bir alim olan Hasan b. Sabbah, korkunç bir teşkilatcıdır da. Aslen Yemenli olduğu, sonradan Deylem'e yerleştiği iddia edilen Hasan b. Sabbah'ın soy itibariyle de Himyeri hükümdarları ailesine dayandığı ileri sürülür. Bununla birlikte Hasan b. Sabbah'ın taraftarlarına, soyunu araştırmamaları için direktif verdiği ve: "İmamın değersiz oğlu olmaktansa, seçkin hizmetkârı olmayı tercih ederim" dediği, bu nedenle de kimliği hakkındaki bilgilerin yetersiz kaldığı nakledilir. Selçuklunun ünlü veziri Nizamülmülk, önceleri Hasan b. Sabbah'a saygı gösterirdi. Ne var ki, Hasan b. Sabbah'ın halkın zayıf ve güçsüzleriyle düşüp kalkması, başta Nizamülmülk ve diğer devlet ricalını endişeye sevk etmiş ve Hasan'ın yakalanması için emir çıkarılmıştır. Hasan, düzene karşı tavır almadan önce saygıdeğer bir kişidir ne zaman ki, düzene karşı tavır alır işte o zaman 'dinsiz, yalancı peygamber' gibi suçlamalarla suçlanır. Rey'de İsmaili ileri gelenleriyle tanışan Sabbah, İran İsmaili bölgesi örgüt ve propaganda şefi İbn Attaş'ın takdirini kazanır. Hasan, Attaş'ın babası olan Abdülmelik'in talebelerindendi. Bu arada İbn Attaş, Sabbah'ı Mısır'a vekil olarak yollar. 15 yıl Mısır'da kalan Sabbah, Mısır'da Mustansır tarfından gayet iyi karşılanır. Bir ara veraset yüzünden Mısır'da ani bir mücadele başlar. Emirler, Mustansır'ın küçük oğlu Mustail'i desteklerken, Hasan b. Sabbah ise, büyük oğlu Nizar'ı tutunca, Mısır'dan kaçmak zorunda kalır. Mısır'dan kaçan Sabbah, Suriye, el-Cezire, Diyarbakır ve Anadolu'yu dolaşarak Horasan'a geçer. Oradan da Kaşgar ve Maveraünnehr'e giden Hasan b. Sabbah, derviş elbisesi içinde bölgeyi dolaşır ve halkın büyük bir kısmını etrafında toplamayı başarır. Sabbah, 1090 yılında Hazar denizinin güneybatısında, Kazvin kenti yakınlarındaki 'Alamut' (Kartal) kalesini tahkim ederek, gizlice yerleşir. Bu kale 3000 m. yüksekliğindeki Elburz dağı silsilesi üzerinde ve Hazar denizi bölgesi ile İran yaylalarını birbirlerine bağladığından stratejik değeri pek yüksektir. Kale, 830'larda Hasan b. Zeyd adlı ünlü bir şii tarafından yaptırılmıştı. Daha sonraları Büyük Selçuklu sultanı Melikşah (1072-1092) kaleyi Mehdi adli bir şii'ye ikta etmişti. İsmaili fedailerinin üçte ikisi Kuhistan (dağ memleketi) denilen bu kalenin bulunduğu bölgede idi... İşte, Sabbah'ın kurduğu gizli teşkilat, bu bölgede tam bir gizlilik içinde yürütülmüştür. (...) Teşkilatın en büyük şefine; "Dâi'd-Duat" ikinci büyük şefe “Ed-dâi el-Kebir" denirdi ki, bunların her biri belirli bölgeyi ellerinde bulundururlar ve o bölgeden sorumlu tutulurlardı. Bu teşkilatın en alt kademesinde de "Fedailer" bulunurlardı. Bunlar ne çeşitten olursa olsun, büyük şeflerden gelen emirleri yerine getirmeye hazır kimselerdi. Yabancı elçilerin bulunduğu bir sırada, büyük şefin bir göz işaretiyle 50 fedai, kendilerini dağın tepesinden uçuruma fırlatıp ölmüşlerdi. Markopolo, büyük şeflerin fedailere afyon vermek suretiyle, onları ipnotize ettiklerini yazıyorsa da, afyonkeş insanların bu kadar aktif, mukavemetli ve mücadeleci olabileceklerini iddia etmek her halde çok güçtür. Kartal yuvası anlamına gelen Alamut'un ünlü Şeyhülcebel'i ve Selçukluların korkulu rüyası olan Hasan b. Sabbah, “kurtarılmış bölge" ve "vur-kaç" kavramlarının geliştiricisi bir ihtilalci ve terör uzmanıdır. (...) Sabbah, Alamut'ta: propaganda ve teröre hız vererek, Büyük Selçuklu devletine karşı isyan ve terörün meşru iki yöntem olduğuna, fedailerini inandırmıştır. Fedailer, Şeyhülcebbel'in hakimiyetini reddeden seçkin emir, komutan ve devlet adamlarını öldürmekten çekinmemişlerdir. (...) Ülkede dehşet havası estiren fedailerin, Sultan Mehmet Tapar zamanında (1105-1118) yalnız İsfahan'da beş yüzden fazla insan öldürdükleri ileri sürülür. Bununla birlikte batınilerden de çok sayıda kişinin iktidar ve yanlıları tarafından katledildikleri bilinen bir gerçektir. (...) İsfahan'da halk, binlerce kişiyi batıni oldukları gerekçesiyle yakalayıp, kazdıkları ateş dolu çukurlara doldurmuşlar ve orada yakmışlardır. Ünlü Selçuklu veziri Nizamülmülk, Kartal yuvasına karşı askeri bir saldırı tertip ettiyse de muvaffak olamadı ve ünlü vezir, derviş kılığına girmiş Şeyhülcebel'in fedaileri tarafından katledilmiştir. (1092) Bu büyük devlet adamının katli, fedailerin işleyebileceği suikastların boyutlarını belirlemede önemlidir. (...) Büyük Selçuklu sultanı Melikşah, batıniliğin tehlikeli hal alması üzerine, Sabbah'a bir mektup göndererek şöyle der: "...Hasan Sabbah, bilesin ki, kulağımıza geldiğine göre sen yanlış bir din ve millet çıkarmışsın ve insanları aldatıyorsun ve zamanın sultanına isyan niyetindesin. Cahil dağlıları başına toplayarak, tabiatlarına mülayim sözlerle onları, her istediğin kişiyi bıçaklatmak için hazırlıyorsun... İslam halifelerini yeriyorsun... Bu tür sapıklıkları bırakıp müslüman olmak gerekir. Yoksa üzerine gönderilmek üzere, güçlü bir ordu beklemektedir. Kendi canına ve sana bağlananlara acıyorsan, elindeki kalenin sağlamlığına güvenme. Bil ki, elindeki Alamut kalesinin burçları, göğün burçlarından olsa Allah yardımı ile dümdüz ederim." Hasan Sabbah, Melikşah'a gönderdiği cevabî mektupta, uzun açıklamalarda bulunuyor ve tuttğu yolun doğru olduğunu örneklerle izah ediyor ve Abbasi halifelerinin müslüman olmadıklarını iddia ediyordu. Melikşah, bu cevap karşısında 1092 yılında Arslantaş komutasında bir orduyu Alamut'un Şeyhülcebel'i olan Sabbah'ın üzerine gönderdiyse de, Sabbah'ın fedaileri bir gece baskınıyla Selçuklu ordusunu bozguna uğrattı. Şeyhülcebel'e karşı sultanlarca girişilen diğer askeri harekatlar da aynı şekilde başarısızlıkla sonuçlanmış, Hasan Sabbah liderliğindeki Batınilik hareketi daha da güçlenmeye yüz tutmuştur. (...) Batıniler, Suriye'de de kuvvetli köprü başları tutmayı becermişler ve Selçuklu prensi Rıdvan b. Tutuş'u (ölm. 1113) kendi müntesipleri arasına almayı başarabilmişlerdir. 1140'ta Kuzey Suriye'deki birçok kaleleri de ele geçiren Alamut'un kartalı Sabbah, (...) Berkyaruk'un (1093-1104) Damgan valisi Muzaffer'in işbirliğinden yararlanarak Alamut'tan sonra, Anadolu Selçuklu devletinin kurucusu Kutalmış'ın yıllarca kuşatıp da alamadığı Gird-kuh kalesini de ele geçirir. Böylece, Muzaffer'in desteği, Hasan Sabbah'ı daha da güçlendirir. Şeyhülcebel Sabbah, ölmeden önce yerine geçmek üzere Buzurg Umid'i secer. (...) Kaynakların çoğu Selçukluların korkulu rüyası olan dağların Şeyhi Hasan Sabbah'ı, mülhid (dinsiz) sefahet ve işrete düşkün, zındık bir kişi olarak tanıtırlar.. (...) Ne var ki, Moğolların kan dökücü hakanı Hulagu ile birlikte Alamut kalesi üzerine giden meşhur tarihçi Cüveyni'ye (1233-1283) dayandırılan iddialara bakılırsa; Hasan Sabbah, 34 yıl (1090-1124) boyunca Alamut kalesinden ayrılmaz. O, tüm vaktini oruç tutmak, dua etmek, kitap okumak ve yazmak ve idari işleri yürütmekle geçirirdi. Alamut, onun devrinde önemli bir bilim merkezi ve rasathane olur. Felsefe ilimlerinde fevkâlede derin bilgiye sahip olan meşhur Hoca Nasirüddin Tusi ve ilk dünya tarihi (Cami üt-Tevarih) yazarı Reşidüddin, Alamut'tan çıkar. Sabbah, Kale'de 34 yıl şarap içilmesine izin vermez. Hatta kalede flüt çalanı bile dışarı atar. Oğlu şarap içmiştir gerekçesiyle öldürülmesine emir verir. (...) Bununla birlikte Şeyhülcebelin kişiliği ve icraatları hakkında sağlıklı bir sonuca varmanın güç olduğu bilinen bir gerçektir. Çünkü elimizde Sabbah karşıtı ve devlet yanlısı tarihçilerin kaynakları var, onun hakkındaki bilgileri; bu kaynaklardan öğrenmek zorunda kalıyoruz... Bunun sebebi ise; Moğolların harekatı sırasında (1258) Alamut kalesindeki kitapların, belgelerin ve diğer malzemelerin yok edilmesidir.
·
106 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.