Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Geyik
Yakın zamanda omzuma dövmesini yaptırmam sonucu çevremdeki kıt akıllı yurdum insanı tarafından yalnızca boynuz kelimesi üzerinden bayat esprilere konu olabildiğini gördüğüm, kendini Türkçü, milliyetçi olarak nitelendiren kişilerin bile hakkında doğru düzgün bir bilgiye sahip olmadığı çok kıymetli bir hayvan olan geyik hakkında bir derleme yapıp paylaşmaya karar verdim.Buyurun efendim, geyik neymiş her beraber öğrenelim. Geyik, prototürk toplumlardan günümüze değin Türklerin ve çevre kavimlerin en sık kullanılan mitolojik öğelerinden birisidir. Çin kültüründeki ying-yang zıtlığında olduğu gibi Türklerde de yer-gök kavramları mitolojinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Hem yer hem de gök tanrısına hizmet eden geyikler, her iki taraf için de kritik bir figürdür. Aynı zamanda tanrısal kabul edilerek kutsal sayılmıştır. Çoğu zaman iyi vasıflı, merhametli, iyi kimselere yol gösteren ve yardım eden bir mitolojik öğe olarak bilindiğinden dolayı zaman zaman hanedanla ve özellikle de hükümdarlarla ilişkilendirilmiştir. İslam öncesinde ve İslam sonrasında da bazı özellikleri değişse bile kültürümüzdeki yerini ve önemini hiçbir zaman yitirmemiştir. Türk sanatının hemen her döneminde geyik figürünü sıkça görmek mümkündür. Geyik, göçebe hayatı yaşanan orta asya’da olduğu gibi yerleşik düzene geçilen Anadolu coğrafyasında da en çok işlenen simgelerden biri olmuştur. Türkler, özellikle İslamiyete geçmeden önceki dönemlerde konargöçer bir toplum yaşantısına sahip olduğundan dolayı geçimlerini genel olarak hayvancılıkla sağlamıştır. Bu yüzden uzun yıllar boyunca geyik, keçi, sığır, at gibi hayvanlar Türk kültürü ve mitolojisinde önemli bir figür haline gelmiştir. Bu sayede insanla doğadaki diğer canlıların bir ilişki içinde olduğu fikrini benimseyen totemizmin, eski çağlardaki Türk toplumlarında fazlasıyla etkili olduğu gerçeği görülür. Geyik, Türk mitolojisinin, kökleri mezolitik döneme kadar inen en eski simgelerinden biridir. Bundan dolayı Divan-u Lugat’it Türk ve Orhun kitabeleri gibi eski Türk kaynaklarında da geyik motifi sıkça görülür. Türk mitolojisinin önemli bir kısmını kaplayan geyiğin kelime anlamı incelendiğinde geyiğin adı olan kiyik sözcüğünün, genel olarak av hayvanlarını nitelendirmek için kullanıldığı görülür. Bu durum ise, bu hayvanın oynadığı rol konusunda belirsizliklere yol açmıştır. Bazı arkeologlar, bir kurban hayvanı olarak geyiğin atın önceli olabileceğini belirtirler, ancak bu olsa olsa prototürk halklar için geçerli olabilir. Kimi yazarlar için geyik yerin simgesidir veya onunla aynı görülmektedir, fakat bu tam kesin değildir. Kaya çizimleri ve metinlerin kanıtladığı üzere, en azından onu avlamak serbestti ve geyik eti yemek büyük bir zevkti. Irk bitig’de, geyik göktanrı ile yakın ilişki içinde görülmektedir, ona “kut” (yaşam için yol azığı) verdiği gibi, bunu kuşlara, insanlara ve çiftleşme döneminde çıkardığı sesi duyan herkese vermektedir. Hayvanların yön bulma yetenekleri içgüdüseldir ve insanlar, bunu olağanüstü bir güç olarak kabul etmektedir. “geyik” insanlara hem maddi hem manevi yol gösteren bir hayvan olarak bilinir, çoğunlukla bir yere ya da sevgiliye giden yolu gösterir. Geyik, genellikle iyi huylu ve yardımsever bir hayvan olarak bilinir ve kötülük yapan kimseye uğursuzluk getirebileceğine de inanılırdı. Eskiden birçok destan ve hikayede şamanlara, alt sınıf tanrılara ve kahramanlara yardım eden bir varlık olarak görülen geyik, İslam sonrası dönemde evliyalara ve kahramanlara yol gösteren, yardımcı olan ve koruyan bir varlık olarak görülmeye başlanmıştır. Geyik sadece koruyucu ve yol gösterici bir ruh değildir. Türk mitolojisinde birçok rolü olduğu söylenebilir. Ak renkli geyik gök tanrısına, boz renkli geyik ise yer tanrısına hizmet eden kutsal ruhlardır. Türklerin savaşçı bir toplum olması sebebiyle naif bir av hayvanı olan geyik, zamanla yerini savaşçı doğası ve yırtıcılığıyla bilinen kurda bırakmıştır. Ancak her ne kadar kurda göre arka planda kalmışsa da Türk kültürü ve mitolojisinde her zaman kendine yer edinmiştir. Özellikle İslam sonrası dönemde tasavvufi hikayelerde de sıkça rastlandığından dolayı hem Anadolu kültüründeki hem de şehirde yaşayan eğitimli zümredeki yerini her zaman korumuş olduğu söylenebilir. Birçok kültürde iz bırakan geyik, İslam öncesinde olduğu gibi İslam sonrasında da Türk kültürü ve mitolojisinde çok önemli bir yer tutmuştur. Bundan dolayı bugün gördüğümüz birçok mimari eserde, çıkarılan kurganlarda dinlediğimiz hikaye ve efsanelerde geyik motifiyle sıkça karşılaşırız. Türk tarihinde birçok hikaye, efsane ve mitolojik öğelerden bazılarının doğrudan, bazılarının ise dolaylı olarak geyikle ilgili olduğu görülür. Hükümdarların arazisi olarak bilinen kutlu dağda geyik ve geyik cinsi hayvanların ölümsüzlük otunu yiyerek ölümsüz ve efsanevi varlıklar olduğu ve bu şekilde dünyadaki varlıklarını sürdürdükleri de düşünülmüştür. Bu inanış, hükümdarların avladıkları geyikleri kendilerinin yemesi ve yerken kendi soyundan olan kişilerle paylaşması kültürünü de açıklayabilir. Bu ve bu gibi inanışlardan dolayı geyik toplum, şamanlar ve hanedan için her zaman özel bir simge olduğundan dolayı yüzyıllar önce olduğu gibi bugün de anlatılan hikâye ve efsanelerde de geyiğin izleriyle sıkça karşılaşmak mümkün. Bununla birlikte Türklerin asker bir toplum olmasıyla geyiğin kutsal sayılmasının kimi zaman birbiriyle bağlantılı olduğu söylenebilir. Bizanslı tarihçiler tarafından anlatılan bir hun efsanesinde; Hunların Kırım’ı işgali sırasında hun ordusuna bir dişi geyik (veya inek) yol göstermiştir. Bu gibi ordulara rehberlik eden hayvan inanışları birçok savaşçı ve fetihçi anlayışa sahip ordularda olduğu gibi Türk ve Moğol toplumlarında da görülmüştür. Türklerin türeyiş efsanelerinde geyik bazı türeyiş efsanelerinde geyik Türk topluluklarının atası olarak anlatılmaktadır. Bu, Kuman ve Moğol türeyiş efsanelerinde de görülmektedir. Bazı Türk halkları soylarını kurttan, bazıları da geyikten getirmişlerdi. Çingiz-han’la ilgili mitoloji bu her iki motifi de birleştirmiş ve Çingiz soyunun babasını kurttan, annesini de geyikten getirmiştir. Çingiz-Han'ın ilk ataları ile ilgili efsanede, Türklerin gök-kurdu ile beyaz geyikler yan yana gelmiştir. Mağara içerisinde bir Göktürk hükümdarıyla geyik şekline bürünmüş bir tanrıçanın beraber olması efsanesinde vurgulanmaktadır. Çingiz-Han’ın ilk atası olan “gök-kurt” ile, karısı “kızıl veya kızılımsı geyik”, bir denizi geçerek gelmişlerdi. Aslen gökte doğmuşlardı. Fakat denizle de ilgileri vardı. Bu eski Göktürk efsanesinde kurdun yerini insan, yani Göktürklerin ataları almışlardır. Göktürk hakanının sevgilisi de deniz-ilahesi olan bir dişi geyiktir. Geyiğin deniz tanrıçası sayıldığı bir Göktürk efsanesi de vardır. Çin kaynaklarının aktardığı bir efsaneye göre Göktürklerin atalarından birisi mağarada genç bir kız suretindeki deniz tanrıçasıyla sevişmektedir. Ancak hükümdar bu kızın aslında bir ak geyik olduğunu bilmiyordu. Bir sürek avı esnasında sıkıştırılan hayvanlar arasında bulunan bir ak geyiği, askerlerden biri öldürünce gerçek durum meydana çıkar. Zira mağaraya giden hükümdar sevdiği kızı yerinde bulamayınca onun aslında geyik biçimine girmiş bir ilahe olduğunu anlar. Moğollara göre ise geyik, tanrısal olarak kabul edilen kurttan aşağıdadır ancak yine de kutsal sayılmış ve kurdun eşi olarak kabul edilmiştir. Geyik, Türklerin mitolojisinde, sanatında, dini inançlarında ve kültüründe vazgeçilmez bir motif olmuştur. Bundan dolayı geyikle ilgili çok fazla hikâye ve efsane türemiştir. Bunun bir örneği; Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un beyaz gemi adlı kitabındaki maral ana efsanesinde yer almaktadır. Düşmanları tarafından bütün köyü yakılıp yıkılan iki çocuk köylerinde olan katliamı gördükten sonra kaçarak başka bir köye sığınırlar. Sığındıkları köyde ise düşmanları yaşıyordur. Çocukların varlığından haberdar olan köyün reisi orada bulanan yaşlı bir kadına çocukları öldürmesini emreder. Kadın büyük üzüntü içerisinde çocukları uçurumun kenarına getirdiği sırada bir ses duyulur. Gelen ses maral geyiktendir ve kadından çocukların kendisine verilmesini isteyerek çocukları kurtarır. Geyik, çocukları yol boyunca karşılaştıkları çeşitli tehlikelerden koruyarak onları ısık-göl denilen bir yere doğru götürür. O iki çocuk büyür ve birbirleriyle evlenip orada soylarını büyütürler. Ancak orada soylarını devam ettirip kalabalıklaşan insanoğlu bir zaman sonra ölülerinin mezarlarına görkemli görünmesi için geyik boynuzu koymaya başlarlar. Karşı çıkanların olmasına rağmen o zamana kadar kutsal sayılan ve korunup kollanan geyiklere karşı yapılan avların ardı arkası kesilmez. Maralların soyu tükenmiştir. En sonunda yıllar önce çocukları kurtaran maral ana, hayatta kalmayı başarabilmiş bir avuç geyikle birlikte gözü yaşlı bir şekilde orayı terk etmiştir. Bu efsaneyi özel yapan etkenlerin başında maral ana’nın binlerce yıllık Türk mitolojisinde anlatılan özellikleri çok net bir şekilde yansıtmasıdır. Maral ana, ancak göğe kurban edilen, tanrısal veya tanrının elçisi olarak kabul edilen ve iyi huylu, yol gösterici olarak bilinen geyikler gibi ak renktedir. İyi vasıflıdır, merhametlidir, insanlara yol gösterir, koruyucudur ve yardımcıdır. Bundan dolayı Türklerin eskiden inandığı şamanizm’deki kutsal geyik anlayışıyla büyük oranda örtüşmektedir. Buradan da anlaşılacağı üzere; yüzyıllar geçmiş olmasına rağmen geyiğin Türk kültüründeki yeri ve rolü değişmemiştir. Geyikli baba efsanesinde geyikli baba aslında Osmanlı devletinin kuruluş yıllarında yetişmiş olan bir evliyadır. Osmanlı uç sultanlığının en stratejik yerlerinden biri olan İnegöl'e yerleşerek orada yaşamıştır. Bursa'nın fethinde düşman saflarını yararak Türk askerine yol açtığına inanılır ve dervişleriyle birlikte kızılkilise’yi fethettiği bilinir. Bursa alındıktan sonra İnegöl’de geyikleriyle yaşadığı söylenir. Bundan dolayı halk arasında “geyikli baba” olarak anılır. Bursa’nın fethi döneminde sultanın (Orhan Bey) Uludağ çevresindeki dervişleri teftiş ettiğini haber alan Turgut Alp adındaki bir ak sakallı, sultana Geyikli Baba’dan söz eder. Geyikli Baba’nın kim olduğunu merak eden Orhan Bey onu yanına çağırtır. Ancak Geyikli Baba kendisi gelmediği gibi, sultanın da yanına gelmemesini ister. Sonrasında beklenmedik bir zamanda elinde bir fidanla Bursa’ya gelen Geyikli Baba bu fidanı sarayın iç avlusuna diker ve bunun bir uğur olduğunu, Orhan Bey’in ve neslinin bu sayede dervişlerin duasını alacağını söyler. Dua edip oradan ayrılır. Ardından Orhan Bey İnegöl ve çevresini kendisine vermeyi teklif eder ancak geyikli baba bunu kabul etmez. Orhan Bey’e o toprakların işin ehline verilmesi gerektiğini ve işin ehlinin de kendisinin olduğunu söyler. Allah’ın o toprakları onun gibi bir hana ısmarladığını belirtir ancak Orhan Bey teklifinde ısrarcıdır. Geyikli Baba bu ısrarın üzerine o bölgede bulunan tepelerden birinde bir derviş avlusu olmasını ister. Geyikli Baba’nın isteği yerine getirilir. Yıllar sonra ise o tepe yöre halkı için bilindik bir yer haline gelmiştir. Geyikli Baba efsanesinde tekrar gördüğümüz üzere; İslam öncesi dönemde kamlara (şaman) rehberlik eden ve birçok olayda onlarla anılan geyik, İslam sonrası Türk hikâye ve efsanelerinde ise aynı eylemleri evliyalar için gerçekleştirmiş ve onlarla anılmıştır. Kültürümüzde Orta Asya’dan Anadolu’ya bu tarz sıra dışı olaylar yüzyıllar boyunca nesilden nesle aktarılmıştır. Orta Asya kültürü ve şamanist dönemde geyik figürü geyikler vb. Hayvanlar Türk mitolojisinde karşımıza çıkan en eski simgelerden biridir. Türk topluluklarında at önemli bir hayvan haline gelmeden evvel, onun yerinde olan hayvan geyik idi. Bu hayvan, çok erken devirlerde bir hayvan-ata, tanrı veya tanrıça olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilhassa ak geyik gök menşeli veya doğrudan doğruya tanrı sayılabiliyordu. Tanrı olarak kabul edilmediği zamanlarda, çeşitli Türk topluluklarında belirli dönemlerde de göktanrısına bilhassa beyaz geyik kurban ediliyordu. Al veya kahverengi geyikler ise yer unsuruna işaretle olumsuz şeylerin simgesi olarak karşımıza çıkmaktaydı. Geyiğin Türk mitolojisinde birçok rolü olmuştur. Şamanların göktanrı’ya ulaşması konusunda onlara yardımcı olan ve yol gösteren bir hayvan olarak bilinmesinin yanı sıra ruhları diğer dünyaya taşıdığı da bilinir. Bununla birlikte ak rengi ilahelere özgü bir renk olduğundan dolayı rengi ak olan geyiğin bir dişi ruh veya tanrıça olduğuna inanılır. Ayrıca çeşitli şaman eşyalarında da (şaman davulu, elbisesi vb.) Geyik figürü sıkça kullanılmıştır. Orta Asya ve Sibirya’da şimdiye kadar en eski hayvan ataları temsil eden başlıca üç tip elbise bulunmuştur. Bunlar, geyik, kuş ve ayıdır. Şaman törenlerinde şekline en çok bürünülen (eskiden “donuna girmek” olarak ifade edilen) hayvan-atalardan biridir. Özellikle, Orta Asya coğrafyasında bulunan ak renkli geyikler çok önemli ve kutsal kabul edilmekteydi. Bunun nedeni ak rengin tanrıyla ve tanrısal öğelerle bağdaştırılmasıdır. Ve erken dönemlerde totem olarak kabul edilen geyiğin önemi bir pazırık kurganından çıkarılan atların başında geyik maskı olmasıyla da görülmektedir. Hunların zamanından kalma bu kurganlardan çıkarılan eşyalarda genel olarak hayvan mücadelelerini konu alan işlemeler bulunur. Bu av ve mücadele sahnelerinde geyik figürü kutsal bir av hayvanı ve hükümdarların mezarları yapılırken kurban edilen hayvanlardan biri olması nedeniyle çok fazla yer alır. Aynı zamanda Göktürkler için hanedanı simgeler. Bu açıdan bakıldığında bazı dönemlerde siyasi bir anlam da barındırmıştır. Geyik, Türklerin sanatta da sıkça işlediği motiflerden biridir. Özellikle İskit ve Hun sanatında birbirleriyle ölümcül bir mücadele içinde olan hayvanlar resmedilirdi. Bu resimlerde genellikle yırtıcı hayvanlarla geyik gibi bir av hayvanının arasındaki ölüm-yaşam mücadelesi konu alınırdı. Yine eski çağlarda Türklerde tahta üzerine resim yapıldığı bilinir. Bu resimlerde genel olarak savaş ve sürek avı sahneleri tasvir edilirdi. Resimlerde avlanmakta olan hayvanların en başında ise geyik geliyordu. Altay bölgesindeki Göktürk devrinden kalma kaya resimlerinde ise boynuzlu hayvanların (özellikle geyik) maskesini takan at tasvirleri görülmektedir. Savaşçı yapısından dolayı Türklerin sanatına birçok savaş aletinde de rastlarız. Bunu bugüne kadar çıkarılmış ve incelenmiş olan kurganlardan da anlıyoruz. Örneğin bazı kalkanlarda altınla işlenmiş geyik armaları bulunur. Bu armalar koruyucu bir işlev görmekteydi. Göçebelerin eserlerinde, M.Ö. 1000 yılda yaşamış “er”leri (eski Türkçede kahraman), bunların kemer ve ayna gibi belki rütbe işaretlerini, alplik destanlarını, av sırasında vurulan hayvanın kurban ve ongun mahiyeti aldığı sahneleri görmekteyiz. Ongun, kurban, veya totem (ata sanılan ongun) mahiyetindeki hayvanlar, her yerde aşağı yukarı aynı cinsten, at, geyik, dağ keçisi, boğa, kaplan, kurt, su kuşu, yırtıcı kuş gibi motiflerdi. Türklerde yalnızca yaşarken değil ölümden sonrası için de geyik önemli bir motiftir. Bundan dolayı Türklere ait mezarlarda da geyiğe ait öğelerle karşılaşırız. Mezar eşyalarının içinde geyik heykelciklerinin bulunması Türklerin öldükten sonraki yaşamlarında da geyiğe ihtiyaç duyduklarını ve ölümden sonra da onu kullanacaklarını göstermektedir. Milattan önceki devirde muhtelif göçebe çevrelerinde bulunan ve “geyikli taş” diye anılan, alp mezarı olduğu sanılan taşlar da uluğ kem vadisinde mevcuttu. Bunların alp mezarı olduğu, üzerlerindeki ok, yay, kama, balta gibi silah resimlerinden ve mertebe işareti olduğu Kök-Türk devri kitabelerinden bilinen “kur” (kemer) tasvirinin mevcudiyetinden anlaşılmaktadır. İslam öncesi dönemde Orta Asya’da yapılan törenlerde kurban olarak sunulan hayvanların en önemli olanlarından biri geyiktir. Türklerin ayinlerde at, koç, koyun ve geyik gibi hayvanları kurban verdikleri; bunların kemiklerini yakarak ışık (gök ibadeti veya yaruk kuvveti) meydana getirdikleri; çular gibi Türklerin de ayin hazırlığı olarak ava çıkıp, yabani at ve geyik vurdukları; Çin metinlerinde kayıtlıdır. Göktürk devrinde avlanarak kurban edilen geyik hükümdarlıkla ilgilidir. Kültigin yazıtının doğu yüzündeki kağan damgasında görülen dağ keçisi ile ilgili yorum yapan esin bu motifin muhtemelen sigun (geyik) olduğunu ifade etmektedir. Aynı zamanda bey kutunu da temsil eder. Pi-Yung'daki müzik eşliğinde yapılan okçuluk yarışmalarında, eyalet beyleri ve yüksek rütbeli alplar, mahir okçular arasından seçilirdi. Hükümdar ancak, sığır ve geyik avlardı ve onun ruhunun makamı, türkçe kotuz denen sığır kuyruğundan yapılmış bir tuğdu. Özü olan hayvanın etini yemek, özü o hayvana bağlı kimseye veya tanrıya kuvvet katıyordu. Ayin sonunda, kurban (türkçe: tapıg) etlerinin tanrıya sunulmayan kısımlarını, hükümdar ailesi ve beyler, “geyik çağrısı” adı verilen şölende toplanarak paylaşıyorlardı. Kök Türk kağanları sülalesinden bir ava, çin efsanesindeki avcı yi gibi, bir su tanrıçasıyla ilişkide bulunmuştu. Kök Türk avcısı bir ak geyiği vurduğu için, su tanrıçası darılmış ve insan kurbanlar istemişti. Su unsuruna bağlı geyik ve geyik başlı ejder düşüncesi çin efsanesinde olduğu gibi, göçebe Türk ve Budist Uygur ikonografisinde de yaşamaktaydı. Av kültü ve simgeciliğinin belirgin olduğu resimlerde en çok geyik türü hayvanların ve dağ keçilerinin ya da dağ koyunu yer aldığı görülür. Bu resimlerde en dikkat çekici özellik, av hayvanlarının çoğu kez avcıdan daha büyük olarak tasvir edilmesidir. Bu anlayış; av ve av hayvanlarının kült konusu olduğuna işaret eder gibidir. Mücadele sahnelerini anlatan kaya resimleri ve simgelerde de av hayvanı olarak en sık gördüğümüz figürlerden biri geyiktir. Bu hayvan, mücadele sahnelerinde ve av sembolizminde daha çok yer unsuruna bağlı olarak olumsuz simgesel anlamları ifade etmek üzere kullanılmıştır; çünkü bu sahnelerde geyik ve benzeri türden hayvanlar yenilgiye uğrayan hayvanlar olarak gösterilmektedir. Türk mitolojisinde geyiklere renklerine göre farklı anlamlar yüklenmiştir. Ak renkli geyikler genellikle gökle ilişkilendirilirken, boz renkli geyikler yer ve yeraltıyla bağdaştırılır. Bu konuyla ilgili olarak , Türk mitolojisinde peşinden koşan avcıyı yeraltına götüren geyikleri anlatan efsanelerin olduğunu, hatta Anadolu’daki alageyik efsanesinin de bununla bağlantılı olduğu bilinir. Hayvan üslubunun benimsenmesinde av ve avcı kavramlarının önemli bir etken olduğu düşünülürse; tüm bunların Türk mitolojisinde bulunan birçok öğeyi etkilemiş olması kaçınılmazdır. Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar Türklerin yaşamış olduğu coğrafyalarda bulunan mağara ve kaya resimleri incelendiğinde geyik motifinin, bir av hayvanı ve kutsal ruhlardan birinin simgesi olarak bu resimlerin ayrılmaz bir parçası olduğu görülmektedir. Geyik motifini eski tarihlerdeki mezar taşlarında da görülmektedir. Mezarlarda kullanılan geyik figürü cennet manzarası niteliğinde olmakla beraber kanatlı bir şekilde tasvir edilen geyiklerin kurban edildikten sonraki yeni hallerini simgelemektedir. Bununla beraber bilindiği üzere Türklerde iki tür kurban ritüeli vardır: bunlar kanlı kurban ve kansız kurbandır. Kansız kurban, ıduk (bir hayvanı doğaya salarak tanrıya sunmak) şeklinde de yapılabilir. Yakut Türklerinin, geyiğin kulağına küpe takıp, serbest bıraktıkları, böylece onu tanrıya armağan ettikleri bilinmektedir. Aynı uygulama Teleüt Türklerinde de görülmektedir. Bazı Türk inançlarında ise Şıngız (Çingiz) adlı bir ruh geyik/maral üzerine binmiş olarak gezmektedir. Bu durum “av ruhu” olarak yorumlanmaktadır. Hükümdarların gözde av hayvanlarından biri olan geyik hakkında; Chou hükümdarının güz mevsiminde geyik avlayıp bunları atalar tapınağına sunduğu da bilinir. Buradan da anlaşılacağı üzere geyiğin kurban ritüelinde ve kültüründe en çok tercih edilen ve kıymetli kabul edilen hayvanların başında geldiği söylenebilir. Geyiğin Orta Asya’daki av hayvanı rolü, saray ve av eğlencelerinin konu edinildiği Anadolu Selçuk figür sanatında da devam etmiştir. Selçukluların, ataları Oğuzlardan kalan bir gelenek olarak sürdürdükleri bu av merasimlerinde avlanan başlıca hayvanlardan biri geyikti. Bu merasimlerin içerisinde önemli bir rol oynayan geyik haliyle Anadolu Selçuk figür sanatının da başlıca motiflerinden biri haline gelmiştir. Ancak geyik her ne kadar Türklerin av kültüründe önemli bir yere sahip olsa da koruyucu, yardımsever ve kutsal sayılmasından dolayı tarihte kimi zaman Türk hükümdarları dışında hiç kimse tarafından avlanamayan, avlanması yasak olan bir hayvan olarak kabul edilmiştir. Geyik, Orta Asya’daki yeri ve önemini Anadolu’da da kaybetmemiştir. Özellikle de Türk kültüründeki koruyucu ruh vasfı dolayısıyla kutsallığını korumuş ve günümüzde de kötülüklerden ve kötü ruhlardan korunmanın bir sembolü olmaya devam etmiştir. Boynuzlu hayvanların genel olarak tarih öncesinden bugüne boynuzları koruyucu bir ruh ve uğur sayılmıştır. Bu inanış bugün halen Anadolu’da etkisini sürdürmektedir. Birçok yörede evlerin giriş kapılarına geyik, koç gibi hayvanların boynuzları nazara karşı koruyucu olarak asılmaktadır. Geyiğin Anadolu kültüründe de yer edinebilmesini sağlamış bir diğer sebep de tasavvufi alanda sıkça kullanılmakta olan bir figür olmasıdır. Gerek şamanist dönemde gerekse İslam sonrası dönemde her zaman önemli bir figür olmuş olan geyik, Türk kültüründe şehirliler için de kırsal kesimde yaşayan sıradan halk için de kutsallığını ve önemini korumuştur. Bunu Anadolu’da halen anlatılmakta olan ve kimisi yazıya geçirilen çeşitli efsanelerden, şiirlerden, manilerden, hikayelerden de anlamak mümkün. Söz konusu pek çok özelliği Anadolu’daki geyik ile ilgili inanışlarda görmek mümkündür. Örneğin, karaca/ erlik, Çaptı Türklerinin kutsal hayvanıdır. İnanışa göre karaca diğer bazı hayvanlarla birlikte dünyanın oluşumuna katılmıştır. Çaptı ismi yavru karaca demektir. Anadolu’daki hikayelerin birçoğunda geyik, çocukları besleyen, onları felaketlerden koruyan, anaç ruhlu ve merhametli bir imaja sahiptir. Bunun yanı sıra evliyalarla ilgili efsanelerde ise geyiğin rehberlik ettiğini ve yardımcı bir nitelik taşıdığını görüyoruz. İslami gelenekte geyik Allah’ın veya evliyanın emriyle istenilen kişinin belirtilen yere getirilmesi için bir aracı veya doğrudan evliyanın yardımcısıdır. Ocak da eldeki menakıpnamelerde donuna girme (şekil değiştirme) anlatısının tamamının hayvan şekline girerek olduğunu ve bu hayvanların çoğunluğunun geyik ve kuş şekline girerek olduğunu söylemektedir. Tüm bu vasıfları dolayısıyla kutsal kabul edildiğinden Anadolu’da, geyik avlamanın uğursuzluk getireceğine dair çeşitli inanışlar vardır. Geyik, çok eski tarihlerden beri destanlarda, halk hikayelerinde, efsanelerde, sanatta ve mitolojide olduğu gibi mimaride de en önemli figürlerden biri olmuştur. Günümüze kadar ulaşabilmiş birçok mimari eserde geyik motifinin sıkça işlendiğini görmek mümkündür. Ancak geyik, yol göstericiliği, narinliği ve kutsal bir hayvan olarak kabul görmesinden ötürü dini ve tasavvufi alanda da çokça görülen bir figürdür. Özellikle Anadolu’daki cami ve medreselerin süslemelerinde geyik motifi yüzyıllar boyunca işlenmiştir. Bu konuda en meşhur örneklerden biri de Diyarbakır Ulu Camii’dir. Caminin bazı burç ve sütunlarında çeşitli geyik figürleri bulunmaktadır. Kimi figürlerin geyik olup olmadığı kesinlik kazanamamışsa da bazı figürler aradan yüzyıllar geçmiş olmasına rağmen biçimlerini korumuşlardır. Daha seyrek ve nadir olsa da Anadolu’da da bu tür mimarinin örneğine rastlanıyor ve yine geyik figürleri bol bulunan tokat yöresinde de görülmektedir. Çini sanatı ve süslemede geyik Türk sanatının birçok yerinde olduğu gibi çini sanatında da geyiğe sıkça rastlanır. Selçuklu saraylarında sevilerek işlenen bu hayvan tasvirlerinin ilginç birkaç örneği de, değişik kompozisyonlarda, Aspendos çinileri arasında yer almaktadır. Sıraltı tekniğinde, sekiz köşeli bir yıldızın kırık iki parçası birleştirildiğinde ortaya çıkan desen, ancak bir kısmını görebildiğimiz zarif bir geyik tasviridir. Çininin ortasında krem rengi zeminde ilk bakışta son derece dekoratif etki bırakan ve boş zemini hareketlendiren boynuzlarıyla bir geyiğin başını görmekteyiz. Gerçekçi bir biçimde resmedilen baş, kobalt mavisi ve yeşil renklerle boyalıdır. Geyiği çevreleyen siyah, kavisli kalın konturlar figürü ön plana çıkarmış; konturların dışında kalan boş alanlar siyah, mavi, yeşil renkte küçük daireler ve siyah noktalar serpiştirilerek sahnedeki dekoratif etki daha da arttırılmıştır. Selçuk taş işçiliğinde de geyiğe rastlamak mümkündür. Gevşek bir arabesk zemin üzerinde kaçar vaziyette arka arkaya sıralanan tavşan, tilki, antilop, kurt, geyik gibi hayvanlar ince uzun ve hareketli gövdeleriyle tekrarlanır. Geyiğin, atın önceli olabileceğine dair çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Bunun nedeni; at henüz evcilleştirilmemişken Türklerin hayvan yetiştiriciliğine geyikle başlamış olma ihtimalidir. Samoyedler için ren geyiği ne ise, Türko-Moğollar için de ekonomi bakımından at odur. Bugün bile halen Moğolistan’ın kuzey batısında yaşamakta olan Dukha Türklerinin ren geyiği yetiştiriciliği ile geçimlerini sağlamakta oldukları görülmektedir. Buradan da anlaşılacağı üzere geyik Türk toplumunun yaşayış biçiminde derin bir iz bırakmıştır. Dolayısıyla kültürümüzde ve mitolojimizde çoğu zaman bahsi geçen önemli figürlerden biri haline gelmiştir. Hayvan sembolizminin kullandığımız 12 hayvanlı Türk takviminden türeyiş efsanelerimize kadar birçok alanda önemli yer tuttuğunu göz önünde bulundurursak, tüm bu semboller arasında geyiği ayrıca incelemek gerekir. Geyik sembolizminin Türk kültüründeki yerinin bu kadar sağlam olmasının bir diğer nedeni ise Türklerin dini inanışlarının tarih boyunca değişmesine rağmen inandıkları hemen hemen bütün dinlerin mitolojisinde geyiğin kutsal bir ruh veya figür olarak var olmuş olmasıdır. Bundan dolayı Orta Asya’dan itibaren süregelen bazı inanışlar zamanla kaybolmuş olmasına rağmen, geyiği İslam kültüründe de değerli bir figür olarak tanımlandığı için geyikle ve geyiğin kutsallığıyla ilgili inanışlarda ciddi bir değişikliğin söz konusu olmadığını görülmektedir. Kimi zaman bir hanedan simgesi olarak kültürümüzde yer alan geyiğin, bazen siyasi bir çizgi içerisinde de bulunduğu söylenebilir. Dolayısıyla geyik Türk toplumunun kültürü, siyasi tarihi, toplum yapısı gibi öğelerinden bahseden eski yazıtlarımız ve kaynaklarımızda da (Orhun Anıtları ve Divan-u Lugat’it Türk gibi) adından sıkça söz edilen bir simge haline gelmiştir. Geyik sınıf ayrımı gözetmeksizin gerek halk için gerek devlet erkânı ve hanedan için tarih boyu kutsal ve en bilindik sembollerden biri olmuştur. Türk kültür ve inanışlarına göre geyik, soyun atasıdır ve tanrıdan kut alır. Hükümdarla tanrısal bir varlık olan geyiğin arasında inanış bakımından bir bağ oluşturulduğu söylenebilir. Tüm bunlara dayanarak kültürümüzde ve inanışlarımızda geyiğe siyasal bir anlam yüklenmesi de aslında oldukça olağan bir durumdur. Anadolu kültüründe de yerini korumayı başarmış olan geyiğe, Selçuklu sanatında da sıkça rastlanır. Selçuklu saraylarındaki, cami ve medreselerdeki işlemeler ve çiniler geyiğin Anadolu Türk sanatındaki yerinin en net örneği olarak gösterilebilir. Sonuç olarak; geyik Türk mitolojisindeki hayvan sembolizminin en önemli yapı taşlarındandır. Yüzyıllar boyunca kültüre ve inanışlara şekil vermiş öğelerden biri olmuştur. Bu sayede Türk sanatında da sıklıkla işlenen motiflerden biri olmuş ve günümüze kadar kültürümüzdeki izleri silinmemiştir. Geyiğin şaman kültüründe de çok büyük bir yeri vardır. Şamanizmde totem kavramı önemlidir. Şamanizm, doğal dünyanın güçlerine saygı duyan ve bu güçleri insan yaşamına entegre eden bir inanç sistemidir. Bu nedenle şamanlar, totem hayvanlarına ve diğer doğal nesnelere saygı duyarlar ve bu nesneleri doğaüstü güçlerle ilişkilendirirler. Şamanizmde erk hayvanı doğal dünya ile insanlar arasındaki bağlantıyı temsil eder ve kişinin ruhsal yolculuğunda ona rehberlik eder. Erk hayvanı, şamanın kendi içindeki ruhsal enerjiyi keşfetmesine ve onu kullanmasına yardımcı olur. Şamanlar, erk hayvanlarının yardımıyla trans benzeri durumlara girerek spiritüel yolculuklar yaparlar ve hastaları iyileştirmek için spiritüel enerjileri kullanırlar. Erk hayvanı seçimi, genellikle bir şaman ya da rehber eşliğinde yapılır ve kişinin yaşamındaki deneyimleri, kişiliği ve gelecekteki potansiyeli dikkate alınarak belirlenir. Erk hayvanı seçimi aynı zamanda doğum tarihine, hayvanın özelliklerine ve sembolik anlamlarına göre de belirlenebilir. Şamanizmde geyik totemi doğaya, doğal dünyaya ve hayvanlara olan saygıyla ilişkilidir. İnsanların doğal dünyayla bağlantı kurmasına ve doğanın gücünü anlamasına yardımcı olabileceğine inanılır. Geyik, pek çok kültürde sembolik anlamlara sahip olan ve genellikle doğayla, rehberlikle ve dönüşümle ilişkilendirilen bir hayvandır. Pek çok yerde zarafeti, dayanıklılığı, çevikliği ve sezgiselliği sembolize eder. Geyik totemi özellikle şamanizmde ve yerli Amerika kültürlerinde önemlidir. Kuzey Amerika yerlileri arasında geyik, bazı kabilelerin klan amblemi ya da sembolü olarak kullanılır. Bu topluluklarda geyik totemi, ait oldukları topluluğun kimliğini ve kültürünü yansıtır. Geyik, şamanik geleneklerde birçok farklı spiritüel ve sembolik anlama sahiptir. Şamanizmde genellikle spiritüel bir rehber olarak görülür. Şamanlar, meditasyon ya da trans sırasında erk hayvanı olan geyiği çağırarak onun rehberliğinde ilerlerler. Geyik, bazı şamanik geleneklerde kişisel güç ve cesaret ile ilişkilendirilir. Geyiğin enerjisi, kişinin güçlü, hızlı ve çevik olmasına yardımcı olur. İnsanların doğayla bağlantı kurmalarına ve doğayla uyum içinde yaşamalarına yardımcı olan bir sembol olarak görülür. Şamanlar insanların doğayla yeniden bağlantı kurmalarına ve doğanın güçlerinden yararlanmalarına yardımcı olur. Şamanlar, spiritüel geyiğin enerjisini kullanarak hastalıkları iyileştirmeye ve ruhsal sorunları çözmeye çalışırlar. Geyiklerin boynuzlarını döküp yenilemeleri, şamanizmde dönüşümle ilişkilendirilir. Geyiğin enerjisi, kişinin kendini dönüştürmesine ve yeni bir spiritüel düzeye yükselmesine yardımcı olur. Geyik, spiritüel aydınlanma yolunda bir rehber olarak görülür. Şamanlar, bu yöntemle kendilerini daha yüksek bir bilinç seviyesine yükseltmeye çalışırlar. Birçok kültürde bilgelik ve yol göstericilik sembolüdür. Şamanlar geyiğin enerjisini kullanarak insanlara yol gösterir ve onların hayatlarında doğru yolu bulmalarına yardımcı olurlar. Şamanlar, geleneksel olarak doğa ve hayvanlarla güçlü bağlantılar kurarlar. Bu nedenle hayvan sembolleri, şaman kıyafetlerindeki en yaygın figürlerden biridir. Geyik, doğa ile ilişkilendirildiği için, şamanların doğayla olan bağını sembolize eder. Şaman kıyafetleri üzerindeki geyik figürleri, bu bağın görsel bir ifadesi olarak yorumlanır. Bu figürlerin sahip olduğu sembolik anlamlar, ayrı bir araştırma konusu olacak kadar geniş kapsamlıdır. Geyik figürleri, şaman kıyafetlerinde, genellikle süslemelerde ve nakışlarda kullanılır. Kıyafetlerde bazen geyik derisi, boynuzlar ve kemikler de yer alır. Kemiklerden ayrıca müzik aleti yapılır ve bu enstrümanlar şamanik ritüeller sırasında kullanılır. Geyik sembolü, şamanların hayvan ruhlarıyla iletişim kurmasına ve doğanın güçlerini kullanmasına yardımcı olur. Şamanlar, geyiğin doğadaki hareketlerini taklit ederek, onun enerjisine ve gücüne sahip olacaklarına inanırlar. Evet sevgili okurlar. Eğer sonuna kadar okuduysanız geyik hayvanının, "geyik muhabbeti" ve "boynuzlanmak" kalıplarının çok ötesinde, çok özel ve mistik bir canlı olduğunu artık biliyorsunuz. Konuyla ilgili daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler için faydalandığım bazı kitapları aşağıya bırakıyorum. Sağlıcakla kalın.. Bkz: Bahaeddin Ögel - Türk Mitolojisi Bkz: Jean Paul Roux - Eski Türk Mitolojisi Bkz: Yaşar Çoruhlu - Türk Mitolojisinin Ana Hatları Bkz: Nilgün Dalkesen - Orta Asya’dan Anadolu’ya Türk Kültüründe Geyik Kültü Bkz: Emel Esin - Türk Kozmolojisine Giriş Bkz: Wilhelm Koppers - Etnolojiye Dayanan Cihan Tarihinin Işığı Altında İlk Türklük Bkz: Murat Çavga - Türk Mitolojisi Ve Şamanizm Bkz: Mehmet Mandaloğlu - Türk Mitolojisinden Anadolu’ya Taşınan Kültür: Geyik Motifi Bkz: Celal Beydili - Türk Mitolojisi Ansiklopedik Sözlük
·
691 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.