Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

HEVEL
Aramice: הבל Telaffuz (İngilizce): h’vel Telaffuz (Türkçe): h(a/e)vel ***** Bu Eski Ahit’te geçen Ecclesiastes (Vaiz) diye bir bölümden çıkma bir laf. Yazan için Davut’un oğlu Vaiz diyor. O kişi yüksek ihtimalle Kral Süleyman. (MÖ 970-931) Bu ölünce İsrail ve Yehuda Krallığı bölünüyor. Bir de bunun yaptırdığı tapınağın inşa süreci bugünün Hür Masonlarının çıktıkları yer. Süleyman, bölüm boyunca hayatını gözden geçiriyor ve şu sonuca varıyor: Her şey h(a/e)vel. (İki telaffuz var.) H(a/e)vel aşağıdaki alıntılarda “boş” olarak geçiyor (metin genelinde de 38 kere geçiyor) ama şöyle anlamları da var: Beyhudelik, kibir, değersizlik, batıl, hava, buhar, işe yaramazlık, hiçlik, boşluk, nafilelik, nefes. Bu bölümün sonunda her şey boş, YHWH hariç gibi bir çıkarım yapılabilir. Ancak ben okuduğumda suni ve ithal amaçlar ile değerlerin boş olduğu sonucuna varmıştım. Çünkü Tanrı da bir nevi Holy Grail (Kutsal Kase) ve ortaya koyduğu tüm anlamlarıyla ulaşılamaz bir mükemmellik durumunu temsil ediyor. Bu ulaşılamazlık durumunu Yahudiler kabullenmiş, YHWH’ye de ulaşamazsın sonuçta. Ama Holy Grail bir anlamda da o ulaşılamazlık ve mükemmellik durumuna ulaşmaya çalışılırken geçilen sürecin kendisi olarak da yorumlanmıştı. Yani bir ideal mevcut ve kendisine doğru giden yolun aslı suretinde; ek olarak ise bir pazarlamanın ürünü veya empoze edilmiş değer sistemlerinin biçtikleri bir amaç olamıyor. Bu durum da Vaiz’i belki de ilk varoluşçu metinlerden birisi yapıyor. ***** Benim bu Vaiz bölümünden sevdiğim alıntılar aşağıdaki şekilde: ***** Ne kazancı var insanın güneşin altında harcadığı onca emekten? Kuşaklar gelir, kuşaklar geçer; ama dünya sonsuza dek kalır. Güneş doğar, güneş batar. Hep doğduğu yere koşar. Rüzgar güneye gider, kuzeye döner; döne döne eserek hep aynı yolu izler. Bütün ırmaklar denize akar, yine de deniz dolmaz. Irmaklar hep çıktıkları yere döner. Her şey yorucu, sözcüklerle anlatılamayacak kadar. Göz görmekle doymuyor, kulak işitmekle dolmuyor. Önce ne olduysa, yine olacak. Önce ne yapıldıysa, yine yapılacak. Güneşin altında yeni bir şey yok. * Ben Vaiz, Yeruşalim'de İsrail kralıyken kendimi göklerin altında yapılan her şeyi bilgece araştırıp incelemeye adadım. Tanrı'nın uğraşsınlar diye insanlara verdiği çetin bir zahmettir bu. Güneşin altında yapılan bütün işleri gördüm; hepsi boştur, rüzgarı kovalamaya kalkışmaktır! Eğri olan doğrultulamaz, eksik olan sayılamaz. Kendi kendime, “İşte, bilgeliğimi benden önce Yeruşalim'de krallık yapan herkesten çok artırdım” dedim, “Alabildiğine bilgi ve bilgelik edindim.” Kendimi bilgi ve bilgeliği, deliliği ve akılsızlığı anlamaya adadım. Gördüm ki, bu da yalnızca rüzgarı kovalamaya kalkışmakmış. Çünkü çok bilgelik çok keder doğurur, bilgi arttıkça acı da artar. * Sonra bilgelik, delilik, akılsızlık nedir diye baktım; çünkü kralın yerine geçecek kişi zaten yapılanın ötesinde ne yapabilir ki? Işığın karanlıktan üstün olduğu gibi bilgeliğin de akılsızlıktan üstün olduğunu gördüm. Bilge nereye gittiğini görür, ama akılsız karanlıkta yürür. İkisinin de aynı sonu paylaştığını gördüm. “Akılsızın başına gelen, benim de başıma gelecek” dedim kendi kendime, “Öyleyse kazancım ne bilgelikten?” “Bu da boş” dedim içimden. * Her şeyin mevsimi, göklerin altındaki her olayın zamanı vardır. Doğmanın zamanı var, ölmenin zamanı var. Dikmenin zamanı var, sökmenin zamanı var. Öldürmenin zamanı var, şifa vermenin zamanı var. Yıkmanın zamanı var, yapmanın zamanı var. * Ezilenlerin gözyaşlarını gördüm; avutanları yok. Güç ezenlerden yana, avutanları yok. Çoktan ölmüş ölüleri, hâlâ sağ olan yaşayanlardan daha mutlu gördüm. Ama henüz doğmamış, güneşin altında yapılan kötülükleri görmemiş olan, ikisinden de mutludur. Harcanan her emeğin, yapılan her ustaca işin ardında kıskançlık olduğunu gördüm. Bu da boş ve rüzgarı kovalamaya kalkışmakmış. Akılsız, ellerini kavuşturup kendi kendini yer. Rahat kazanılan bir avuç dolusu, zahmetle, rüzgarı kovalamaya kalkışarak kazanılan iki avuç dolusundan daha iyidir. * Parayı seven paraya doymaz, zenginliği seven kazancıyla yetinmez. Bu da boştur. Mal çoğaldıkça yiyeni de çoğalır. Sahibine ne yararı var, seyretmekten başka? (…) Ne kazancı var yel için zahmet çekmekten? * Ne varsa, adı çoktan konmuştur, insanın da ne olduğu biliniyor. Kimse kendinden güçlü olanla çekişemez. Söz çoğaldıkça anlam azalır, bunun kime yararı olur? Çünkü gölge gibi gelip geçen kısa ve boş ömründe insana neyin yararlı olduğunu kim bilebilir? Bir adama kendisinden sonra güneşin altında neler olacağını kim söyleyebilir? * Ne çok doğru ol ne de çok bilge. Niçin kendini yok edesin? Ne çok kötü ol ne de akılsız. Niçin vaktinden önce ölesin? Birini tutman iyidir, öbüründen de elini çekme. Çünkü Tanrı'ya saygı duyan ikisini de başarır. (…) Bütün bunları bilgelikle denedim: “Bilge olacağım” dedim. Ama bu beni aşıyordu. Bilgelik denen şey uzak ve çok derindir, onu kim bulabilir? * Bütün bunları gördüm ve güneşin altında yapılan her iş üzerinde kafa yordum. Gün gelir, insanın insana egemenliği kendine zarar verir. Bir de kötülerin gömüldüğünü gördüm. Kutsal yere girip çıkar, kötülük yaptıkları kentte övülürlerdi. Bu da boş. * Mutluluğu övgüye değer buldum. Çünkü güneşin altında insan için yiyip içmekten, mutlu olmaktan daha iyi bir şey yoktur. Çünkü Tanrı'nın güneşin altında kendisine verdiği ömür boyunca çektiği zahmetten insana kalacak olan budur. Bilgeliği ve dünyada çekilen zahmeti anlamak için kafamı yorunca –öyleleri var ki, gece gündüz gözüne uyku girmez– Tanrı'nın yaptığı her şeyi gördüm. İnsan güneşin altında olup bitenleri keşfedemez. Arayıp bulmak için ne kadar çaba harcarsa harcasın, yine de anlamını bulamaz. Bilge kişi anladığını söylese bile gerçekten kavrayamaz. * Herkesin başına aynı şey geliyor. Doğrunun, iyinin, kötünün, temizin, kirlinin, kurban sunanla sunmayanın başına gelen şey aynı. İyi insana ne oluyorsa, günahlıya da oluyor; ant içene ne oluyorsa, ant içmekten korkana da aynısı oluyor. Güneşin altında yapılan işlerin tümünün kötü yanı şu ki, herkesin başına aynı şey geliyor. Üstelik insanların içi kötülük doludur, yaşadıkları sürece içlerinde delilik vardır. Ardından ölüp gidiyorlar. Yaşayanlar arasındaki herkes için umut vardır. Evet, sağ köpek ölü aslandan iyidir! Çünkü yaşayanlar öleceğini biliyor, ama ölüler hiçbir şey bilmiyor. Onlar için artık ödül yoktur, anıları bile unutulmuştur. Sevgileri, nefretleri, kıskançlıkları çoktan bitmiştir. Güneşin altında yapılanlardan bir daha payları olmayacaktır. * Git, sevinçle ekmeğini ye, neşeyle şarabını iç. Çünkü yaptıkların baştan beri Tanrı'nın hoşuna gitti. Giysilerin hep ak olsun. Başından zeytinyağı eksilmesin. Güneşin altında Tanrı'nın sana verdiği boş ömrün bütün günlerini, bütün anlamsız günlerini sevdiğin karınla güzel güzel yaşayarak geçir. Çünkü hayattan ve güneşin altında harcadığın emekten payına düşecek olan budur. Çalışmak için eline ne geçerse, var gücünle çalış. Çünkü gitmekte olduğun ölüler diyarında iş, tasarı, bilgi ve bilgelik yoktur. * Güneşin altında bilgelik olarak şunu da gördüm, beni çok etkiledi: Çok az insanın yaşadığı küçük bir kent vardı. Güçlü bir kral saldırıp onu kuşattı. Karşısına büyük rampalar kurdu. Kentte yoksul ama bilge bir adam vardı. Bilgeliğiyle kenti kurtardı. Ne var ki, kimse bu yoksul adamı anmadı. Bunun üzerine, “Bilgelik güçten iyidir” dedim, “Ne yazık ki, yoksul insanın bilgeliği küçümseniyor, söyledikleri dikkate alınmıyor.” * Akılsızın emeği kendini öylesine yıpratır ki, kente bile nasıl gideceğini bilemez. * Ekmeğini suya at, çünkü günler sonra onu bulursun. Yedi, hatta sekiz kişiye pay ver, çünkü ülkenin başına ne felaket geleceğini bilemezsin. Bulutlar su yüklüyse, yeryüzüne döker yağmurlarını. Ağaç ister güneye ister kuzeye devrilsin, devrildiği yerde kalır. Rüzgarı gözeten ekmez, bulutlara bakan biçmez. * Işık tatlıdır, güneşi görmek güzeldir. Evet, insan uzun yıllar yaşarsa, sevinçle yaşasın. Ama karanlık günleri unutmasın, çünkü onlar da az değil. Gelecek her şey boştur. * Ey delikanlı, gençliğinle sevin, bırak gençlik günlerinde yüreğin sevinç duysun. Gönlünün isteklerini, gözünün gördüklerini izle, ama bil ki, bütün bunlar için Tanrı seni yargılayacaktır. Öyleyse at tasayı yüreğinden, uzaklaştır derdi bedeninden. Çünkü gençlik de dinçlik de boştur. Bu yüzden zor günler gelmeden, “Zevk almıyorum” diyeceğin yıllar yaklaşmadan, güneş, ışık, ay ve yıldızlar kararmadan ve yağmurdan sonra bulutlar geri dönmeden, gençlik günlerinde seni yaratanı anımsa. O gün, evi bekleyenler titreyecek, güçlüler eğilecek, öğütücüler azaldığı için duracak, pencereden bakanlar kararacak. Değirmen sesi yavaşlayınca, sokağa açılan çift kapı kapanacak, insanlar kuş sesiyle uyanacak, ama şarkıların sesini duyamayacaklar. Dahası yüksek yerden, sokaktaki tehlikelerden korkacaklar; badem ağacı çiçek açacak, çekirge ağırlaşacak, tutku zayıflayacak. Çünkü insan sonsuzluk evine gidecek, yas tutanlar sokakta dolaşacak. Gümüş tel kopmadan, altın tas kırılmadan, testi çeşmede parçalanmadan, kuyu makarası kırılmadan, toprak geldiği yere dönmeden, ruh onu veren Tanrı'ya dönmeden, seni yaratanı anımsa. “Her şey boş,” diyor Vaiz, “Bomboş!” ***** Ha’vel ha’valim hakkol havel.
·
160 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.