Gönderi

Bir Yudum Kitap
İnsan işte, bazı vakit özlüyor. Kimi zaman bir başka insanı kimi zaman kışı kimi zaman baharı... Yıldız Ertan, "O güzel mevsimleri nasıl da özlüyorum. Âşık Veysel gibi gidiyorum gündüz gece." diyor ve ekliyor: "Kör oldum üstelik, göremiyorum." Dileğimiz odur ki, henüz görüyorken kavuşun özlediklerinize. Yıldız Ertan - Anlasana Masa Dergi, Temmuz - Ağustos 2017 Öylece duruyorsun. Saçlarına vuran ışıklardan sekip göğsüme düşen sevdanı avuçlarımın arasında yuvarlıyorum. Saf bir enerji parmak uçlarıma doğru süzülüyor ve sen orada, o beyaz koltukta gittikçe saydamlaşırken seni dünlüyorum. Dünlemek evet... Seni bugün değil, yarın değil, dün gibi seviyorum. Kesinlikle ‘hâlâ’ değil! Sevgi azalır, azalarak yitirir kendini gelecek bir zamanda ve ‘hâlâ seviyorum’ demek cümlelerin en kötüsüdür. İlk zamanları anımsa. Nasıl da koşar adım gelirdin mesela bana. Hatırla. Yanında olamadığım günleri ve sabahlara kadar konuştuğumuz o zamanları… Özlemelere dayanamayıp ilk ışıklarıyla sabahın ortasında buluştuğumuz Beşiktaş sokaklarını. Gözlerinde bir yaz akşamı... Hafif serin, hafif yakıcı ve az sonra sanki sonbahar gelecek kaygısı... İnce belli bir çay bardağına sarıyorsun parmaklarını, bardakta kalıyor parmak izlerin ve buruk bir tatla gülümsüyorsun. Tam karşımda... Tarçın kokuyor tüm bahçeler, süzgecinden geçirdiğin tüm insanlar yok oluyor o bahçelerde, tek yudumunla beraber. Boğazından süzülen o kuru üzüm tanesi gibi akıyorsun can sağlığıma. Şimdi, şu an kalkıp gitsen seninle beraber gelir bu ev. Ben öylece kalırım sokağın ortasında kabası atılmış bir beton sessizliği gibi. Gözlerin, sinirlendiğinde kızıl dumanların estiği o acı mavi... Ne çok diken var şimdi gözlerinin diplerinde. Kaç yıllık hüsran biriktirdin, kaç kere kör olsaydın da görmeseydin! Bana bak. Buraya... Tam karşında durana! Üflesen uçacak, üflesen içinden cin çıkacak olana... Nasıl da uzadı saçlarım ellerinin gezintisi kısa sürmesin diye. Bak, boyum bile uzadı yanında dik duracağım diye. Ellerim nasıl da yumuşak sen tutuyorsun diye. Bana bak, senleşene, senin için olana ve ayakları geri gitmek nedir bilmeyene. Buradayım! Kırıp dökerken sorgularımı, savururken sitemlerini, tonlarken en keskin sözlerini, gitmelerini, unutmalarını nasıl da duruyorum tam karşında. Nasıl da eğilmiyor başım. İşte ben o halıları bu yüzden kaldırdım yerlerden. Anlasana. Güneşe mi dönelim? Yakıp kavuralım mı kendimizi? Yoksa denizlere mi dökelim birbirimizi? Oysa uzanmak ne güzel şimdi yeni serilmiş çarşaflara, açık pencereden diz kapaklarımızın arkasına vuran hafif esintiyle, değmeden birbirimize ama yine de yan yana. Kirpiklerini kırpıştırırsın sen, tel tel dökülür saçların alnına, burun deliklerin bir açılır bir kapanır, tüylerin ürperir ansızın uyurken, hafif hafif sesler tınlar dudaklarının arasından ve ben öylece izlerim seni kim bilir kaç saat, kaç zaman. Şimdi, öylece uzansak ya… Gitmelerin anlamsızlaştığı o yere kadar beklesek ya şimdi. İyice tüketsek ne varsa birbirimizde. Emsek kanımızı, fikirlerimizi yerle yeksan etsek birbirimize dair. Kırılmayacak kalp kalmasa, gurur murur hak getirse. Açsak şifrelerimizi hayatlarımızın ve kimse bakmaya bile tenezzül etmese mesela. Ve birden, hangi yollardan geçtiğini düşünmeyecek kadar unutsak bu sevdayı. Kurutsak, oturtsak karşımıza… Başkası olmamı istediğin o gecelerin sonunda kendime sarılıp uyuyorum. İçimde açılan boşluklara bağırıyorum. Yakındığım tüm dertler sonunda yankılanıyor kulak boşluğumda, kurtulamıyorum. Pişmanlıklarım, hüzünlerim, küskünlüklerim zihnimde kocaman bir çalkantı... Uyku ve uyanıklık arasını yaşadığım o günlerde arafta mıyım, bilemiyorum. Arada kalmışlığım ve sakinliğim, yoklayıp beklemeden giden korkularım, anlık heyecanlarım, sıradan üzüntülerim... Bazen abartacak bir şey bile bulamıyorum. Sonunda, kendime dönüyorum. Öylece duruyorsun. Var mıyım, yok muyum ben bile bilemiyorum. Sıcak bir ter damlası kayıyor şakaklarından boynuna doğru. İzi kalmış sanki buğusunda küsüşünün. Kaşındırıyor seni bu akışlar. Huysuzlanıp kalkacaksın az sonra biliyorum ve yeni bir konfor için duşun altında o soğuk sulara bırakacaksın zihnini. Bense sandalyenin tahta ayaklarıyla beraber kökleniyorum terk etmeyeceğin bu evde. Denizlere kadar uzanıyor mazimiz seninle birlikte ve dağlara kadar komşuyuz gelecekte. Paralel doğruların kesiştiği sessizliğimiz bir son bulacak mı bugün yarın? Gitmek istediğimiz o yerlerden dönüyorum şimdi sana. Bana bak, beni bul ve beni sar. Köklerimden sarıldığım bu anlara bağlandım. Beni tut, beni öp ve anlat. Anladığım kadar var olurum buralarda. Kafama bıraktığın bu minik sorularla, beni yak, beni yık ama bırakma! Cevaplarını öğrenmek istediğim soruların peşlerinden sürüklenirsem, beni çağır, beni ara ve yüreğinde göster yolumun neresi olduğumu. Tırnaklarımızla kazıdığımız bu çözülmez haritanın peşinde binmeyelim o hayalet sürücülerin araçlarına. Beni yakala, beni uçur ve sürükle beni peşinden. Durma! Bir sonumuz var mı yazılmamış olan? Bir şiir tuttun mu sen hiç bize? Kaç sevda eder senin olmam? Bana gelmen, beni sevmen, beni sarman kaç dünya eder? Açıklasana. Her mutluluğun içinde neden bunca keder var? Tüm güzelliklerin içinde bunca hüzün ne arar? Mesela kirpiklerin, bütün günün ağırlığını böyle ahenkle taşıyor? İçinde çocuklarını taşıyan bir kadın gibi sevgim, tüm hormonlarım değişiyor ve patlayacak kadar şişiyor. İçinde barındırdığı hayat, ölümü de vadediyor. Mutluluk, huzur, heyecan şöyle dursun; acı, tedirginlik ve nefret nasıl aynı anda orada öylece bekliyor? Saç uçlarımdan tırnak uçlarıma kadar kırgın oluyorum bazı sabahlar. Her kırgınlık kendisine bölünüyor ve aklımın odalarında toplanıyor. Hangi kapıyı açsam, hangi yola çıksam, hangi denizi aşsam, hangi yıldıza tutunsam sana kaçıyor. Sözlerini bilmediğim o şarkılar gibi gelişigüzel tutturuyorum adını. İçimden içim akıyor. Seninle beraber bunca kalabalıkken, nasıl bu kadar yalnız bırakabiliyorsun beni? Mesela şimdi o adımları kime sayıyorsun kim bilir? Parmak uçların kimleri arıyor o ekranda ve pişmanlıklarınla kimleri siliyor kim bilir? Ordasın işte, karşımda. Gülüyorsun denizin kıyısında. Bir Akdeniz iklimi gibi yayılıyorsun hayatıma. Olduğun yerde kal ve bana bak, beni gör ve beni tut diye bağırsam... Duysana! Doğum lekesi gibi olsan bu tende ve gitmemecesine yapışsana yakama
·
65 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.