Gönderi

"Temür Bek"in İslamiyet'e Bakışı
Profesör Zeki Velidi Bey tarafından Darülfünunda 18.1.1932'de verilen ders "Temür'ün Şehrisebz (Keş)de Şeyh Şemseddin Külâl"in mezarı üzerinde yaptırdığı türbe etrafında, Temür'ün kendisi, oğulları ve maiyetindeki beyler kendi mansıplarına göre yer almışlardı. Bu, Temür ve maiyetinin islâm mukaddesatına İslâmiyet'ten önceki akideler gözlüğüyle baktıklarını göstermek itibarıyla çok karakteristik bir keyfiyettir. Yani şeyhin yanında kendisini ona mürit sayan Temür gömülecekti. Ve kendi büyüklüğüne uygun türbe yaptırıyordu. Sonra Temür'ün türbesi etrafında herkes dünyadaki hayatlarında bu cihangirin maiyetinde haiz oldukları rütbelere göre yer alıp öyle türbe yaptıracaklardı. Bu usuldeki askeri esasta alınan yer o zamanın Türkçe'sinde "mürçel" adım almıştır. Şehirlerin ve Kalelerin müdafaası sırasında her beyin müdafaa edeceği kısım veya savaşta cephenin ayrı ayrı beylere taksim olunan parçalan da mürçel tesmiye olunuyor. Yani müstakbel hayat Temür'ün zamanında Şamanî bir zihniyetle tasavvur olunmuş ve dünyada işgal olunan tertibatla geçirileceği zannolunmustur. Temür'ün babası "Torağay Bey"in mezarı bugün "Künbed‐i Seyyidân" adını taşıyor. "Seyyidân" denilmesinin sebebi, Temür'ün ölümünden sonra."Seyit Bereke"nin Endhoy'dan getirilerek gömülmesi olduğu gibi, Torağay'ın yanına da seyitlerin gömülmüş olmasıdır. Bugün Torağay'ın Kubbesi altında üç seyidin mezarı bulunmaktadır. Bu türbenin garp tarafında "Kök Kümbet" dedikleri büyük bir bina vardır. Bu, Şahruh tarafından bina edilmiştir ve galiba orada annesi Tağay Türkân Ağa da gömülüdür. 1014'te Şehrisebze'deki bu büyük Türk sanat abidelerini ziyaret etmiş ve kitabelerini de yazmıştım. Şimdi maalesef elimde yoktur. Ve bu türbeler hâlâ kimse tarafından tavsif olunmamıştır. Gayet süslü büyük binalardır. Temür orada kendisi için yaptırdığı türbede Anadolu ve İran seferinden dönüşünde birkaç gün ikamet etmiş ve binanın nasıl yapılması icap ettiği hakkında mühendislere talimat vermiştir. Bunu Clavijo (Klaviço) söylüyor. Klaviço bu türbeyi "Büyük Mesçit" tesmiye ediyor ve fevkalâde süslü olduğunu söylüyor. Temür bunun kapısını beğenmemiş, küçük görerek daha büyük yapılmasını emretmiştir. Klaviço geldiği zaman o emre göre yeniden yapıyorlardı. Bu gibi süslü büyük türbe ve mezarlar Temür zamanında bazen hükümet konağı yahut otel işini görmüştür. Şehri‐sebz'den geçtiğinde Temür müstakbelen gömüleceğini sandığı bu türbede durduğu gibi İspanya elçilerini de oraya indirmişler ve kendilerine orada ziyafet ver "Torağay"ın mezarı üzerinde her gün 20 koyun kesilip kendisinin ve torunu "Cihangir" in ruhuna sarfolunduğunu söylüyor. Cihangir'in "türbesinden de ayrıca bahsediyor. Temür, Şamanizm ve eski Türk‐Moğol ananelerinin kuvvetle tesirinde bulunmuştur. Bu, hayatının başlarında daha açık görülüyor. Onun "Emîr Caku Barlas"la beraber Yasavurlularının emîri "Hızır Bey"e karşı "Ak Yar" mevkiinde savaştığı zaman Arduvan Bahşı adında bir beyini kaybettiği söyleniyor. Bu emîr hakkında "beylerin büyüklerindendi" deniliyor ve ölümü mühim'bir hâdise olarak zikrolunuyor. Sonra Temür'ün bütün ilk seferlerinde daima yanında bulunan ve Temür'e tesir eden bir şahsiyet sıfatıyla Devletşah Bahşı Uygur zikrolunuyor. O daha 1366 seferlerinde Temür'ün yanında idi. 1370'te, "Emîr Hüseyin"in ortadan kaldırılması zaruretini ısrarla söyleyen bu Devletşah Bahşı ile Emîr Caku olmuştur. Temür'ün ilk seferlerinde bir de Turumçı Bahşı ve Çete beyleriyle Türkistan'ın şimal taraflarında olan çarpışmalarında Temür'ün has kâtibi sıfatıyla Yol Kutluğ Bahşı zikrolunuyor ki Temür ona Cetelilerle sulh müzakeresini havale etmiştir. Temür'ün sonraki seferlerinde beylerden "bahşı" adını taşıyan Altun Bahşı, idi Berdi Bahşı Özbek ve Edgü Çakar Bahşı Uygur zîkrolunuyorlar. "Bahşı" Temür'ün zamanında Türk usulünde âlîm, Türkçe yazan kâtip ve Türk âdet ve ananelerini bilen kimseye deniliyordu, icabında Türk Şamanî veya yarı Şamanî âyinlerini de bunlar idare etmiş olsa gerektir. Babur Mirza Taşkent hanı "Sultan Mahmut Han"ın ordusunda yapılan böyle bir âyine iştirak etmiş ve âyini idare edeni "bir Moğol" diyerek geçmiştir (S. 123). Tabiî o da bir bahşıydı. Şüphesiz hakikî Şarmanîlerin imamları ayrıydı. Onlara Kam deniliyordu. Bahşılar bazen budist de olabilirler. Nasıl ki islâm olan bahışları da biliyoruz. "Ali Şîr Nevayî"nin büyük babası bir müslüman Uygur bahşıydu. Hülâsa "bahşı" Şamanîlerin dinî rehberi olmaktan ziyade Türk milli annelerinin ve Türk irfan ve medeniyetinin hâmili demektir. İbn Arabşâh, Temür'ünn ya‐nındaki usta hakkaklerin ileri geleni sıfatıyla "Altun" adında birisinden bahseder (S. 222) ki yeşim (Kaş taşı) ve akik üterine acayip şeyler nakşedermiş. İhtimal yukarıda zikri geçen Altun Bahşı budur. Zamanımıza erişen en güzel Uygur hüsnühattı örnekleri Temür ve oğulları zamanında bahşılar tarafından yazılmıştır. Bugün Türkistan'da bahşı tabiri Özbek ve Türkmenler'de Türk destanlarını ve halk hikemiyatını iyi bilen ve Şamanî âyinleri yapanlara, Kırgız ve Kazaklarda ise (bunlarda baksı telâffuz olunur) ancak Şamanî âyinleri yapan ve o âyinlerle hastaları tedavi eden kimselere denir. Kazak baksılarının söylediği şiirler sanatça yüksek olmakla temayüz etmiyor. O daha çok cinlerle iş görür ve garip şiirlerinin de insanlardan çok cinlere uygun geldiğine itikat olunur. Vezinleri o kadar düzgün değildir. Temür zamanında bahşıların böyle halis Şamanî dini rehberi oldukları görülmüyor. Onlara böyle Şamanî âyinleriyle hastaları iyi etmek işinin havale olunduğuna dair bir kayıt da görülmedi. Bununla beraber onlar tabiplerle birlikte zikrolunuyorlar. Fakat tabipten de ayrıdırlar. Bahşılığın eski ve son zamanlarda müşterek olan hususiyeti varsa o da bahşıların eski bahşılar sülâlesine mensup olmalarıdır. Yani bahşıların babaları da bahşı olur. Şimdiki Kazaklardaki bahşılar ekseriya Şamanî meczubiyetlere kapılırlar. Onlar babalarının yaptıkları âyinleri yapmazlarsa manevî ıstırap çekerler. Bahşı arasıra Şamanî âyini yapıp yahut, âyine iş‐tirak edip meczubiyetle kalbindeki düğümleri çözmelidir. Yoksa onun hastalanacağına itikat olunur. işte bu gibi bahşılar "Temür"ün bilhaasa ilk hayatında müessir olmuşlardır. Sonra gitgide İslâm fikrî hayat muntesipleri islâm medeniyeti Temür'e tesir etmiştir fakat Temür ömrünün sonuna kadar eski ananelere sadık kalmış ve İslâmiyet'i, İslâm mukaddesatını kendi Türk ve Moğol türecîliği bakımından anlamıştır. Temür "Türe"ye pek fazla, ehemmiyet vermiştir. *** Bu bilhassa orduda görülmüştür. İbn Arabşah (S. 230) diyor ki; "Temür'ün ordusunu teşkil eden Türkler arasında putperestler, ateşe tapan mecusiler, sahir ve kâhinler, putlarını kendileriyle beraber taşıyan müşrikler vardı. Kâhinler Temür'ün askerini harpte teşçi ediyorlardı. Temür'ün askerleri ölü hayvan etini yer, boğazlanmış yahut boğulup olmuş olmasına bakmazlardı. Aralarında koyunun kürek kemiğine bakıp âlemin ahvalinden, istikbalden haber verenler vardı ve gayet doğru söylerlerdi. Aralarında hayvan isimleriyle maruf Türk takvimi kullanılır". İbn Arabşah'a göre Temür için Çingiz Yasası İslâmlar için fıkıh gibi idi. Belki de Temür ve Çağataylar Çingiz Yasasını şeriate tercih ediyorlardı. İbn Tengri Berdi diyor: Diğer Türkler ve Çağalaylar gibi Temür de bütün işlerinde Çingiz Han'ın yasasına itimat ederdi ki buna türe diyorlar. Türe Moğolca mezhep demektir. Temür bu türeyi bilmekle zamanında nazirsizdi" *** Temür'ün bilhassa orduda islâmiyetten çok gayri İslâmî Türk‐Moğol ananelerini tercih ettiği şüphesizdir. Orduyu şeyh ve sofilerin tesirinden kıskançlıkla koruduğu malûmdur. Molla Türk adında bir şeyhin minareden atılarak onun müridi olan bir emîrîn yasa edilerek öldürüldüğü mervidir. Buna ait tafsilât, nushası Umumî Kütüphane'de Halis Efendi kısmında (Nu. 36‐24) bulunan Hoca Ahrar menakıbında (yaprak 65 a) bulunuyor. Deniliyor ki: "Şeyh Molla Türk", Temür hakkında ağır lisan kullanır ve tekfir ederdi Şeyhin müridine şeyhten vazgeç, yoksa öldürüleceksin dediler. O tereddüt etti. Fakat şeyhi ona "neden bu tereddüt? sen hiç olmazsa öldürülüyorsun. Ben ise minareden atılacağım" dedi. Nihayet mürit de şeyhinden ayrılmayacak oldu ve şu şiiri söyledi: "Türkü (Molla Türkü) terketmem için başıma destere koysalar (başımı kesseler) kafamı terketmeye hazırım; fakat Türk'ü hiç bir suretle terketmem". Sonra Temür bunu öldürmüştür. İbn Arabşâh ulemadan Cemaleddin Ahmed el‐Hârezmi'nin, ruhi ihtiyaçlarını tatmin edecek irşadatta bulunması ve orduda yedikleri haram yemeklerin günahından nasıl kurtulacakları hakkında samimi müracaatta bulunan iki Çağatay askeriyle ancak gizli olarak konuştuğunu, bu iki askerden atlarını sorduğu zaman, onların, Temür işitir de kendilerini öldürür diye söylemekten îstinkâf ettiklerini ve "seni gördüğümüz için Allah'a sena ederiz. Fakat bizim atımız ve hangi beye tâbi bulunduğumuz senî alâkadar etmesin. Belki sen bizi bundan sonra görmeyeceksin" dediklerini hikâye eder (S. 236). 1396'da "Ömerşeyh Mirza"nın oğlu "Pir Mehmet"in maiyetinde Fars vilâyetini idareye memur olan Emir Sevincek ve Devlethoca birçok işlerde kabahatli görülerek Semerkand'a çağırıldılar. Muhakeme neticesinde Emir Sevincek kendi hesabına fütuhatta bulunmak için Hindistan hududuna sürüldü. Devlethoca ise kulağı burnu kesilerek Fergana'ya neyfolundu. Bunlara nispet edilen kahahatlardan biriside Emîr Tevekkül ve Emir Kara Yusuf adındaki beylerin "Şeyhülislâm Cüneyd‐ i Kâzerûnî"ye mürit olmalarına saik olmalarıdır (Mîrhond, VI, 79. Bu tafsilât Şerefeddîn Yezdî'de yoktur). Umumiyetle Temür kendi çocuklarını ve beylerini İran‐Tacik medeniyetinin kötü tesirlerinden korumuştur. O, Sultan Ahmet Calayır ve Kara Yusuf hakkında oğullarına demiştir ki: "Sultan Ahmet Calayır'dan emin olabilirsiniz. Çünkü onun mizacı Tacikleşmistir. Kara Yusuf ise tehlikelidir" [1]. Irak ve Azerbaycan'ın idaresine memur edilen oğlu "Miranşah"ı sarhoşluğa alıştıran İran musiki ve taganni mütehassıslarını 1399'da Semerkant'tan mahsus gönderilen beyleri vasıtasıyla astırdı (Zaferâme, II, 213‐214). Keza Şam seferinde torunu "Sultan Hüseyin Mirza"nın sarhoşlukla düşman tarafına geçmesi de "bir fesatçı Tacik zümresinin vesvese ve yalanı" neticesi olarak gösteriliyor (Zafernâme, II, 314). Temür'ün orduyu ve oğullarını mollaların, şeyhlerin tesirinden koruması; onların bilhassa Müslümanlara karşı şefkatten, dünyayı terkten, tevazudan filândan bahsedip askerlik ruhlarını, maneviyatını kıracak hareketlerine karşı olsa gerektir. Bu itibarla şair Goethe'nin, Temür'ün ağzından mollalara hitaben söylettiği şu parça bu Cihangir'in ruhuna çok uygundur: Was? İhr missbilliget den kräftigen sturm Des Uebermuthes, verlogne Pfaffen Hätt Allah mîch bestimmt zum Wurm So hätt'er mîch als Wurm geschaffen. Yani: "Ne [demek İsliyorsunuz] ? Kabına sığmayıp coşan kudretimin şiddetti fırtınası hoşunuza mı gitmiyor? Ha, siz mürai, yalancı hocalar! Eğer Allah bana [ezilmeye mahkûm, zelil] kurt gibi [sürüklenmeyi] mukadder etmiş olaydı, beni kurt olarak yaratırdı". Şair burada hocaların ve sofuların meselâ "benim tevazum yahudinin zillelini geride bıraktı"; "insan kendisini her mahlûktan aşağı görmelidir"; "Allah'ın öldürücü kulu olmaktansa ölen kulu ol"; "insan ayak altındaki karı gibi mütevazı olmalıdır"; "insanın kurttan ne farkı var? zaten ona bir gün kurt yiyecektir" gibi hikemiyatlarına karşı isyan eden kahraman cihangirin pervasız coşkun hayatını beğenmeyenlere karşı, onu ateş püsküren birisi olarak tasvir etmiştir. Temür'ün hayatından böyle kahramanca bir vak'anın, meselâ Hammer gibi birisi tarafından Goethe'ye söylenmiş olması ve bu parçanın bu suretle meydana gelmiş olması muhtemeldir. Ordu'da tarihen tespit olunan Şamani âdetlerinden bazıları bir sefere çıkarken tuğ alaslamak (Şamanî âyini yapmak), kadınların orduda ve âyinlerde iştiraki, başkumandanı selâmlarken şarapla ulcalamak; merasim, toy ve kurultay adabı, orduda tam Şamanî yuğ merasimi gibi şeylerdir. Bir taraftan islâm şeyhlerine tapan Temür diğer taraftan onları öldürmüştür. İslâm azizlerinin mezarlarından yardım uman bu cihangir Şamanî âyinleriyle gömülmüştür. Zahiren zıt görülen bu keyfiyet Temür'ün çok mudil fikri hayatı için bir sistemdir...
·
352 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.