Gönderi

160 syf.
·
Puan vermedi
“Sanırım birazdan yağmur başlayacak.“Çorba öyküsü böyle sıradan bir cümleyle bitiyor. Başka bir öyküde karakter kendine bir oralet söylüyor ve öykü son buluyor.Yazar neredeyse her öyküye sanki öncesinde ağır bir şeylerden bahsetmemiş gibi böyle sıradan cümlelerle son veriyor.Oysa her öykünün bir acısı var.Öyle kolay şeylerden bahsetmiyorlar. Acısını yüklenip taşıyan, taşıyamayan,yaşadıklarının gölgesinde kıvranan,şifa arayan, derdi olan,sevdası olan,hayat hikâyesinde sevgiliden ve babadan yana terk edilen, hayaline uzak düşen hayatlar yaşayan insanları anlatıyor.Sonu mutsuz ama nihayete eren öyküler,”hayat devam ediyor” der gibi yahut “hayat zaten böyle bir şey” der gibi dramatik olanı sıradan bir cümleyle sıradan bir zamana teslim ediyor.Tıpkı gideni yerine yerleştirdikten sonra ahalinin cenaze evinde yemek,helva yemesi misali... Şifa arayanlar şifayı efsanelerde, büyüde,mitte,gelenekte, birbirine tutunmakta bazen eyleme geçmekte bazen de durmakta arıyor.Bulan da var çareyi bulamayan da.Ama şu bir gerçek ki öykü kişilerinin her biri kırık dökük.Yaraları kendilerinden ağır.Lakin bir biçimde,kendilerini aşan o ağırlıkları içlerinde tuta tuta bazen de yere göğe döke saça yaşıyorlar. Kitap iki bölümden oluşuyor.İlk bölümdeki öyküler daha çok Anadolu ve oranın efsanelerinin, geleneklerinin,yaşayış biçiminin üzerine kurulu,büyülü gerçekçilik ile yazılmış öyküler.İkinci bölümdeki öyküler de yer yer büyülü gerçekçilik izleri taşıyor. Göğsünde güller açan,onları kestikçe kanayan bir adam ne kadar fantastikse bir o kadar gerçek izlenimi bırakıyor. Gerçekliği,yazarın mekânı, zamanı kullanımı ve usta anlatımı sağlıyor. Ananas,cinler,borcuna karşılık çirkin bir kızla babası tarafından evlendirilen market çalışanı, bebek bekleyen bir baba bir öyküde birleşiyor ve yazarın anlatımıyla kurulan o dünyanın gerçekliğinde geziyorsunuz. İkinci bölümdeki öyküler kentte, mahallede geçiyor.Mahalle yaşantısı,anlatılan mahalledeki insanların geçmişlerine ve bugünlerine ait tüm acıları, umutları,yaşanmışlıkları etkileyici. Her iki bölümde de kendi halinde insanlar var lakin kendi hayatlarının kahramanları yahut kendi hayatlarının kahramanı olamamış kişiler. Ağlayan ağaçlarıyla,göğsünde gül açan adamlarıyla,fonda Yeşilçam’la imkânsız bir aşkın hem hayatta hem filmlerdeki figüranıyla,bir trenle gidip dönmeyen bir babanın ardında bıraktığı çocuğuyla,çocuğu olmayacağını öğrendikten sonra çocuklara ve bebeklere vermek için sürekli bez bebek yapan Türkan’ın kumaşlarıyla,yalnızlığa yalnızlık katan köyün en son çitindeki hayatlarıyla,dededen babasına babasındansa ona geçen aşık geleneğini sürdüremeyen adamın gam yüklü sazıyla ve Fransızca atışmasıyla,kocasının ölümüyle onun kıyafetlerini giyip de erkek olan ve başka bir ölümle tekrar abla olan Seher Abi’nin börekleriyle,taşlaşan insanlarıyla,çocuktan yaşlıya geçen salgın halindeki ve herkesin görmeye başladığı yılanlı rüyalarla,sessizlikte ve sularda duyulan kadın çığlığıyla, bir çingenenin öngörüleriyle, kurtlardan tılsımla mucizevi bir biçimde kurtulmuş bir hayatla,bir kadının affı ile toprağın rahatlamasıyla ,dokunduğu adamı taş edenle ve dokunduğu çiçeği açtıran elleriyle öyküler bende derin iz bıraktı. Yazar,yer yer anlatımda mizahı kullanıyor.Bazen bilinç akışı tekniğine de yer verirken, fantastik ve gerçek dünya arasında bir bağ kuruyor. Öykülerin bazıları ara sıra birbirine selam veriyor. Sayfalara gözyaşı da döktüm , tebessüm de ...
Taşın Dediği
Taşın DediğiRecep Kayalı · Bilge Kültür Sanat Yayınları · 201949 okunma
·
66 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.