Cesur Yeni Dünya ve DistopyaCESUR YENİ DÜNYA VE DİSTOPYA
Distopya; ütopyanın anti-tezi olarak ortaya çıkmış, kelime anlamı olarak ise ütopyanın tersi
anlamına gelmektedir. Distopik romanlar ise yazıldıkları dönemin siyasal, sosyal, teknolojik
konumundan hareketle geliştirilmiş geleceğe yönelik kurgu barındıran eserlerdir. Genel olarak
türün ortak özellikleri üzerinde duracak olursak bunlardan en belirgini kötümser bir gelecek
tablosudur.
Distopik romanlarda; baskılanmış, otoriter-totaliter bir yönetim tarafından kontrol edilen, sosyal
rolleri kendi seçimine bırakılmayan ve birey olma düşüncesinden uzaklaştırılmış toplumlar;
bireye uyguladığı cezalar ve baskı politikasının sonucu olarak mutlak bir kurum haline gelmiş,
insanları tek tipleştiren bir devlet karşımıza çıkar. Bu romanların beslendiği nokta topluma
sunulan teknolojiler ve zaman içinde merkezileşen politikalardır. Gelişen teknoloji ile beraber
distopik geleceğe duyulan ön sezi artmış ve yazarlar bu çerçevede eserler vermişlerdir. Distopik
edebiyatın en popüler örneklerinden olan George Orwell'ın kaleme aldığı 1984 ve Aldous
Huxley'in Cesur Yeni Dünya eserleri bu türün önemli romanlarındandır. Bunların yanında
Yevgeni Zmyati'nin Biz'i türün arketipi olarak tanımlanabilir. Ayrıca Biz, 1984'e ilham olan
Cesur Yeni Dünya'ya ilham olmuştur. Ancak gelişen teknoloji ile geleceğin karamsar olacağı
hakkında yazan ilk yazar Zamyati değildir. Ondan önce H.G. Wells türün doğmasına büyük
katkıda bulunmuş ve yazdıkları ile distopik bir geleceğe duyulan kanının kıvılcımlarını
ateşlemiştir. Ek olarak Ray Bradbury tarafından kaleme alınan Fahrenheit 451 karamsar bir
geleceğin yer aldığı distopik bir eser olarak nitelendirilebilir.
Cesur Yeni Dünya
1932 yılında Adlous Huxley tarafından kaleme alınan Cesur Yeni Dünya'yı tam olarak
anlayabilmek için yazıldığı dönem hakkında bilgi sahibi olmak faydalı olacaktır. Bu dönem çok
parlak bir dönem değildi ve bu karanlık hava yazarı bu kitabı yazmaya itmişti. Adlous Huxley'e
göre 1. Dünya Savaşı'nın doğurduğu en kötü sonuçlardan biri ABD'nin küresel boyutta artan
egemenliğinin hızlanışıydı. Huxley'in, dolar ekonomisi, duyusal filmler, seks hormonlu sakızlar
ve gökdelenler ile Amerikan hayat tarzını eleştirdiği açıktır. Bu yönü ile eser hiciv özelliği
taşımaktadır ancak bu durum kitabın totaliter rejimin tehlikelerini yansıan bir distopya olduğunu
değiştirmez.
Cesur Yeni Dünya ‘F.S. 632’de istikrar yılında’ geçmektedir. Buradaki milat Ford olarak
alınmıştır. Bunun nedeni romandaki alt yapı olan üretim bandının yaratıcısının Henry Ford
olmasından kaynaklanır. Ayrıca kitaptaki; "Fordumuz", "Ford Aşkına" gibi kalıplaradan
anlaşılacağı üzere Ford tanrısallaştırılmıştır. Kitaptaki devlet yapısında tek bir devlet yer
almaktadır ve bu devletin içinde bulunduğu Cesur Yeni Dünya'nın sloganı Cemaat, Özdeşlik,
İstikrardır ve devlet bu ilkelere bağlı olarak bilimsel yöntemlerle halkı yönetir. Bu bilimsel yöntemler sayesinde çok önemli bir probleme de çözüm üretir devlet; insanların kendini köle
gibi görmemesini sağlarlar. Bu devletin adı Dünya Devleti'dir ve sabit nüfusludur.
Dünya devleti teknolojiyi ve bilimi kullanarak toplumu sınıflandırır ve bunu kişilerin seçmesine
hiçbir şekilde izin vermez. Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi ile insanlar kendi rollerini almış
şekilde doğarlar. Herkes içinde bulunduğu grubun genetik ve toplumsal olarak tüm özelliklerini
karşılamakla birlikte o grubun görevlerini isteyerek ve severek gerçekleştirirler, böyle yaşayıp
ölürler. Bu işlem bilim adamları tarafından insan yumurtaları üstünde gerçekleştirilerek başlar.
Yumurtadan doğacak olanların zeka seviyesinden fiziksel özelliklerine kadar her özellikleri
belirlenir. Doğumdan sonra ise yine kendi ait oldukları sınıfa göre eğitilmeye başlarlar ve
şartlandırılırlar, onlar hakkındaki tüm kararlar Dünya Devleti tarafından verilmiştir ve onlar
sadece devlete hizmet için yaşarlar. Her grubun özel biri işi ve düşünce yapısı vardır. Herkes
kendi ait olduğu grubun standartları doğrultusunda yaşar. Her grup için en iyisi kendi yaşamıdır;
ne üste çıkmak ne alta inmek isterler.
Şartlandırma yoluyla çocuklar kitap ve çiçeklerden nefret ettiriliyordu. Ayrıca daha çocuk yaştan
sosyal ilişkilerin gevşek oluşunu görüyorlardı. Kitaptan uzaklaştırmak düşünmekten, sanattan da
uzaklaştırdığı için ve farklı düşünceler görmek onların kendi sınıflarına aidiyet duygusunu
azaltacağı için çocuklar kitaplardan nefret edecek hale getiriliyordu. Çiçekler ise onlara doğa
sevgisini aşıladığı için fabrikalara zarar verdiği görüldüğünden nefret ettirilen başka bir şeydi.
Uykularında dahi sınıflarına uygun davranmak ve yaşamak üzere şartlandırılan insanlar Dünya
Devleti uğruna yaşıyorlardı. “Uykuda öğretme" hipnopedya yönteminde yastıklarının altına
koyulan ses cihazları onlara sürekli aynı şeyleri tekrar ediyordu ve bu sözcükler yine kendi
gruplarına uygun oluyordu. Ancak hiçbirinin anne babası yoktur. Biyolojik doğum, çocukla
kurulacak olan duygusal yakınlığın önlenmesi ve bebeğin genetik olarak kontrolü sağlanamadığı
için asla gerçekleştirilmez. Ayrıca anne, baba kavramı beraberinde bireyselliği getirir ve bu
dünyada bireyselliğe yer yoktur, topluluk vardır. Biyolojik doğum gibi aşk da yasaklanmıştır
Dünya Devleti'nde. Çünkü kimse kimseye sahip olamazdı ve “Herkes Herkes İçindir" anlayışı
hakimdir. Biyolojik doğum yerine kadın ve erkekler tarafından sosyal sistem için yumurta ve
tohumlar bağışlanmaktadır. Daha sonra döllenmiş yumurtalar incelemelerden geçirilip 5 gruba
ayrılır, bunlar: “Alfalar”, “Betalar”, “Gamalar”, “Deltalar” ve “Epsilonlar”dır. Her grup içinde
+’lar ve -'ler olarak ayrılır. Kast sistemine benzer bu sistemin en üstünde Alfa++’lar varken en
altında Epsilon-'ler yer alır. O dönem hangi gruba ihtiyaç duyulacaksa o grubun üretimi
gerçekleştirilir, insanlar bir nevi maddeselleşmiştir. Sonuç olarak insanlar 5 grup etrafında
tektipleştirilmiştir. Çünkü her grup kendi içinde değişime ve gelişime kapalıdır, sınıflar arası
geçiş mümkün değildir. Aynı gruptaki insanların hem düşünsel hem de fiziksel özellikleri aynı
olduğu gibi giydikleri kıyfetler bile aynıdır.
Epsilonlar bu grubun en alt tabakasında yer alırlar, zeka kullanmaya ihtiyaçları yoktur, okuma
yazma dahi bilmezler. Sadece yapacakları işten zevk almaları yeterlidir ve bunun için
şartlandırılırlar. Bu durum onları hem itaatkâr hem de mutlu kılar. Günümüz hizmetçi rolünü
üstlenirler. Siyah giyerler ve diğer gruplar tarafından canavarca algılanır bu durum. Gama ve
Deltalar Epsilonlardan daha iyi durumdalardır. Günümüz işçi sınıfını temsil ederler. Hayatları
basittir, o dönem nerede çalışacak işçiye ihtiyaç varsa ona göre üretilirler. İşçiler sıcak bir
bölgede çalışacaksa sıcağı seven bir şekilde doğarlar. Alfa ve Betalar ise sistemde üst
sıradalardır. Alfalar yönetici iken Betalar günümüz memur sınıfı gibidir. Tüm bu toplumsal
sınıflar ile insanların ilgili olacağı konular zaten bellidir ancak birisi olur da küçük bir zaman
boşluğu bulup düşünmeye başlarsa devreye “Soma" girer. Soma yapay bir uyuşturucudur ve bu
düzence istenmeyen en önemli şeyi; düşünmeyi engeller. “Şahane soma, yarım gramı yarım tatil,
bir gramı bir hafta sonu, iki gramı muhteşem Doğu'ya bir yolculuk, üç gramı ayda karanlık bir
ebediyettir...” diye bahsetmiştir somadan kitap. Soma öylesine güçlüdür ki dine ihtiyaç duyulmaz
ya da temel ilkelerden biraz da olsa uzaklaşmaya başlayanları “hizaya getirir".
Dünya devleti böyle bir düzen içinde yaşarken bu düzeni kabul etmeyen, eski hayatlarını devam
ettiren, modern dünyanın dışında bir toplum daha vardır. Bu toplumun yaşadığı yere “Ayrı
Bölge" deniyordur. Bu şekilde adlandırılmasının nedeni yaklaşık olarak 60 bin kişinin yaşadığı
bu bölgedeki insanların çocuk doğurmakta, hastalığa yakalanbilmekte, yoksulluk çekmekte,
edebiyatla uğraşıp aşk ve dine inanmasından dolayıdır. Ancak yeni dünyada, evlilik ve aile
kurumu ortadan kalkmış, bireyselliğe karşı cinsel ayinler düzenlenmiş, kaygılardan uzaklaşmak
için insanlara resmi uyuşturucu sağlanmıştır. Bu iki zıt taraf elektrikli tellerle birbirinden
ayrılmıştır. Bu iki karşıtlığı iki karakter üzerinden görürüz: Bu karakterlerin ilki Bernard Marx
diğeri ise Vahşi John'dur. Bernard Marx, Alfa sınıfına mensuptur ancak üretimde yapılan bir hata
sonucu Gama sınıfına ait gibi gözükmektedir. Dünya Devleti'ndekilerin aksine olaylara karşı
farklı tepkiler verebilmektedir. Marx, kadınları bir et parçası olarak görmez, cinselliği sadece
zevk için yapmak istemez. Doğa ile iç içe olduğunda kendisine döndüğünü söyler. Neden farklı
şeyler yapamadığını sorgular ve şartlandırmanın onu köleleştirdiği sonucuna varır. Ona göre
düzenin şartlandırdığı mutluluk yapaydır. Bu sorgulamaları yapan Marx düzenin yapaylığını
yıkmak istemektedir. Bu nedenle yöneticiler tarafından istikrarı, düzeni tehdit edici bir unsur
olarak görülür. John ise Ayrı Bölge'de yaşamaktadır, edebiyatla ilgilidir ve fakirlik içinde
yaşadığından yeni dünyaların hayalini kurar daima. John ve Marx'ın tanışması Marx'ın Ayrı
Bölge'ye gerçekleştirdiği bir gezi sonucu olur. Ve gezinin sonunda Marx, John'a onunla
gelmesini teklif edince John bu teklifi reddetmez. Bununla birlikte John geldiği dünyanın
hayallerinden oldukça uzak olduğunu kısa sürede fark eder. Kendini kapana kısılmış
hissetmektedir. O, Dünya Devleti'nde yaşayan insanları haz peşinde koşan, sürekli tüketen,
duygusuz ve düşünme kabiliyetinden yoksun olarak görmektedir. Yeni Dünya'da insanlar bu
düşüncelerden soma ile uzaklaşırken John şartlandırmaya tabi tutulmadığı için soma kullanmayı
reddeder. Yani John Dünya Devleti'ndeki tek özgür kişidir; onun kendi fikirleri, görüşleri vardır. Şartlandırma ile hayatı belirlenmemiştir onun. John'un insani dürtüleri Mustafa Mond, Dünya
Devleti'nin istikrarı açısından en etkili on kişisinden biri, tarafından ilkel, hayvani istekler olarak
görülür. Ve aralarındaki çarpıcı konuşma insan olmanın farkını açıklar niteliktedir:
“Ben keyif aramıyorum. Tanrı’yı istiyorum, şiir istiyorum, gerçek tehlike istiyorum, özgürlük
istiyorum, iyilik istiyorum. Günah istiyorum.”(Huxley, 2018: 238) diyen John’a Mond’un cevabı
şu şekildedir;
“Aslında, dedi Mustafa Mond, siz mutsuz olma hakkını istiyorsunuz.”
John’un buna cevabı ise meydan okurcasına “Mutsuz olma hakkını istiyorum.” şeklinde
olmuştur. Konuşmanın devamında Mond; (Huxley, 2018: 238)
“Eklemek gerekirse, ihtiyarlama, çirkinleşme ve istikrarsız kalma hakkını da istiyorsunuz; frengi
ve kansere yakalanma haklarını, açlıktan nefesi kokma hakkını, sefil olma hakkını, sürekli yarın
ne olacak korkusu içinde yaşama hakkını, tifoya yakalanma hakkını ve her türden ağza alınmaz
acıyla işkence çekerek yaşama hakkını da istiyorsunuz.”
diyerek John’un bir anlamda kararlılığını test eder. Ancak John’un buna cevabı “Hepsini
istiyorum.” (Huxley, 2018: 238) olmuştur.
Bu konuşma doğrultusunda insan olmanın farkı bilinçli ve özgür kararlar verebilmektir ancak
Dünya Devleti tüm sistemi ile bunu ortadan kaldırır ve bu şekilde sistem devam etmektedir. Bu
yüzden sisteme karşı tehdit oluşturan John sürgüne gönderilir. İnsanlığı elinden alınmış,
özgürlüğü kısıtlanmış olan John, Dünya Devleti’ndeki tek özgürlüğün intihar olduğunu anlar ve
kendini öldürür.
Huxley'in Cesur Yeni Dünya'sı iki dünya yaratır. Birinde hastalık, yokluk ve güvencesizliğin
hüküm sürdüğü ama özgür bir dünya; diğerinde ise hastalık hatta yaşlılığın dahi önlendiği,
ihtiyaçların üst düzeyde karşılandığı, herkesin mutlu olduğu ancak bu mutluluğun tercih sonucu
doğmadığı, özgür düşünmenin önlendiği bir dünya çıkar karşımıza. İnsana farklı kapılar açan
edebiyat, müzik, aşk ilk dünyadadır yalnızca. Buradaki temel sorgulama istikrar ve özgürlük
arasındadır. Cesur Yeni Dünya'da istikrar önceliklidir ve özgürlükler kısıtlanır devamlılık için.
Ancak insanı insan yapan duygular, felsefe, edebiyat ve diğer sanatlar özgürlük ortamında ortaya
çıkar yani Vahşi Dünya, Ayrık Bölge'de. Biz Adlous Huxley'in bu distopyasında baskılanan
sanatı, özgürlüğü görürüz ki etkilendiği roman “Biz” de baskılanmıştır döneminde. Umarım ki
sanatın ve özgür düşüncenin baskı altında kalmadığı yarınlarda yaşarız.